The Handmaid’s Tale’in heyecan ve merakla beklediğimiz 2. sezonu, uzun bir aradan sonra ekranlara geri dönüyor. İlk sezonuyla geçtiğimiz yıla damgasını vuran The Handmaid’s Tale’in 2. sezonu 26 Nisan’da sadece BluTv ekranlarında olacak.
2. Sezonu ile Geri Dönen The Handmaid’s Tale’ı İzlemek İçin 10 Sebep!
“Margaret Atwood “Kötü Bir Feminist” Mi?” Tartışmasındaki Bakış Açımızın Sağlamasını Yapmak
Geçtiğimiz aylarda dizi ile aynı ismi taşıyan kitabın yazarı Margaret Atwood, Harvey Weinstein’a karşı başlatılan #MeToo akımına karşı sergilediği duruşu ile birçok insan için tartışma konusu olmuştu. Atwood, bu akımı “sorunlu bir yasal sistemin beliritisi” ve “çözümden çok büyük bir uyanış çağrısı” olarak adlandırmıştı ve bu akımdan sonra ne olacağını daha fazla sorguladığını belirtmişti. 78 yaşındaki Kanada’lı yazar, University of British Columbia bünyesinde bir eğitmen olan Steven Galloway’in cinsel istismarla suçlanması üzerine “bir insanın ne olursa olsun toplum önünde alaşağı edilmeden önce kesin olarak suçlu olduğunun kanıtlanmasının beklenmesi gerektiğini” savunmuştu ve üniversiteye bu konu üzerine yazılan bir açık mektubun altına imzasını atarak bu kez “kötü bir feminist” olmakla suçlanmıştı. Yazar, “Kötü bir feminist miyim?” başlıklı yazısında “kadınlar için medeni hakların var olabilmesi için medeni insan haklarının var olması gerektiğine inanıyorum” diyerek hakkındaki söylemlere yanıt vermiş, The Handmaid’s Tale’in de kadınları ilginç, karakter özellikleri taşıyan ve önemli insanlar olarak resmetmenin feminist olduğunu kabul ediyorsak feminist, kadınları melek, kurban ve ahlak konusundaki kararlarını veremeyecek bir şekilde resmetmenin feminist bir davranış olduğunu kabul ediyorsak ise feminist olmayan bir kitap olmadığını söylemişti.
Kadınların Birer Kuluçka Makinesi Olduğu Distopyada Yaşamını Sürdürmeye Çalışan Bir “Asi”yi İzlemek
Dizi, gelecekte yaşanan bir distopyayı anlatıyor. Oldukça ataerkil ve totaliter bu düzende başrolümüz Offred’in içsesi ve içinde bulunduğu dünyayı kabul ediyor gibi görünse de kesinlikle yadırgıyor oluşu düşüncelerimize tercüman oluyor. Kadınların kuluçka makinesi gibi kullanıldığı Gilead’da, aynı zamanda 1971 yılında yapılan Stanford Hapishane Deneyi’ni hatırlatan sosyal davranış rolleri ve aşırı derecede yetki yönetimi konularını da gözlemlemek mümkün. Sosyal rolleri ve statüleri, kadınların kadınlara karşı davranışlarını şekillendiriyor ve birbirlerine zulm etmelerine yol açıyor. Offred, ise bu umutsuz düzendeki asi olarak etrafında olup biteni sorgulamadan kabullenip yaşamını bu şekilde sürdüreceğini kanıksamaktansa, etrafında olup biteni içsesi yardımı ile garipsiyor. Dizi, aynı zamanda normal hayatlarımızda da birçok cinsiyetçi olaya ve söyleme (özellikle geçmişten beri gelen genel geçer toplum kuralları haline gelmişse) karşı durmaktansa, garipsemeden kabullenişimizi hatırlatıyor. Dizideki kadın karakterler her ne kadar başlarına gelen bu felaketi kabul etmiş, kendilerini bu duruma uydurmuş gibi görünseler de zaman zaman ortaya çıkan bastırılmış öfkeleri, aslında bu durumu hiçbir zaman içselleştiremediklerini gösteriyor. Margaret Atwood ve Elizabeth Moss her fırsatta dizinin “feminist” bir dizi değil, kadın haklarının da insan hakları olmasından ötürü “hümanist” bir dizi olduğunu söylüyor.
