37. İstanbul Film Festivali kapsamında gösterimi gerçekleştirilen, Sundance ödüllü Kelebekler filminin yönetmeni Tolga Karaçelik ile filmin çekim süreci, esin kaynakları ve festival yolculuğu üzerine kapsamlı bir söyleşi gerçekleştirdik.

Söyleşi: Utku Ögetürk, Ecem Şen

Deşifre: Hazal Şen

Fotoğraflar: Edze Ali

Utku Ögetürk: İlk olarak Kelebekler’in ortaya çıkış sürecinden bahsedelim. Önceden bu fikir zihninde var mıydı yoksa ilk iki filmden sonra mı oluştu?

Tolga Karaçelik: Kelebekler’i yaklaşık 2012’den beri yazıyorum. Mazhar Candan, amcam diyorum kendisine ama yengemin dayısı esasında. O vefat ettikten sonra ben yazmaya başladım bu hikâyeyi. Hatta cenazesinde imam yanımdaydı, “Hep yeraltı şairi olmak istiyordun sonunda oldun Mazhar.” dedim. İmam da sert bir şekilde baktı, Mazhar olsaydı gülerdi. Ve bir zaman sonra onun üzerine ölümün de bir yan konu olduğu bir hikâye yazmak istedim. Ölümle de dalga geçebileceğim, önümde henüz vakit de varken, Mazhar’ın kaybını anladığım zaman, o ölüm bana çok dokunduğu zaman aslında ondan intikam almak istediğimde yazmaya başladığım bir hikâyeydi. İlk başta iki karakter vardı: Cemal ve Kenan. Dolayısıyla özellikle de Sarmaşık’tan sonra bir daha asla sadece adamların olduğu bir sete adım atmayacağıma yemin ettim. Hatta mümkünse hiçbir erkekle görüşmek istemiyordum o dönemlerde. Film, 2012 Köprüde Buluşmalar’da Pitching Ödülü almıştı. Daha sonrasında o beni tatmin ettiği için hayatımdan çıkardım ve kenarda durdu. Daha sonra filme Suzan karakteri girdi. 2016’da Suzan girdikten sonra bu filmi tekrar çekmeye başladım. Ve hikâye artık benim acılarım, travmam, dramım değil tamamen bu üç kardeşin hikâyesi oldu. Dolayısıyla filmi, Suzan karakterinin girmesiyle çektim diyebilirim.

Ecem Şen: Farklı farklı karakterler görüyoruz. Ayrı yerlerde birbirlerinden kopuk şekilde büyümüşler. Bir tanesi Almanya’da astronot, bir tanesi seslendirme yapıyor ev videolarına, bir tanesi anaokulu öğretmeni. Bu birbirinden çok farklı karakterleri yaratırkenki motivasyonun neydi?

Tolga Karaçelik: Film bende genelde iki türlü oluyor. Ya karakterler üzerinden gidiyor Gişe Memuru’nda olduğu gibi ya da anlatmak istediğim bir ana cümle üzerinden gidiyor. Bu film biraz ikisinin karışımı oldu. Hepsi esasında çocuk kalmış karakterler, ortak özellikleri bu. Ve onların bu çocuk hâllerini çok seviyorum. O büyüyememişlik hâli üzerlerinde duruyor ve bir şekilde yaptıkları şeyler, aldıkları kararlar da öyle. Biri astronot olmak istiyor ama uçamıyor, gidemiyor. Biri aktör ama oraya yönelmiyor, seslendirme yapıyor. Diğeri anaokulu öğretmeni ama çocukların önünde ağlayabiliyor, sinir krizi geçirme eşiğinde. Karakterlerin o olmamışlık hâlleri kendi hayatlarındaki olmamışlık hâlinden geliyor. Dolayısıyla ortak özellikleri bu diyebilirim.

“Hikâye artık benim acılarım, travmam, dramım değil tamamen bu üç kardeşin hikâyesi oldu.”

