Bu yıl ilk kez deneyimleyebilme şansı bulduğum Toronto Film Festivali, birçok açıdan beklediğimden çok daha yoğun geçiyor. Sabah 8.30’da başlayan gösterimler, Geceyarısı Çılgınlığı bölümündeki filmlerle gece 2 sularında sona eriyor. Kişisel olarak, deneyimlediğim en yoğun festival olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Diğer festivallere göre en büyük avantajı ise festivalin programının ciddi bir özenle hazırlanmış olması. Bu sebeple, filmlerle ilgili eleştiri yazılarını, basın gösterimlerinin azalacağı, önümüzdeki günlere bırakarak filmler hakkında kısa kısa değerlendirmeler yaptığım günlüklere devam ediyorum.

Günün filmlerine geçmeden önce, beni buraya geldiğimden bu yana en çok şaşırtan konuya değinmek istiyorum; festivalin muazzam gönüllü kadrosu. Türkiye’deki festivallerde de özellikle üniversite öğrencilerin çoğunlukla görevli olduğu bir gönüllü ekibi görmek muhtemel ancak burada bahsettiğim gönüllü kadrosu yüzlerce insandan oluşuyor. Bu gönüllüler, sadece sinema salonlarında değil, şehrin her yerinde karşınıza çıkabiliyor, herhangi bir sorununuz varsa çözüyorlar, her konuda (yol tarifi dahil) size yardımcı oluyorlar. Üstelik sadece üniversite öğrencileri değil, gönüllüler arasından her yaştan, her meslekten insanla karşılaşmak mümkün. Festivalin her film öncesi gönüllüleri onore eden bir reklam filmi oynatması ve onları alkışlatması ise takdir edilesi.

The Current War

benedict-cumberbatchin-thomas-edisonı-canlandırdıgı-the-current-wardan-fragman-yayınlandı-2-filmloverss

Alan Turing, Julian Assange ve bu kez de Thomas Edison… Ukala ve üstten bakan tavırları ile bilinen isimlerin hayatlarından kesitlerin sunulduğu biyografik filmlerde Benedict Cumberbatch’ı görmekten siz de çok sıkılmadınız mı? Sevilen oyuncunun, düzenli olarak vasat filmlerde, önemli karakterleri canlandırması ve performanslarının kendini taklit eden birer kopyaya dönüşmesinin – Sherlock’u da buna dahil edebiliriz- Cumberbatch’ın kariyerine zarar vermeye başladığını düşünüyorum. Thomas Edison’ın George Westinghouse ile olan rekabetini konu alan film, görüntü yönetmeni Chung-hoon Chung’un ustalığında görsel bir şölene dönüşüyor olsa da, senaryosunun zayıflığı, Tesla’nın filmin son bölümüne kadar görmezden gelinmesi ve Thomas Edison ile George Westinghouse arasındaki ilişkinin temellerinin irdelenmemesi, bu dikkat çekici hikayenin sürünmesine sebep oluyor.

Thelma

Thelma_norvec-oscar-aday-adayi-filmloverss

Norveçli yönetmen Joachim Trier’in senaryosunu, uzun zamandır birlikte çalıştığı Eskil Vogt ile kaleme aldığı Thelma, yönetmenin sinemasını üzerine inşa ettiği gençlik teması üzerine kurulmuş olsa da, imgeler, ışık kullanımı ve gerilimin dozajının artılması gibi detaylarla Trier’in sinemasında yeni bir kapı araladığı film olarak görülebilir. Filme adını da veren Thelma isimli genç bir kızın, kendini  ve bedenini keşfetmeye başlamasıyla, süper güçleri olduğunun ortaya çıkması meselesinde cadılık mitlerinden beslenen Trier ve Vogt, bu süreci çoğunlukla yılanlar -yer yer de diğer hayvanlar- üzerinden aktarılan metaforlarla anlatmayı tercih ediyor. Hem cadılıktan beslenilmesi, hem de kullanılan imgelerin çokluğu filmi seyirci açısından bolca soru işareti olan bir filme dönüştürmüyor veya karmaşık bir hale getirmiyor, aksine ikilinin anlatmak istediği detaylar son derece net bir şekilde perdede hayat buluyor. Trier’in bu bilimkurgu soslu, erotik gerilimi  Thelma, bittikten sonra üzerine uzunca bir süre düşündürecek malzeme bırakıyor.

mother!

darren-aronofskynin-javier-bardem-ve-jennifer-lawrencelı-mother!-filminden-yeni-fragman-2-filmloverss

mother! ya da Aronofsky’nin büyük hayal kırıklığı…

Aronofsky’nin 2014 yılında hayal kırıklığı yaratan Noah’tan bu yana ilk filmi olan mother!’ın, yayınlanan afiş ve fragmanlarından Black Swan, Rosemary’s Baby ve Shutter Islandvari bir atmosfere sahip olduğu gözüküyordu. Film, bir çiftin, evlerine gelen iki yabancının hayatlarına girmesi sonrası ilişkilerinde ve hayatlarında yaşanan değişimi konu alıyor.

Aronofsky’nin mother!’daki meselesi sanatçıların ve/veya göz önünde olan isimlerin yaşadığı popülerliğin insan egosu ve ilişkiler üzerindeki etkisi. Sırasıyla son eserini bitirmeye uğraşan bir şairin yaşadığı çöküş, ilham bulma süreci ve yükselişi üzerinden, sevgilisiyle olan ilişkisinin sorgulandığı filmde, her iki tarafın da ruh hali, özellikle Mother’ın (Jennifer Lawrence) çıldırışı üzerinden yansıtılıyor. Sinemasını imgeler üzerine kuran Aronofsky’nin, son derece kişisel bir hikayeye hizmet eden filmi, seyirciye bir yerden sonra “ben bu filmi neden izliyorum?” sorusunu sorduruyor, evin içerisine sıkıştırdığı hikayesi sadece Mother’ın değil seyircinin de bu evin içerisinde bunalmasına sebep oluyor.

Son bölümünde, gerçek ile hayalin tamamen birbirine karışmasıyla oluşan korku tüneli filmin enerjisinin yükselmesini sağlıyor belki ama anlattığı hikayenin altının bir türlü doldurulamaması, Aronofsky’nin eserinin her geçen dakika, kendisini daha küçük düşürmesine sebep oluyor.

Daha yazı yok.
Filmloverss.com size daha iyi hizmet sunmak için çerezleri kullanır. Sitede gezerek çerezlere izin vermiş sayılırsınız. Ayrıntılı bilgi close-cookie-information