50 yılı aşkın sinema kariyeri boyunca Amerikan sinemasını adeta yeniden tanımlayan filmlere imza atan, günümüzün sinema estetiğini, anlatısını etkileyen yönetmenler arasında kendisine özel bir yer edinen ve hâli hazırda üretmeye devam eden bir isim Martin Scorsese. Son olarak çektiği The Irishman’le formundan zerre kaybetmediğini ve sinemasının şahsına münhasır unsurlarını adeta mükemelleştirdiğini gözlemlediğimiz Scorsese’nin kariyerini A’dan Z’ye inceliyor, hızlıca bir bakış atıyoruz.
Derleyen: Güvenç Atsüren & Murat Emir Eren
A’dan Z’ye Martin Scorsese
(A)ntikahraman
Usta yönetmenin kariyeri Amerikan Sineması’nın kabuk değiştirdiği yıllarda şekillenir ve kendisi de uzun yıllara yayılan, günümüze de sirayet eden bu değişime ciddi bir katkıda bulunur. Her şeyden önce odak noktasına Johnny Boy (Arka Sokaklar – Mean Streets), Travis Bickle (Taxi Driver – Taksi Şoförü), Jake LaMotta (Raging Bull – Kızgın Boğa) gibi sıradışı karakterleri alarak farkını koyar ortaya. Bu karakterlerde idealize edilmiş bir kahraman vurgusundan ziyade bir antikahraman anlatısı öne çıkar. Toplumla uyumsuz karakter, toplumun çürümüşlüğünü ve iki yüzlülüğünü anlatırken ustanın çıkış noktasına dönüşür yer yer.
(B)ad
Martin Scorsese, kariyeri boyunca sadece iki tane müzik videosu yönetmiştir. Bunlardan biri Robbie Robertson’ın Somewhere Down the Crazy River klibi iken, diğeri ve tabii daha meşhur olanı Michael Jackson’ın Bad şarkısına çekilen kliptir. Her ne kadar bu eseri bir müzik videosu olarak değerlendirsek de, kısaltılmamış hâli 18 dakika olan yapım kısa metraj bir film olarak tasarlanmıştır daha ziyade. Film, Scorsese’nin büyük hayranı olduğu bilinen Batı Yakasınının Hikâyesi – West Side Story müzikalinden esintiler taşır.
(C)hinmoku
Scorsese, kariyeri boyunca birçok kitabı beyazperdeye uyarlamıştır. 2016 tarihli Sessizlik – Silence da imza attığı uyarlamalardan biridir. 80’lerin ortasından beri filme çekmek istediği bu roman Japon edebiyatının önemli isimlerinden Shûsaku Endô’nun imzasını taşır. Fakat, Scorsese’nin filmi bu romanın ilk sinema uyarlaması değildir. Usta yönetmen Masahiro Shinoda, 1971 yılında bu romanı, orijinal dilinde Chinmoku adıyla filmleştirmiştir. Fakat Endô filmde romanının finalinin değiştirilmesinden büyük rahatsızlık duymuştur. Scorsese’nin uyarlaması ise romana son derece sadıktır. Roman, Türkçeye de çevrilmiştir.
(Ç)ok Karakterli Senaryolar
Henüz ilk filmi Mean Streets’ten, 90’lardaki muhteşem döneminde imza attığı Sıkı Dostlar – Goodfellas, Casino gibi filmlere dek Scorsese Taxi Driver ve Kundun gibi istisnai durumlar haricinde bir nevi karakterler galerisi sunar bize senaryolarında. Masumiyet Çağı – Age of Innocence gibi kendisinin kaleme aldığı senaryolarda da bu durum kendisini gösterir. Birden fazla karakterin hikâyesini aynı potada eritirken ve kurduğu dünyayı ana karakterlerinin gözünden şekillendirirken, sinemasal tavrını gizli bir karakter gibi filme dâhil etmeyi de ihmal etmez.