Utku Ögetürk: Bu noktada ben şunu soracağım, senaryo dinamiğine baktığımızda, film astronot olmak isteyen Cemal’le açılıyor. Biraz daha onun merkezde olduğu bir hikâye anlatılıyor. Adam bir şeylerden öylesine kaçmak istiyor ki astronot olmaya kadar gidip bu gezegende dahi yaşamak istemediğini görüyoruz. Diğer karakterleri yaratırken bu süreçte neler düşündün, onların yaşadıkları travmalarla ilgili olarak ne eklemeyi planladın?

Tolga Karaçelik: İzleyen herkes farklı bir karakterin ana karakter olduğunu söylüyor. Mesela sen Cemal diyorsun, başka bir muhabir arkadaşım filmi Suzan’ın hikâyesi diye izlemiş, başka bir arkadaşım Kenan’ın hikâyesi demiş. Hatta tekrar tekrar izleyenlerden de hep aynı şeyi duydum, her izlediğimde başka birinin hikâyesi oluyor, diyorlar. Bu üçünün hikâyesi. Üçünün bir araya gelme hikâyesi. Sadece Cemal onları çağıracağı için Cemal’le başladım. Dolayısıyla bu Cemal’in hikâyesi diyemem. Hepsi, dediğim gibi aynı motivasyona hizmet ediyor. Ben büyüyememişlerin hikâyesini yazdım. 6 yaşında biri yazmış, 6 yaşında biri çekmiş ve 6 yaşındaki aktörler oynamış gibi izlensin istedim.

tolga-karacelik-filmloverss

Utku Ögetürk: İlk filminde direkt olarak bir baba meselesi vardı. İkinci filmde baba meselesi biraz daha devlet, üzerimizdeki erk algısı gibiydi. Üçüncü filminde ise yine babanın olmayışı, yoksunluğu üzerine bir işleyiş var. Bir baba var belli ki ve üç filmde de anlatılması bir şekilde buna hizmet ediyor.

Tolga Karaçelik: Burada esasında insanları bir araya getirmek için kullandığım bir öge baba. Onun kaybı belki de filmin anlattığı nokta, filmin kendi içinde bir kullanma kılavuzu denebilecek bir sahne belki de matruşka muhabbetinde saklı. Yani bunlar anneleri öldükten sonra mı dağılmışlar, hikâye orada mı başlıyor, yoksa babaları ölünce mi bir araya geliyorlar. Esasında bu hikâye bir babasızlık hikâyesi değil, bu hikâye üç insanın bir araya gelip bir şeye inanmasının hikâyesi. Aile olmaya, hatırlamaya inanma. Bu inanç üzerine bir hikâye. Sevgililik de böyledir. Eğer karşındaki insanın seni sevdiğine inanıyorsan ona güvenirsin. Aile olmak da inanmak üzerinden oluşan bir şeydir. Dolayısıyla bir birliktelik filmi bu. 40 milyon yalnızın yaşadığı bu ülkede, yalnızlık hisseden üç karakterin bir araya gelme isteği ve gelememeleri üzerine bir film. Ben burada babayı anlatmıyorum.

Utku Ögetürk: Burada şöyle bir nokta var. Filmin karakterleri üzerinden bunu yazarken, ilk iki filmi de göz önüne aldığımda seni etkilediğini görüyorum. “Ama babamız çağırdı, babamız söyledi, babamız beklerdi, babamız bıraktı.” gibi. Özellikle bu Cemal’de var. Ama babasına en çok sinirlenen olmasına rağmen yine babasını da en çok seven Kenan karakteri aslında.

Tolga Karaçelik: Muhtemelen.

Ecem Şen: Bir yandan da en büyük yüzleşmeleri mezar başında yaşanıyor.

Utku Ögetürk: Yani burada da aslında yoksunluk olmasına rağmen üç karakterin üzerinde de en tepede baba karakteri çok büyük bir ağırlık yaratıyor.

