“Öze Dönüş” sloganıyla yola çıkan 56. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin Ulusal Yarışması, Orçun Behram’ın Bina ve Faysal Soysal’ın Ceviz Ağacı adlı filmleriyle başladı.
Bina
Orçun Behram’ın imzasını taşıyan ve dünya prömiyerini Toronto Film Festivali’nin Keşif bölümünde yapan Bina, korku sinemasının unsurlarını kullanmak suretiyle bir distopya hikâyesi anlatıyor. Hikâyeye göre distopik bir ülkede hükümet halk üzerindeki etkisini daha da artırmak için bütün ülkede yayınlanacak tek bir yayın, tek bir haber bülteni sistemi kurmaya karar verir. Binalara takılacak bir antenle artık bütün vatandaşlar yalnızca bu bülteni izleyecektir, anteni taktırmak da bülteni izlemek de zaruridir. Ülkedeki tek tip binalardan birinde yaşayan apartman sakinleri ve binanın bekçisi Mehmet’in hayatı, bu antenin binaya takılması sonrasında tamamen değişir… Bina, günümüz Türkiye’siyle dirsek temasındaki hikâyesi ve ülkemizde örneğini az gördüğümüz bir türe dâhil olmasıyla dikkat çeken bir film. Bununla beraber vaatlerini tam anlamıyla yerine getirebildiğini söylemek güç. Bir distopya hikâyesi sunan filmin, bu ditopyanın sınırlarını çizmekle ilgili ciddi bir sorunu var. Baskıcı rejimin dayanağına ve ideolojisine dair bir izahat göremiyoruz zira. Distopyaya evrilen gelecekte iktidarın medya kanalıyla gücünü daha da artırması günümüzde neredeyse kendini gerçekleştirmiş bir distopya fikri. Bu nedenle hikâye, artık ziyadesiyle eskiyen, hakkında yeni bir şey söylemenin zaruri ama zor olduğu bir çıkış noktasına sahip. Ne yazık ki yeni bir şey söyleyebildiğini iddia etmek de zor. Örneğin filmde, filmin kötücül gücü olarak çizilen kara propagandanın evlere katran benzeri bir madde olarak sızdığını görüyoruz ki görsel olarak güçlü anlara sebebiyet veriyor bu, lakin bu “kötülüğün” kimde tam olarak hangi etkiyi, neden yarattığını anlayamadığımız gibi, filmin çıkış noktası olan distopya hikâyesi, bir yerden sonra sadece stilize gerilim sahnelerinin tasarlanmasına “vesile” olan bir süse dönüşüyor. Uzun süresine yayılamayan distopya fikri, bir yerden sonra tekrara düşerek etkisini de yitiriyor. Karakterler arasında başlangıçta inşa ettiği ilişkileri de yarım bırakan, salt hepsinin yaşadığı kabusvari deneyimlere odaklanan Bina, iyi tasarlanmış gerilim sahneleriyle, yönetmeninin de etkilendiğini söylediği 80’lerin korku filmlerini andıran ve hiç de fena olmayan mekan, ses tasarımı gibi işçilikleriyle akılda kalıyor.
45/100
Ceviz Ağacı
2013 yılında çektiği ilk filmi Üç Yol ile 25. Ankara Film Festivali’nde Umut Veren Yönetmen Ödülü kazanan Faysal Soysal’ın ikinci uzun metrajlı filmi Ceviz Ağacı, Bolu, Göynük’te edebiyat öğretmenliği yapan Hayati adlı 30’lu yaşlarının sonunda bir adamın hikâyesine odaklanıyor. Babası vaktiyle bahçelerindeki ceviz ağacında kendisini asmak suretiyle intihar eden ve karısıyla da boşanmak üzere olan Hayati’nin zor günler geçirdiğini görüyoruz filmde. Ceviz Ağacı’nın Hayati’si Yeni Türkiye Sineması diyebileceğimiz “bağımsız filmler”in taşrada sıkışıp kalan erkek karakterlerinde gözlemlediğimiz travmaların toplamına aynı anda sahip. Babasının intiharı nedeniyle onun yükünü taşıyan, baba travmasını aşamamış, annesine kendisini bir türlü ispat edememiş, karısı tarafından “anlaşılamamış”, politik olarak “iyi insan” sularından gezinen, 12 Eylül’ün etkisini iliklerine kadar hisseden ama darbenin ya da ceberrut devletin bugünkü temsilcilerine öfke duyduğunu da görmediğimiz, illa ki şiirle, edebiyatla hemhal olan, taşra erkeğinin sinemamızdaki yansımasını sık gördüğümüz karakter özelliklerinin hepsini üstünde taşıyan tam bir All Star Hayati. Hayatını allak bullak eden olaysa temelde karısıyla olan boşanma süreci. Neredeyse insanlıktan nasibini almamış, her anı nevrotik bir karakter olarak çizilen karısı Selma’nın boşanma sürecinde Hayati’ye “yaşattıkları” karşısında öfkelenmemizi, Hayati’nin tribününde bayrak sallamamızı, en nihayetinde Selma’nın yaşadığı akıbeti de neredeyse onaylamamızı bekliyor film. Bir yandan fonda şiddete uğrayan kadınları, kurbanı suçlayan erkeklere yer vererek toplumdaki kadın algısıyla ilgili bir eleştiri getirmeye çalışırken, film boyunca ana karakterlerinden Selma’yı yer aldığı her sahnede olumsuz bir davranış sergilerken göstermek suretiyle mizojenisini sürdürüyor. 123 dakikalık uzun, hissedilen süresi daha da uzun zaman dahilinde Selma’nın kendisini ifade edebildiği bir tek sahne yer alırken o sahnede de tam olarak derdini anlatabilmesi mümkün olmuyor. Selma’nın tek kabahati de Hayati’den boşanmak istiyor oluşu. Halbuki bu kadar “iyi”, bu kadar bilgili, böylesine travmalar yaşamış bir erkek nasıl olur da terk edilebilir? Film bunu anlamaya çaba sarfetmediği gibi, Selma’yı sözde aydın, okumuş, sanata meraklı bir kadın olarak yansıtıyor ve temsil ettiği “anlayışsız”, “dejenere” hâlini neredeyse karakterin bu özelliklerine bağlıyor. Hikâye dâhilinde Hayati’nin babasıyla, en iyi arkadaşı olarak gördüğümüz Ahmet’in babası arasında, 12 Eylül’den kalma bir hesaplaşmanın da izini sürüyor film. Ancak bu hikâye de arada konuşulan bir takım eski hadiselerden öteye gidemeyen, tam olarak işlenemeyen bir hikâye olarak havaya karışıp gidiyor. Ceviz Ağacı’ndan akılda kalan tek iyi şey, Serdar Orçin’in filmin uzun süresi boyunca aksamayan ve filmi ayakta tutan performansı oluyor.
20/100