The (D)eparted
Türkiye’de Köstebek adı ile gösterilen 2006 yapımı film, Scorsese’nin alamet-i farikası suç filmlerinden biri gibi gözükse de, bu janradaki başyapıtları Sıkı Dostlar – Goodfellas ya da Arka Sokaklar – Mean Streets’in görece gerisinde kalmış bir yapımdır. Yine de kendisine uzun yıllardır beklenen En İyi Yönetmen Oscarı’nı getirmesiyle yönetmenin kariyerinde özel bir noktada durur The Departed.
(E)vvel Zaman İçinde
Scorsese filmlerinin ve bu filmlerdeki anlatının temel unsurlarından biri de, Sıkı Dostlar – Goodfellas ve son filmi The Irishman’de olduğu gibi film boyunca bize bir anlatıcının dış seste eşlik etmesidir. Anlatıcı kullanımı hususunda Scorsese’nin filmleri adeta bir ders gibidir. Sahneleme, anlatıcının neyi ne kadar anlatacağı gibi konularda bilhassa Sıkı Dostlar’ın ustalık eseri olduğu iddia edilebilir pekâla.
(F)ast Track In ve Freeze Frame Kullanımı
Köstebek’in açılış planlarından, Sıkı Dostlar’ın en hararetli anlarına, Casino’da şiddetin dozunun yükseldiği sekanslardan The Irishman‘deki tansiyonu yüksek suikast anlarına dek kameranın karakterlerin üzerine doğru delicesine ilerlerken bir yandan da optik hareketlerle onları odak noktasında tuttuğu çekim tekniklerine verilen Fast Track In/Out tekniği Scorsese’nin anlatıya dâhil ettiği önemli unsurlardan biridir. Ayrıca Freeze Frame (Dondurulmuş Kare) kullanımı da Kızgın Boğa, Sıkı Dostlar, Köstebek gibi filmlerde olduğu gibi ustanın son filmi The Irishman’de de sıklıkla anlatıya dâhil ettiği bir yöntemidir. Usta kamerayı bu şekilde kullanıyor olmasıyla ilgili olarak “gözleri etrafındaki şeyleri normalden daha hızlı gördüğü” için anlatımda böylesi bir yöntem kullandığını ifade etmiştir bir röportajında.
(G)eorges Méliès
Georges Méliès, sinema tarihinin en önemli isimlerinden biridir şüphesiz. Film medyumuyla hikâye anlatılabileceğini ortaya koyan, Aya Yolculuk – Le Voyage dans la Lune ile sinema tarihinin ilk bilimkurgularından birine imza atan, görsel efekt kavramını yaratan kişidir Méliès. Scorsese’nin 2000’lerde çektiği en başarılı filmlerden, sinema sevgisini bir kez daha coşkun bir şekilde dışa vurduğu Hugo’nun merkezinde de bu efsanevi sinemacı yer alır. Filmde Méliès’i usta oyuncu Ben Kingsley canlandırmıştır.
(H)ell’s Angels
Göklerin Hakimi – The Aviator’da hikâyesini anlattığı iş insanı ve sinemacı Howard Hughes’un, yapım öyküsü adeta bir delilik öyküsüne dönüşen filmi Hell’s Angels, Scorsese’nin de en çok etkilendiği filmlerden biridir. Hughes’un ilginç karakteri kadar, bu filme duyduğu ilgi de Scorsese’yi Göklerin Hakimi’ni çekmeye itmiştir.
(I)nfernal Affairs
Scorsese’ye En İyi Yönetmen Oscarı’nı getiren, 2006 tarihli Köstebek – The Departed, tüm dünyada Infernal Affairs adıyla bilinen, Türkiye’de ise Kirli işler olarak gösterilen Hong Kong yapımı suç üçlemesi Mou gaan dou’nun bir yeniden çevrimidir. İşin ilginç yanı Scorsese’nin Köstebek’in çekimleri esnasında Andrew Lau ve Alan Mak’ın yönetmen koltuğunda oturduğu üçlemenin bir yeniden çevrimine imza atıyor olduğundan haberdar olmadığını ifade etmesidir.