Tolga Karaçelik: Kesinlikle öyle, inanmanın temelinde olduğu için bu durum var. Babasızlığın etkisi tabii ki çok fazla var ama bu baba meselesinden ziyade, bir araya gelme ve gelememe üzerine bir film.

Utku Ögetürk: Biraz daha duygusal bir filmdi diyebilir miyiz?

Tolga Karaçelik: Muhtemelen. Şöyle aslında, Gişe Memuru daha çok benim ilk çıkma hikâyem. Sarmaşık, benim gördüğüm dünya görüşü üzerine. Bu film, üç kardeşin hikâyesi. Yaşadıkları, ayrı ayrı hissettikleri ve bir araya gelseler ne olur, gelmeseler ne olur bunun üzerine. Evet her ailede inişler çıkışlar var, aileden bahsediyorsak bunu göz ardı edemeyiz.

“40 milyon yalnızın yaşadığı bu ülkede, yalnızlık hisseden üç karakterin bir araya gelme isteği ve gelememeleri üzerine bir film.”

Ecem Şen: O zaman biraz daha filmin dışına çıkalım. Filmografine baktığımızda genel olarak psikoloji, gerilim, dram janralarını görüyoruz. Bu yolda gerçekten çok başarılı bir çizgide ilerliyorsun. Bu nokta dışarıdan bakıldığında kara mizaha geçiş de riskli bir hareket olarak görülebilir. Eğer bunu bir risk olarak tanımlarsak, bu riski almaya nasıl karar verdin?

Tolga Karaçelik: Benim için bir risk yok. İzlemek istediğim filmi çekiyorum. Yarın bir müzikal yapmak istersem yaparım. Zaten çok da bu ülkede bunun umursanacağını düşünmüyorum. Bence bir sanatçı yediği tasa pisliyorsa o zaman gerçekten sanatçıdır. Eğer gerçekten bir şeyler yapmak istiyorsan ilk başta seni sevenleri terk edeceksin bence. Bu benim izlemek istediğim bir filmdi ve çok da keyif alarak izliyorum. Bir de 36 yaşındayım, daha üçüncü filmimi çekiyorum. Dolayısıyla hesap vereceğim tek kişi kendimim. Samimi olarak içimden ne geliyorsa onu yapıyorum. Ve bunun kalıcı olduğuna inanıyorum. Bir şekilde bu filmi hiç sevmeyecekler olacaktır, Gişe Memuru’nu seven bir kitle vardır, Sarmaşık’ı bu filmden çok daha sevenler olur. Ne güzel işte, aynı şarkıyı yıllardır çalan bir grup olmak istemem. Bundan hiç haz da almam. Her film benim için yeni bir dönüşme süreci. O güvende olma hissi bana uyuma hissiyle benzer geliyor. Güvende olma hissi beni çok da mutlu etmiyor. Yaşlanmak istemiyorum. Dolayısıyla benim için yeni bir şey bu. Daha henüz gençken de yeni şeyleri denemek istiyorum. Muhtemelen ileride bana çok insan kızacak. Umarım da kızarlar, umarım kaale alırlar da kızarlar.

“Eğer seyirciye o ritmi samimi bir bütünlükle verirsen, hiçbir zaman filmin içinden çıkmıyorlar.”

Utku Ögetürk: 2000 sonrası Türkiye sinemasına baktığımızda tektipleşen bir sinema görüyoruz. Özellikle festivallerde bir film ödül aldıktan sonra herkesin benzer filmler yapma durumu oldu. Bu aslında Türkiye’deki dramı anlatan uzun bakışmaların olduğu filmler serisi oldu. İyisi de yapıldı kötüsü de. Ama daha da önemlisi onlarca kötü film çıkmaya başladı. Senede onlarca kötü film görüp bir iki tane iyi film izleyebilir noktaya geldik. Dolayısıyla sen burada daha cesur bir hareket yapıyorsun ve aslında hem tür sinemasından gidiyorsun hem de sana özgü bir filmografi oluşturuyorsun. En son aldığın ödülle de “yurtdışından ödül almak için böyle bir film yapılmalı” algısını kırıyorsun ve bu çok cesur bir adım.

