2008 yılında, henüz Lost’un hayal kırıklığı yaratan son sezonlarına girmeden hemen önce “J.J Abrams Sunar” başlığıyla lanse edilen Cloverfield hepimizin ilgisini çekmeyi başarmıştı. Türdeşlerine göre son derece düşük bir bütçeye sahip olan ($25.000.000) film, yapımcısına hatrı sayılır miktarda kazanç sağladı. Son sahnesine kadar gizemini koruyan Cloverfield, kısa süre içerisinde fenomene dönüştü, hayranı olduğu kadar nefret edeni de çok oldu. Tüm bu sebeplerle Cloverfield’in devam filminin çekilmesi kağıt üzerinde son derece mantıksız ve gereksiz duruyordu ancak devam filmi -tam anlamıyla bir devam filmi olduğundan bahsedemiyor olsak da- açıklandıktan sonra değerlendirildiğinde 10 Cloverfield Lane – Cloverfield Yolu No: 10 bütçesi ve yönetmen tercihi ile ilk filmle benzer bir formül uygulandığını gösteriyor ve ilgiyi hak ediyordu.
Film, Michelle (Mary Elizabeth Winstead) isimli bir kadının geçirdiği trafik kazası sonrası gözlerini bir sığınakta açmasıyla başlıyor. Kaçırıldığını düşünen Michelle, ABD’nin uzaylılar tarafından saldırıya uğradığına inan Howard (John Goodman) isimli bir adamın kendisini kurtardığını öğreniyor. Sığınakta yalnız olmadığını ve Emmet (John Gallagher Jr.) isimli bir adamın daha kendileriyle birlikte içeride olduğunu öğrenen Michelle bir yandan dışarıda olanları anlamaya çalışırken bir yandan da tutsak edildiği sığınaktan kaçmanın planlarını yapıyor.
Cloverfield ile Kan Bağı
Filmi iki bölüm olarak incelemek daha doğru olacaktır. Yaklaşık 80 dakika süren ilk bölüm tek mekanda, bir sığınakta geçiyor. Bu sığınakta geçen süre boyunca filmin temposu ağır ilerlemesi muhtemel konusuna rağmen düşmüyor. İyi ile kötünün sık sık yer değiştiği bu bölümde sığınakta olmanın verdiği sıkışmışlık hissi seyirciye son derece başarılı bir şekilde geçiriyor. Hali hazırda sinema salonunda olduğumuzu düşünecek olursak filmle bütünleşmek hiç de zor değil. Hikayenin içine serpiştirilen ve seyircinin dikkatinin dağılmamasını sağlayan karakterler ve bu karakterlerin hikayeleri filmin bir diğer artısı. Bu karakterlerden film adına en önemli olan ve üzerine okuma yapılmaya da en uygun olanı Howard. Howard’ı tanımaya başladığımız bölümlerde John Goodman adeta oyunculuk resitali sunuyor, her geçen dakika performansıyla büyüyor, büyülüyor. Kısa sürede modern bir klasiğe dönüşen Take Shelter (2011) ile yer yer benzer bir formülü kullanan 10 Cloverfield Lane’de de yönetmen Dan Trachtenberg filmin süresi boyunca seyirciyi Howard karakterinin akli dengesinin yerinde olmadığına ve söylediklerinin birer yalandan ibaret olduğuna inandırmaya çalışıyor. Yer yer iyi işleyen bu formül -mekan tasarımının burada payı büyük- karakterlerin derinine inildikçe bocalamaya başlıyor. Seyirciye “siz anlamazsınız, en iyisi biz sizin gözünüze sokalım.” dercesine ucuzlaşıyor. Hal böyle olunca Howard karakteri John Goodman’ın muazzam performansına rağmen sıradanlaşıyor.