Uyarlanmış En İyi Distopyalardan Birisi
Distopya için; genel hatlarıyla toplumların mevcut yapısının gelecekte ne denli alternatif ve kötü sonuçlar doğurabileceğine eleştirel bir bakış açısı getiren, ütopyanın aksine daha çok umutsuz portre çizen bir tür olduğunu söyleyebiliriz. Margaret Atwood’un Damızlık Kızın Öyküsü adlı romanından uyarlanan The Handmaid’s Tale; tıpkı bu türün en başarılı örneklerinde olduğu gibi (George Orwell’ın 1984’ü, Ray Bradbury’nin Fahrenheit 451’i ve Aldous Huxley’nin Cesur Yeni Dünya’sı vb.) totaliter bir rejimin hakim olduğu karanlık bir geleceği gözler önüne seriyor. Atwood burada mutlak güç etrafında toplanan ataerkil toplumda kadının konumunu incelediği feminist bir distopya yaratmıştır. Gilead Cumhuriyeti adı verilen Hıristiyan muhafazakar bir rejimin ABD’yi yönettiği yakın gelecekte, düşen doğum oranları karşısında kadınlar doğurganlığı üzerinden birer devlet mülküne dönüştürülmüştür. Hikayenin baş karakteri Offred, son kalan doğurgan kadınlardan biridir ve tıpkı diğerleri gibi bu totaliter rejimdeki yüksek rütbeli insanların çatısı altında hizmetçi olarak çalışmaktadır. Hizmetçiler, Gilead Cumhuriyeti’nin geleceği için nüfus arttırmak adına birer cinsel kölelere dönüştürülmüştür. Kadınların ötekileştirildiği, haklarının hiçe sayıldığı bu distopyada Offred, uzak düştüğü kızı ve kocasına ulaşmak için yaşam mücadelesi vermektedir.
Günümüz Dünyasına Benzeyen Hikâyesi
ABD’de Trump’ın seçilmesi, Avrupa seçimlerinde ırkçı ve milliyetçi siyasetçilerin ön plana çıkması ve Orta Doğu’da durulmayan çatışmalar, muhafazakar politikaların küresel alana yayıldığının bir göstergesi aslında. The Handmaid’s Tale dizisindeki Gilead Cumhuriyeti’nin değer, yargı ve söylemlerine bakıldığında günümüz dünyasından birçok ortak nokta görmek de mümkün. Ataerkil bir toplumda kadınların ötekileştirilmesi, haklarının hiçe sayılması, görünürlülüğünün ortadan kaldırılması ve yalnızca doğurganlık üzerinden bir değer biçilmesi çok da yabancı olduğumuz bir konu değil maalesef. Handmaid’s Tale’in alegorik distopyasının bu denli rahatsız edici olmasının da en büyük sebeplerinden birisi de bu.
Sürükleyici Kurgu
The Handmaid’s Tale, hikayesiyle olduğu kadar kurgusu ile de izleyiciyi büyülüyor. Geçmiş ve şimdiki zaman arasında anlamlı geçişler sağlayarak izleyicinin yaratılan distopik dünyayı sebep-sonuç ilişkisi üzerinden ele almasını sağlıyor. İlk bölümlerde yaratılan bu karanlık çağ ile ilgili sınırlı bilgiler verilirken flashback sahneleriyle de tüm gizem yavaş yavaş açığa çıkıyor. Geçmiş ve şimdiki zaman arasındaki bu geçişlerle dizinin akıcı bir tempoya sahip olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Hafızada Yer Edecek Güçlü Bir Sinematografi
Hikayesi, kurgusu ve anlatısıyla kusursuz bir yapıya sahip The Handmaid’s Tale’in ekrandaki tezahürü de aynı derecede mükemmel. Kullanılan renkler, sık kullanılan Tanrısal bakış açısına sahip açılarıyla dizinin Gilead Cumhuriyeti’nin karanlık ve tekinsiz yapısına sahip atmosferi izleyiciye başarılı bir şekilde yansıtılıyor. Fazlasıyla akılda kalacak anlatıya, söylemlere ve diyaloglara sahip olsa da uzun bir süre hafızalarda yer edecek güçlü bir sinematografiye de sahip.
Su Gibi Akan Oyunculuklar
Birinci sezondaki performansıyla geçtiğimiz sene Golden Globe’da En İyi Kadın Oyuncu ödülünün sahibi olan Elisabeth Moss, Offred/June performansıyla yine harikalar yaratıyor. Kararsız bir damızlıktan öfkeli ve intikam peşinde olan özgür bir kadına kadarki duygu değişimlerini tüm doğallığıyla yansıtıyor.