Tolga Karaçelik: Böyle düşündüğünüz için teşekkür ederim. Ama bu öyle yapayım diye yaptığım bir şey değil. Belki de doğuştan gelen bir şey. Ben sinema okusaydım muhtemelen aynı işi yapmak isteyen o kadar insanın arasında çok sıkılırdım. Gişe Memuru’nu çekerken öyle bir film yoktu, Sarmaşık da aynı şekilde. Büyülü gerçekçilik, komedi ve gerilimin bir arada olduğu bir film yoktu. Aynı şekilde bunun da geleceğin yeni yönetmen adayları için anlam ifade eden bir film olacağını düşünüyorum. Komediyle dram arasında gidip gelen dünya sinemasından izlediğim çok film yoktu. Ve bu kadar iki ayrı uç olacak şekilde bir komedinin içinde yer alması -tavuk patlaması gibi-, absürtleşmeden, yabancılaşmadan hikâyeyi anlatmaya devam edip bir saniye sonra insanları duygulandıracak sahnelerin olacağı bir film yapmaya çalıştım. İmkânsız bir filmdi bu. Çekmeden önce düşündüğüm şey buydu, bunun imkânı yok diyordum. Ama film işliyor bence. Duygulandırıyor da, ağlayanı da gördüm, ağladıktan sonra güleni ve sonra tekrar ağlayanı da gördüm. Dolayısıyla bu benim çektiğim en zor filmdi. Yönetmenlik açısından da çektiğim en iyi film budur. Sarmaşık’ın senaryosunu birine verirseniz onu iyi kötü çeker. Bir şey olur o film ama bu filmi benden başka kimse çekemez. Rezil olabilecek bir film bu, gerçekten.

Utku Ögetürk: Genç bir yönetmensin ve özgün adımlar atıyorsun. Bu noktada dünya sinemasına baktığında kendine örnek aldığın birileri var mı?

Tolga Karaçelik: Örnek aldığım biri yok. Sevdiğim filmler, yönetmenler var ama örnek almıyorum.

kelebekler-tolga-karacelik-filmloverss

Utku Ögetürk: Sundance sonrası sence sinemanda ne gibi değişiklikler olabilir? Avrupa’da, dünyada tanınma, belki biraz daha kolay fon bulabilme ihtimalin artar mı?

Tolga Karaçelik: Sundance öncesi-sonrası diyemem çünkü bu bir süreç. Daha önceki filmlerim toplamda 60 festivalde gösterildi ve yurtdışından, uluslararası ve ulusal festivallerden 20-30’a yakın ödüller aldılar. Sarmaşık TIFF’te gösterildi. Zaten Sundance’te açılışını yaptı. Bu sefer de festivallere gittiğim zaman sadece o filmle ilgili soru sormuyorlar, Gişe Memuru’nu da Sarmaşık’ı da soruyorlar. Sundance benim hayatımda hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Yani üretim açısından hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Ama Sundance sonrası mesela akademi üyeliği teklifleri gelmeye başladı. Zaten Sundance’ten önce, Sarmaşık’tan sonra da oradan senaryolarla ilgili konuşmalar olmaya başlamıştı. Sarmaşık’ın bir opsiyon hikâyesi var biliyorsunuz. Dediğim gibi, ben yazar yönetmen olduğum için şu anda hikâyelerimin beni nereye götüreceğini bilmiyorum.

Utku Ögetürk: Türkiye’deki sektörde yönetmenlerimizi çok fazla bir arada göremiyoruz. Sizin Emin Alper ile çok iyi bir dostluğunuz var, gençler için de güzel bir mesaj veriyorsunuz. Aynı zamanda da ben çok fazla görmedim yönetmenin bir önceki filmine atıfta bulunan bir karakteri filmine koyması.