(İ)talyan Amerikan
II. Dünya Savaşı’nın ardından birçok İtalyan ailesi daha iyi yaşam şartları elde edebilmek adına Amerika’ya göç etmişlerdir. Sonraları İtalyan Amerikan olarak anılan bu topluluğun mensuplarından birisi de Martin Scorsese’nin ailesidir. Yönetmen 1974 tarihli Italianamerican isimli belgeselinde ailesine yer verir ve New York’ta göçmen İtalyanlar olarak yaşamanın zorluklarından savaş sonrası günlere kadar birçok konuda ailesinin görüşlerini alır.
(J)oe Pesci
70’li yılların sonunda başlayan oyunculuk kariyerinde, Robert De Niro’nun önerisi sonucu yolu Martin Scorsese’yle kesişen ve Kızgın Boğa – Raging Bull’daki Joey LaMotta rolünde yıldız gibi parlayan aktör Pesci, eşsiz yeteneğini Sıkı Dostlar – Goodfellas, Casino gibi filmlerde de yönetmenden esirgemez. Usta aktörün, uzun süre reddetmesine rağmen bir kez daha De Niro ve Scorsese’yle birlikte çalıştığı The Irishman’se kariyerinin en iyi performansına dönüşür belki de. Pesci’nin, Scorsese’yle bir başka aktöre dönüştüğünü söylemek pekâla mümkündür.
(K)atolik İkonografi
Dindar, katolik bir İtalyan ailesinin oğlu olarak dünyaya gelen Scorsese’nin inançla olan ilişkisi her daim filmlerine de yansır. Günaha Son Çağrı – The Last Temptation Of The Christ, Sessizlik – Silence gibi filmleri bunun bariz göstergeleri olduğu gibi, konuyla organik bağı olmayan filmlerinin görsel yapısında da katolik inancının figürlerine yer verir. Ünlü ressamların İncil’den yola çıkarak yarattığı eserlerde yer alan kompozisyonları ve ışık kullanımını filmlerinde yineler. Özellikle Caravaggio, yönetmenin çerçevelerinde önemli ilham kaynaklarından biri olmuştur.
(L)eonardo DiCaprio
1993 tarihli Gilbert’in Hayalleri – What’s Eating Gilbert Grape filmindeki performansıyla En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında Oscar adaylığı kazanarak dikkatleri üzerine çeken Leonardo DiCaprio Titanic’le yıldızlık mertebesine yükselmesinin ardından rol aldığı filmlerle günümüzün en saygın oyuncularından biri hâline gelmiş durumda. DiCaprio’nun bugünki konumunda aslan payı Martin Scorsese ile birlikte çalıştığı filmlere verilebilir. 2002 tarihli New York Çeteleri – Gangs of New York’la başlayan bu ortaklık, Göklerin Hâkimi – The Aviator, Köstebek – The Departed, Zindan Adası – Shutter Island, Para Avcısı – The Wolf of Wall Street ile devam etti. Scorsese’nin The Irishman’in ardından gelecek ilk filmi olan Killers of the Flower Moon, yeni fetiş oyuncusu DiCaprio ile çalıştığı altıncı proje olacak.
(M)üzik Belgeselleri
Her ne kadar daha çok kurmaca filmleriyle anılsa da Scorsese kariyeri boyunca çok başarılı belgeseller de yönetmiştir. Bu yapımlardan önemli bir kısmını da müzik belgeselleri oluşturur. Son örneği olarak Netflix ekranlarında seyirciyle buluşan Rolling Thunder Revue: A Bob Dylan Story by Martin Scorsese’yi gösterebileceğimiz bu yapımlar arasında efsanevi The Beatles üyesine odaklanan George Harrison: Living in the Material World, bir başka Bob Dylan belgeseli olan No Direction Home, The Band’in son konserini kayıt altına alan The Last Waltz ve blues müziğin tarihsel akışının izini süren Feel Like Going Home sayılabilir.
