İngiliz Belgesel Film Hareketi’nin kurucusu John Grierson, “belgesel” ifadesini ilk kez kullandığında sinemanın tarihsel kayıt türüne gönderme yapıyordu. Grierson, sonrasında ise şu ifadelerde bulunmuştu: “Belgesel hantal bir tanım, ama bırakalım iş görmeye devam etsin.”
İfade biçimi hantal olsun, olmasın; belgeselin günümüzde edindiği önem yadsınamaz. Yapımlar her ne kadar yeterli izleyici kitlesini edinemiyor olsa da belgeseller, takipçisi için bilgilendirici bir kaynak görevi görüyor ve dünyaya eleştirel bakabilmenin de kapılarını açıyor. Bu yönüyle içine aldığı konular ve kamerasını doğrulttuğu noktalar ile, politikayı da doğrudan etkileyici bir unsur oluşturuyor.
Belgeselin yaratım süreci, politikanın doğrudan ilişki kurduğu bir diğer medya formu olan haber muhabirliği ile sinema arasında kurulan köprüde yatıyor. Aslında haber muhabirliği, düzenli olarak takip ettiğimiz gündem dolayısıyla politikayı yönlendiren en büyük etmenlerden birini oluşturuyorsa da, gazeteciliğin “aktivist” tavır alma konusunda çizmesi gereken sınırlar ve hükumet baskısı ile oluşan susturulma politikaları dolayısıyla, bu alanda özgürlükçü bir ifade bütünlüğü sergilenmesine imkan verilmiyor. Bu noktada belgeseller, objektif olma zorunluğunu barındırmasa da, sahip olduğu ideolojiyi takiben hakikatleri dile getirebilmek uğruna yönetmenlerin, kameralarını kendi silahları olarak kullanabilmelerini sağlıyor.
Bu hafta vizyona giren Laura Poitras imzalı ve Oscar ödüllü Citizenfour belgeseli dolayısıyla ele aldığımız En Cesur 10 Politik Belgesel dosyası, bir nevi politikanın günlük hayatımızı ne şekilde etkilediğini ortaya koyan yapımları ele alıyor. Belgesellerin odak noktasında; ekonomik kriz, nükleer enerji, 2013 ayaklanmaları gibi farklı konular yer alıyor olsa da, aslında hepsinin ortak noktası, hükumetlerin uyguladıkları politikalar kapsamında halka verdikleri beyanlardaki yalanları ortaya koyuyor olmaları. Dahası, yürütülen politikalara karşı seslerini yükselten vatandaşların, hükumet medyası tarafından “hain” ilan edildiği de gözler önüne seriliyor. İşlenen cinayetler ya da cinayetlere sebebiyet verecek politikalar, “yasal” yollardan, soğukkanlı bir şekilde yürütülüyor.
Bu noktada Noam Chomsky’nin şu sözlerini hatırlatmakta fayda var:
“Nasıl bir cinayeti önlemek için bir trafik kuralını ihlal etmek yerinde bir davranışsa, devletin suç niteliğindeki eylemlerini önleyecek eylemlerde bulunmak da yerindedir… Halkın, canilerin cinayet işlemesini önleme hakkı vardır. Sırf siz onu durdurmaya çalıştığınızda suçlu olan taraf sizin eylemlerinize yasadışı diyor diye, eyleminiz yasadışı olamaz.”
Cinayetin; kadın hakları gibi sosyolojik konulardan, nükleer enerji gibi çevresel olgulara kadar kapsayıcı bir ifade içerdiğini göz önünde bulundurup, 2000’lerin politik dünyasına adım atalım. Karşınızda 2000’lerin En Cesur 10 Politik Belgeseli…