Tolga Karaçelik: Film Nadir’in aradığı köyde geçiyor biliyorsunuz. Emin çok tatlıdır, hakikaten rica ettim ve geldi. Emin’i sette mahvetmek istiyordum “olmadı tekrar, olmadı tekrar” diye (gülüyor).

Ecem Şen: İstediğin kadar çok tekrar alabildiniz mi?

Tolga Karaçelik: Hiç almadık ya, o zevkten beni mahrum bıraktı (gülüyor). Geldi çat çat oynadı. Bir de yakışıklı gözüküyor, kameraya da yakışıyor. Serkan da kırmadı beni, o da çok yakın bir dostumdur. Bir de güzel olacağını düşündüm, o da sağ olsun atladı geldi. Benim canlandırdığım karaktere gelince, bendeki tamamen “topu ben getirdim ben oynayacağım” şımarıklığı (gülüyor).  Baktım karakter iyi, ben bunu oynarım dedim. Kurtuluş Son Durak’ta da küçük bir rol oynamıştım. İğrenç karakterleri oynamayı çok seviyorum. Tabii Tuğçe ile karşılıklı oynamanın da keyfi, anısı var.

Utku Ögetürk: İlk film Serkan’dı, ikinci film Nadir, üçüncü film Bartu. Oyuncu yönetiminde bir formül olduğu açık. Her üç filminde de karakterlerin böyle çok iyi çıkıp sinema tarihine adlarını yazdırmaları çok kolay bir şey değil. Oyuncu yönetimini nasıl gerçekleştiriyorsun, oyuncularına bir özgürlük alanı veriyor musun?

Tolga Karaçelik: Üçünü performans bakımından çok eşit görüyorum. Mesela Bartu’nun oynadığı karakter daha civcivli olabilir, Tolga’nın oynadığı karakter çok daha zor olabilir, Tuğçe de Bartu da öyle dolaşabiliyorlar etrafta. Üçü de çok kilit, üçü de birbirlerine yardımcı olma açısından çok önemli yerlerde. O yüzden ben üçünün performansını da çok beğeniyorum. Ben oyuncuyu seviyorum, benim işim zaten oyuncuyu yönetmek. Yazarken oynuyorum mesela, esasında repliklerle, ritimle başlıyor. İnsanların ritminin, karakterinin oturmasıyla başlıyor. Eğer seyirciye o ritmi samimi bir bütünlükle verirsen, hiçbir zaman filmin içinden çıkmıyorlar. Tavuk patlatsan da kafalarının içinden sarmaşık çıkarsan da çıkmıyorlar. Çünkü baştan beri o karakterleri belli bir tutarlılıkla veriyorsun. İşin ortak noktası samimiyet ve bence her şey iyi insan olmakla başlıyor. Sette iyi insan olmakla, replikleri yazarken iyi insan olmakla, karakterlerine ihanet etmemekle başlıyor. Oyun alırken yalancılıklarına sette kanmamakla devam ediyor, çünkü oldurmaya çalışmak sinemanın en büyük düşmanıdır. Bir şey ya vardır ya yoktur, olana kadar da yoktur. Benim ilgilendiğim o bütünlükte bıraktığı his. Çünkü iyi bir film, salonda izlenir ama sinema o salondan çıktığın anda başlar. “Bu karakterler acaba şu an ne yapıyor?” diye düşünüyorsan bir şeyler başlamıştır.

Utku Ögetürk: Çok keyifli bir röportajdı, teşekkür ederiz.

Tolga Karaçelik: Ben teşekkür ederim.

Daha yazı yok.
Filmloverss.com size daha iyi hizmet sunmak için çerezleri kullanır. Sitede gezerek çerezlere izin vermiş sayılırsınız. Ayrıntılı bilgi close-cookie-information