Dünya prömiyerini Berlin Film Festivali’nde gerçekleştiren, 37. İstanbul Film Festivali’nde hem Ulusal hem de Uluslararası yarışma filmlerinin arasında yer alan Tuzdan Kaide filminin yönetmeni Burak Çevik ile sinemasal yolculuğu üzerine konuştuk.

Söyleşi: Gizem Çalışır

Fotoğraflar: Edze Ali

Gizem Çalışır: Tuzdan Kaide Dünya prömiyerini Berlin Film Festivali’nin Forum bölümünde yaptı. Forum bölümünün yöneticisi Christoph Terchechte, “Bugüne kadar ne Türkiye ne de uluslararası sinemada böyle bir yapıt görmedim” dedi. Peki film genel olarak Berlin’deki gösteriminde nasıl karşılandı?

Burak Çevik: Bence çok bir yere konumlandıramadılar. Yani Avrupa festivallerinin Türkiye’den belli kalıplarda filmler bekledikleri bir gerçek. Bu kalıbın biraz dışına çıkmış bir film gördüklerini düşünüyorum; o noktada da tam olarak bir yere oturtamadılar. Çünkü belli kodlarla bakamadılar filme. Gösterim sonrası uzun sessizlikleri hatırlıyorum mesela. “Bu filmi hem Türkiye sinemasında hem Dünya sinemasında tam olarak nereye oturtuyorsun?” diye sordular. Bilmiyorum, ben bir yere oturtmuyorum, başkaları oturtabilir ama. Bir tane arkadaşım şöyle bir şey demişti: “Bu böyle UFO gibi bir şey.” Ben çok sevmiştim bu tabiri açıkçası. Kökü, kaynağı belli değil; böyle bir gözüktü, gitti ve o hissi bıraktığını düşünüyorum, seviniyorum. Forum bölümünün yöneticisi de çok hikâye takip etmeyen ama hikâyesi olan, mekânlar, oyuncuların yüzleri gibi elementler üzerinden ilerleyen ve başka bir şeyler denemeye çalışan görsel bir film olduğundan öyle bir açıklama yapmış herhalde sağ olsun.

Gizem Çalışır: Tuzdan Kaide şimdi de 37. İstanbul Film Festivali’nde gösterilecek ve hem Ulusal hem de Uluslararası Yarışma’da yarışacak. Bu süreç nasıl gelişti?

Burak Çevik: O dönem Berlin olmayabilirdi, öncesinde de bir sürü red almışız ve filme inanan az insan var; benim de yeni çıktığım bir dönem ve Kerem izleyip, bitirir bitirmez dönüp, “bunu Ulusal Yarışma’da istiyorum!” dedi. O noktada mesela, birinin daha doğrusu bir festival yönetmeninin bu filme inanması benim için çok önemliydi. Bir de şöyle bir ayrıntı verebilirim: Mesela Berlin o kadar heyecanlı geçmedi benim için, gittik geldik ve güzeldi elbette. Ama hatırlıyorum, yıllar önce bir film izlemiştim Atlas’ta festivalde ve kendi kendime kıstas olarak “bir gün bir filmim Atlas’ta gösterildiğinde kendime yönetmenim diyeceğim” dediğimi hatırlıyorum. Çünkü 10-12 yaşından beri deli gibi film izliyorum festivalde, iki haftada nereden baksan 45 film görüyorum ve oradan gelen kutsal bir tarafı var benim için Atlas’ın. Şimdi bütün ekip olarak katılacağımız filmin gösteriminin Atlas’ta yapılacak olması beni heyecanlandırıyor tabii. Uluslararası Yarışma’da gösterilecek olması da bence çok cesur bir hareket. Festivalin kararı bu tamamen. Daha ana akım şeylere yönelebilirlerdi ama bunun yerine daha deneyen ve risk alan bir filmi Uluslararası Yarışma’ya koymayı tercih ettiler.

burak-cevik-tuzdan-kaide-filmloverss

Gizem Çalışır: İlk uzun metrajında avangart ve bir noktada deneysel diyebileceğimiz bir filme imza attın. Ve bana kalırsa Tuzdan Kaide Türkiye sineması adına ayrıksı çizgide duran ve zamanla külte dönüşecek nitelikte bir yapım. Böylesine farklı çizgide duran ve merkezlerden bağımsız bir sinematik evren yaratma fikri nasıl doğdu?