Benzer şekilde filmin diğer karakterleriyle ilgili de sorunlar var. Her iki karakterin de geçmişte yaşadıkları ve pişmanlıklarını anlattıkları bölüm inandırıcılıktan son derece uzak. Oldukça uzun bir süre sığınakta yaşayan bu üç insan arasında olan, olması gereken veya olduğu varsayılan detayların hiçbirinin verilmediği, sadece sonuca katkısı olacak ipuçlarının aralara serpiştirildiği filmin hikaye bütünlüğü ve zaman algısı tamamen kayboluyor. Aradan ne kadar zaman geçtiğini anlayamadığımız başarılı ancak birbirinden kopuk sahneler tek başlarına ele alındığında anlamlıyken bir bütün olarak sırıtıyor.
Yazının bu bölümden sonrası filmle ilgili keyif kaçırıcı detaylar (spoiler) içermektedir. Filmi izlemeden okumamanız önerilir.
Film boyunca sır gibi saklanan ve tüm yaşananların arkasındaki gerçekliğin sorgulanacağı ikinci bölümde -son 20 dakikalık final bölümü- Dan Trachtenberg fena çuvallıyor. Alienvari uzaylı çizimleriyle neredeyse artık benzer temalı her filmde görmeye alıştığımız uzaylı modelleriyle bir kez daha karşılaştığımız bu bölümde, film anlamsız şekilde epik bir kahramanlık hikayesine dönüşüveriyor. Uzaylılar kovalıyor, kahramanımız adeta süper güçlere bürünerek uzaylılardan kurtulmaya hatta onları yok etmeye çabalıyor. Bu tercihi değerlendirdiğim zaman aklıma tek bir seçenek geliyor; Trachtenberg kahraman olmak yerine parayı tercih ediyor, elindeki düşük bütçeyle neler yapabileceğini göstermek istiyor. İlerleyen dönemlerde büyük bütçeli stüdyo filmlerine göz kırpmakla kalmıyor, arkasına Holywood’un önemli isimleri olan J.J Abrams, Bryan Burk, Drew Godard’ı da alarak stüdyolara “benim adımı listenizin ilk sırasına yazın.” mesajı veriyor. Hal böyle olunca ilk 80 dakika boyunca sırıtan küçük detayları görmezden gelebileceğimiz 10 Cloverfield Lane, yönetmeninin çıkarları uğruna heba olup gidiyor. Bu 20 dakikalık bölümün seyirciye sunduğu tek olumlu detay ise film boyunca söylediklerinin çoğunluğu yalan olan Howard’ın dışarıda yaşananlar için tasvir ettiği uzaylı istilasının neredeyse sığınakta anlattığı ile birebir örtüşmesi oluyor. Zira, Howard’ın donanma yıllarının verdiği tecrübeyle anlattıkları sadece 10 Cloverfield Lane’de uzaylıların izlediği önce keşfet, sonra saldır politikasını doğrulamakla kalmıyor ilk filme de göndermede bulunarak bir devam filmi olduğunu teyit ediyor.
Sonuç olarak özetleyecek olursak alıştığımız anlamda bir devam filminden söz etmek mümkün olmasa da J.J Abrams’a göre Cloverfield ile kan bağı olan 10 Cloverfield Lane, ilk filmin özgünlüğünden oldukça uzak. Cloverfield düşük bütçesine rağmen Matt Reeves’in meziyetleriyle türdeşlerinden ayrılmayı başaran cesur bir yapımdı. 10 Cloverfield Lane ise elindeki malzeme daha sağlam olmasına rağmen özellikle son 20 dakikasıyla bir çuval inciri berbat ediyor. Her şeye rağmen izlemenize gerek yok desem filmin yaratmış olduğu sıkışmışlık hissine, başarılı müziklerine ve John Goodman’a haksızlık etmiş olurum.
İyi seyirler…
Yazar Puanı
Puan - 52%
52%
Cloverfield düşük bütçesine rağmen Matt Reeves’in meziyetleriyle türdeşlerinden ayrılmayı başaran cesur bir yapımdı. 10 Cloverfield Lane ise elindeki malzeme daha sağlam olmasına rağmen özellikle son 20 dakikasıyla bir çuval inciri berbat ediyor.