Bu sezonun bir diğer sürprizi ise Emily karakteriyle Alexis Bledel. Geçen sezon en son ahlak polisi tarafından kampa götürülürken gördüğümüz Emily, karşımıza kolonide insan dışı şartlarla çalışırken çıkıyor. 2017 Emmy Ödülleri’nde En iyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülüne layık görülen Alexis Bledel’i tüm naifliğiyle daha çok görüyoruz.
Ve son olarak Ann Dowd, yani dizideki adıyla Aunt Lydia. Izdırabın temsilcisi olarak karşımıza çıkan usta oyuncu, bu sezon daha da acımasızlaşıyor. Kedinin fareyle oynadığı gibi damızlıkları terbiye ederken hiçbir şekilde tepkileri yavan ya da abartı olmuyor. Kıvamında gösterdiği duygu değişimleri insan ruhunun derinliklerinin sınırlarını gösteriyor. Dizide onun başlama hikayesini görmek ayrıca heyecan verici!
Muazzam Renk ve Işık Kullanımı
Margaret Atwood, romanında birçok renk temsilini kullanıyor. Aynı renk dilini birinci sezonda olduğu gibi yeni sezonda da görüyoruz. Karakterlerin statülerini belirleyen kırmızı ve yeşilin hâkim olduğu renk kullanımına, sarı tonlar ekleniyor. Geçmişin soluk resmine şimdiki zamandaki sarı tonlar karşılık veriyor. Ölüm ve yaşam arasındaki mekânı tasvir eden bu renk kullanımı, distopyada olduğumuzu daha da vurguluyor. Geçmiş ve şimdiki zaman arasında, ışık ve renk kullanımı karaktere ve bulunduğu atmosfere o kadar iyi hizmet ediyor ki bölümün tüm ruh halini gözler önüne sermeyi başarıyor.
Müzik Kullanımı
Malia J’in For What It’s Worth adlı parçası daha ikinci sezonun ilk trailer’ında tüm dikkatleri üzerine çekmeyi başarmıştı. Dizinin kasvetli ve gerilim dolu dünyasına aynı şekilde hizmet eden müzik kullanımı, her bölümün sonunda ayrı bir soundtrack ile bizi kendine yine hayran bırakıyor. Böyle bir distopyada kulağımıza gelen modern zamanın tonları dizinin tekinsiz havasına başka bir boyut getiriyor.
2. Sezondan Beklenti: Özgür Kadınlar Özgür Dünya
Karakterlerinin hikayelerine daha da odaklanan 13 bölümlük yeni sezonuyla Handmaid’s Tale’in 10 bölümlük önceki sezondan daha uzun olacak olması dizinin hayranları olarak hepimizi heyecanlandırdı. Daha geniş bir kadroyla daha fazla yan hikâyeyi izleyeceğimiz bir sezon bizi bekliyor.
Önceki sezonda Gilead düzenini tanımaya ve hikâyenin ana kolonlarını anlamaya çalışmıştık. Bu sezon ise Gilead gerçeğini sarsarak yok etme üzerine kurulu. Artık sadece June ve nicelerinin özgürlüğüne kavuşmasını değil, aynı zamanda Amerika’nın devrim yoluyla özgürleşmesine de şahit olacağız. 1.sezonda referans gösterilen koloniler, bu sezonda tüm acımasızlığıyla karşımıza çıkıyor. Kolonilerde yaşayan Gilead damızlıkları ile June’un yollarının nasıl kesişeceği ve bu dirilişte nasıl bir rol alacağı en çok merak edilenler arasında. Bir şeyden eminiz ki bu dirilişin başrollerinde kadınlar olacak!
Peki, The Handmaid’s Tale’in 2. Sezon Fragmanını İzlediniz Mi?
Dizinin 2. sezonuna dair sinopsisi ise şöyle:
“Emmy ödüllü drama dizisi The Handmaid’s Tale, Offred’in hamilelik sürecini ve çocuğunu Gilead’ın korkunç dehşetinden kurtarmak için gerçekleştirdiği mücadeleyi anlatan 2. sezonuyla geri dönecek. 2. sezonda, Offred ve tüm karakterlerimiz Gilead’ın karanlık rejimine karşı savaşacak ve bu karanlık, gerçeğe yenik düşecek.”