Burak Çevik: Bir kere çıkış noktasının bir hikâye olmaması bence etkili oldu. Bir fikir, sinema üzerine düşünme pratiği ve bunu görüntülerle nasıl yapabilirim pratiği. Ve biraz daha o mekânlara tutunma, o mekânları anı gibi kaydetme… Aslında 2012’de yazmışım ben Tuzdan Kaide’nin bir kısmını; hatta Berlin’e basın olarak gitmiştim o yıl ve festivalde bir sürü film izliyordum. O dönem şeye çok takılmıştım, üniversite birinci sınıftaydım hatta, “film dediğin işte yüz sayfa senaryosu olur, sete böyle girilir” falan. Ben sete girmemişim hiç ama bir yandan da tüm bunları çok saçma engeller olarak buluyordum ve film yapma pratiğinin tek bir pratiği, tek bir yolu olmadığına çok inanıyordum. Ve yazdığım 4-5 satırlık şiir gibi bir senaryoydu. Bir tane kadın,  kürkler içinde, kayıkla geçiyor, bir tane kuşu var…

Gizem Çalışır: Sırf imgeler yani?

Burak Çevik: Evet, evet. Ve ben sırf bunu anlatmak istiyorum, dedim; yani ben bunu anlatmak için bu kadının köyden dönüşünü anlatmak zorunda mıyım? dedim. Mekânlar da böyleydi aslında. Kuşçu mesela, kuşlarla alakam yok ama ben lisede gitmişim oraya, hep böyle aynı mekândaki o planı görüp: burada bir kadın olacak, sırtı dönük olacak ve bir kuşçu ona kuşları anlatacak, 4 dakika izleyeceğiz bunu. Ben bu planı çekmek istiyorum, diyordum. Biraz da hikâye buna elverişli bir hikâye ve kendiliğinden gelişip bu şekilde kuruldu. Mekânlar, karakterler bir araya geldi. Çok güzel çaldım birçok şeyi, birçok filmden. (Gülüyor) Bazı sahnelerin o bakımdan çok kilit anlamları var yani. Mesela kadının hastanede inlediği sahne Haneke’nin bir TV filminden bir sahne ve çok güzel bir sahnedir o. Böyle bir sürü ilham kaynağım var aslında. Bunlar bir araya geldi. O dönem Albüm filminin peliküllerini taşıyordum ben ve uçakla 3 günde bir Kayseri’ye gidip geliyorum. Bir ayda 10 kez falan gittim ve orada olayı şeye çevirmiştim; bir sürü makalem var elimde onları okuyorum eritmeye çalışıyorum, işte Deleuze, Godard falan, sonra orada çıktı aslında. Bir şey oldu ve oturdum bir timeline çizdim ve her şey biraz öyle başladı. Uçaktan indim, bunu bir arkadaşıma gönderdim; o da “başlaman gereken şey işte bu” dedi. Uzun zamandır böyle başka şeyler de yazıp çiziyordum ama hangisinden başlamam gerektiğini bilmiyordum. Ve başladım. Ama yapım pratiğinin değişiyor olması filmin sonucunu çok etkileyen bir şey. Biz de bunu çok imece usulü çektik, çok az paraya çektik ama çok da paraya ihtiyacımız yoktu zaten; iki katı paramız da olsa aynı film çıkacaktı. Ama o imecelik, mesela Pedro Costa’nın film yapma tarzı, 4-5 insanla bir araya gelip, bir yıl boyunca takılıp film çıkarma tarzı, bana çok yakın geliyor. Bir sonraki filmimi de yapımda daha minör nasıl olabilirim, 20 kişiden 10 kişiye nasıl indirebilirim şeklinde düşünerek tasarlamak istiyorum. Ama her projenin gerektirdiği durumlar da farklı tabii.

“Kendi kendime kıstas olarak “bir gün bir filmim Atlas’ta gösterildiğinde kendime yönetmenim diyeceğim” dediğimi hatırlıyorum.”

Gizem Çalışır: Özetle, hepsi parçalı parçalı geldi ve bir noktada birleşti diyorsun.

Burak Çevik: Evet. Ama aşama aşama yapsaydık bu film daha farklı bir film olurdu zaten. Bu filmi çekmeye başladım sonra 6 ay durdum. Sonra tekrar sete girdim ve 6 ay yine durdum. Bu sırada, o 6 aylık aralarda kurgu yapıyorum ve filmin eksiğini falan da görüyorum. Bir yandan film bitecek mi acaba diye düşünüyorum. Onun psikolojik bir baskısı oluştu. Çünkü bir yere kadar para harcanmış ve bitirmek zorundasın. Filmden bir gün nefret ediyorsun, bir gün çok seviyorsun. Böyle gelgitleri var ama bunun sonunu görmek zorundasın. En büyük korkum da oydu zaten. Yani bir yerde nefret edeceğim bu filmden ve bırakmak daha kolay gelecek ama kendime yola çıktığımız ilk gün “bir yerde bıkacaksın ama berbat bir şey olsa da bunun sonunu görmek zorundasın” diye söz vermiştim. Gördük, iyi de gördük hatta.

Gizem Çalışır: Kafanda kurduğun o filmi yaptığına inanıyor musun peki?

Burak Çevik: Bir gıdım daha derli toplu olduğuna inanıyorum kafamdakinden. Çünkü kurguda çok derleyip topladım. Daha farklıydı senaryo ve görsel, bir sürü karakter attım aslında. Telesekretere konuşan bir erkek sevgili vardı ve filmin yaklaşık 10 dakikasıydı, ama attım. Animasyon vardı onu da attım ve böylece daha derli toplu, takip edilebilen ve soyut olmayan bir film haline geldi. Bunda Feride Çiçekoğlu’nun da çok büyük payı var; çünkü senaryoyu derleyip toplama aşamasında gerçekten çok yardımcı oldu.

burak-cevik-filmloverss

Gizem Çalışır: Tuzdan Kaide’de zamanda sabitlenen bir kadının ikiz kardeşini arama hikâyesini anlatıyorsun. Aynı zamanda filmin kendine has bir evreni ve dokusu var. Sadece kadın karakterlerin olduğu, vampirlerden ifritlere birçok varlığın bu evrende kendine yer bulduğu bir film Tuzdan Kaide. Yine birçok mitolojik ve dini olguya da göndermede bulunuyorsun. Biçimsel anlamda da dar bir formatta ilerleyerek negatif fotoğraflar, ultrason görüntüleri ve mimari çizimlerin olduğu farklı bir biçim deniyorsun. Tüm bunları bir arada düşününce filmin, özünde sinema sanatı üzerine düşünme egzersizi olduğunu söyleyebilir miyiz?

Burak Çevik: Söylüyoruz. Hatta direkt böyle söylüyorum ben. Lut kavmi hikâyesinden yola çıkarak aslında Bergson’dan “sinema kötücüldür”e gelen bir süreç var. Aslında net olarak ilk çıkış noktam Bergson’un sinemanın ilk dönemlerindeki düşüncesi oldu. Henri Bergson sinema yeni yeni keşfedilmişken şunu diyor: “Sinema, belli bir 24 -o dönem 18- kareden oluşuyor ama durağan kareler bunlar, biz bunu illüzyon olarak akışkan görürüz ve bu en sonunda aldatmacaya yöneliktir. Aldatmacaya yönelik bir mecra nasıl iyilik doğurabilir ki?” diyerek, ‘sinema ontolojik olarak kötücüldür’e geliyor. Sinema üzerine düşünüyorum ve sinema yapmak istiyorum, Fol’de film gösteriyorum ve kendime bu dünyada zaten kopyanın kopyası varken ben niye bir tane daha katman açıp film gösteriyorum ki diye soruyorum. En temelinde, “sinema nedir?” diye istikrarlı biçimde kendime sorduğum bir dönem. Bunları okuyup bir de Lut kavminin hikâyesini dinleyince ki o hikâye Milan Kundera’nın Ölümsüzlük isimli kitabında geçer. Filmde kadının anlattığı hikâyeyi anlatır ve der ki: “zamanda sabitleme Tanrı’nın en büyük lanetidir.” Bu sinemanın, fotoğrafın yaptığı şeyin aynısı. Yani biz insanları zamanda lanetliyoruz. Zamanda donmuş kadın fikri tamamen buradan geliyor. Bu bir vampir olabilir, şahmeran olabilir, her şey olabilir. Ben sinema yapmayacağım dediğim bir anda bu filmi yaptım. Öyle bir gidip gelme halinden doğdu yani. Biraz da filmle barışma ve filmin ne olduğunu kendime daha net sorduğum ve el yordamıyla bunun cevaplarını aradığım bir süreç oldu. Burada sinema üzerine bir dil arayışı da var, sinemanın ne olduğuna dair bir arayış da var ve temsil derdi de var filmin. Neticede sinema da bir temsil ögesi. Temsil nedir, temsil sadece kendisinin temsili mi olabilir diye düşünürken farklı temsil ögeleri, fotoğraflar, mimari çizimler olsun, bunları bir araya getirerek film yapmaya çalıştım. Filmdeki fotoğraf sekansı Sarkis’in iki bienal öncesi yaptığı bir işten geliyor. Sarkis, Fransa’daki 68’ gençlik hareketini fotoğraflar ama der ki “bu süreç aslında devam ediyor bu yüzden ben bunu fotoğrafa basamam” ve negatiften sergiler. O sekans tamamen buradan geliyor.

“Ben sinema yapmayacağım dediğim bir anda bu filmi yaptım.”

Gizem Çalışır: Biraz da Fol’den bahsedelim. Fol Sinema Topluluğu deneysel ve avangart filmlerin gösterildiği ana akımdan uzak bir alt kültür oluşumu ve sen de bu oluşumda birçok kez küratörlük yaptın. Ve bu oluşum vesilesiyle bizler de birbirinden ilgi çekici deneysel filmler izleme fırsatı yakaladık ki Merlyn Ecer’in Tekerleme’sini senin vesilenle izleme fırsatı yakalayanlardan biriyim. Bu süreç muhtemelen Tuzdan Kaide için de ilham vermiştir sana diye düşünüyorum. Hem bu süreci hem de gelecek günlerde ne tür programlar ve seçkilerin bizi beklediğini sormak isterim.

Burak Çevik: Bu arada Tekerleme’nin izini hissediyor musun Tuzdan Kaide’de?

Gizem Çalışır: Hissediyorum tabii. Onu da hissediyorum, A Ay’ı da hissediyorum. Özellikle kayık sahnelerinde ve birkaç farklı imgede epey görünürdü benim için.

Burak Çevik: Mesela Kutluğ Ataman’ın Karanlık Sular’ı da bir yarıktır bende ve evet A Ay da kesinlikle var. O da bir UFO filmdir mesela. Ben onu ilk izlediğimde gerçekten çok şaşırmıştım, bir insan niye böyle bir film yapar ki diye de sorgulamıştım ve Hayat Var da keza öyle. Hatta onu izledikten sonra “ben kesinlikle sinema yapacağım” demiştim kendime. Fol’e gelecek olursak; üniversite zamanı aslında film yapmaktan kaçmak için kurduğum bir oluşumdu. Gösterdiğim filmlerin çok kitle toplayacağını düşünmeden, ilk 6 ay sadece 4-5 kişinin geldiği ama benim “okey kimse gelmesin ben tek başıma da izlerim” modunda devam ettiğim ve biraz “sinema nedir”i öğrenmeye çalıştığım bir çabaydı. Ve bildiğimiz sinemadan başka bir film nasıl yapılabilir kısmını da orada çok gördüm. Mesela bir saat boyunca piksel izlettirdiğimizi hatırlıyorum. Ama oraya bakıp, bu da var ve bu da olabilir, buradan da bir şey çıkarabiliriz düşüncesini görüyordum. Bu anlamda birçok film etkiledi. Direkt söyleyebileceğim filmler de var. Hollis Frampton’ın, Amerikan avangardının çok etkisi var. Sinema nedir’e çok yaklaştığım anlardı onları keşfetmek. Filmin garipliği de belki biraz bu etkilerden geliyor. Çünkü film üzerine düşünme, kendi kendini eğitme pratiği onlar da. Nisan sonu Salt Beyoğlu açıldığında sessiz film üzerine, eski filmlerin gösterimi olacak. Jane Epstein olacak mesela aralarında. Şu an kesinleşmedi ama olursa Merlyn’in hiç gösterilmeyen bir filmi daha var, onu da göstermek istiyorum.

Gizem Çalışır: Son olarak; gelecek projelerinde bahsedebilir misin? Bildiğim kadarıyla şu an olası ikinci uzun metrajın için Köprüde Buluşmalar’a katılıyorsun.

Burak Çevik: Aslında iki ve üç arka arkaya olacak gibi. Yakın zamanda yapmayı düşündüğüm kurmaca ve belgesel karışımı bir film var. Kriminal bir hikâyenin peşinden gidiyor. Mekânları tekrardan ziyaret edeceğim bu süreçte. Ama bir yandan romantik bir filme de uzanan türlerin geçiş yaptığı bir film düşünüyorum. Köprüde Buluşmalar kısmında da aslında uzun süre üzerinde çalışacağım bir filmin ilk adımları atılıyor. O da aslında herkesin çok iyi bildiği Yedi Uyurlar hikâyesi. Bu hikâyenin garip bir yeniden yorumu olacak.

Daha yazı yok.
Filmloverss.com size daha iyi hizmet sunmak için çerezleri kullanır. Sitede gezerek çerezlere izin vermiş sayılırsınız. Ayrıntılı bilgi close-cookie-information