(N)ew York
Martin Scorsese 17 Kasım 1942’de New York‘ta dünyaya gelmiştir. Fakat onun bu şehirle ilişkisi sadece doğduğu yer olmasıyla sınırlı değil elbet. Zira o, sinema tarihinin kamerasını en çok çevirdiği şehirlerinden biri olan New York’u anlatılarının en önemli parçalarından biri olarak konumlandırmıştır filmlerinde. Kariyerinin henüz başında, 1966’da New York City… Melting Point isimli, bugün maalesef ki ulaşamadığımız bir belgesele imza atan Scorsese, kariyerinin her dönemde “her zaman çatışmayla dolu” olarak tanımladığı bu şehirden beslenmiştir. New York’un arka sokaklarında kendini var etmeye çalışan bir adama odaklanan Taksi Şoförü – Taxi Driver, New York – Scorsese “ortaklığının” zirve noktasına işaret eder.
(O)tantikliği
Filmin görsel dünyasını hikâyedeki gerçek mekânlarda, mekânların kişiliğini yansıtan bir prodüksiyon tasarımıyla aktarmayı seven yönetmen, ışık kullanımından, iç mekân tasarımlarına, oyuncu tercihlerinden, karakterlerin giyim kuşamına, içtikleri içecek, kullandıkları silahlar ve mutfakta pişen yemeğe dek detaycı, otantik bir yapıyı her daim korur. Bu da yönetmenin hareket ettiği dünya içinde daha rahat hissetmesini sağlar ve filmlerini her daim gerçekçi kılan bir unsura dönüşür. Scorsese, elinde ne varsa onunla hareket etmeyi, New York’un ara sokaklarını, Küçük İtalya’yı, vaktiyle girip çıktığı iç mekânları filme dâhil etmeyi sever. Bu durum, karakterlerle birlikte bizim de işittiğimiz, mekânlarda çalan, hikâyenin geçtiği döneme uygun müziklerin kullanımında da kendisini gösterir.
(Ö)znel Bakış Açıları
Son filmi The Irishman gibi, belirli bir karakterin anlatıcılığı eşliğinde izlediğimiz filmleri başta olmak üzere Scorsese karakterin bakış açısından uzağımızdaki hadiseleri izlememizi, girdiğimiz mekânları karakterin gözünden bizlere göstermeyi sever. Bu subjektif bakış açısı kimi zaman tansiyon yaratmasına, kimi zaman da bizi karakter yoluyla manipüle etmesine yarar.
(P)aul Schrader
First Reformed’la geçtiğimiz yılın en başarılı filmlerinden birine imza atan Paul Schrader, yönetmenlik kariyerinin erken döneminde de Mavi Yaka – Blue Collar ve Mishima: A Life in Four Chapters gibi çok önemli yapıtlara imza atmış bir sinemacı. Ama onun sinema alanındaki çalışmaları yönetmenlikle sınırlı değil. Sinema yazarlığı da yapan Schrader, daha çok senarist kimliğiyle tanınıyor; özellikle de Scorsese ile yaptığı ortak çalışmlarla. Scorsese’nin Taksi Şoförü – Taxi Driver ve Kızgın Boğa – Raging Bull gibi en önemli filmlerinin senaryoları onun imzasını taşır. İkilinin dört filmi kapasayan ortaklığının diğer ödülleri ise Günaha Son Çağrı – The Last Temptation of Christ ve Yaşamın Kıyısında – Bringing Out the Dead.
(R)obert De Niro
Robert De Niro ve Martin Scorsese çocukluklarından beri birbirlerini tanıyan, birbirine yakın muhitlerde yetişmiş eski arkadaşlardır. 1973 yapımı Arka Sokaklar – Mean Streets’le başlayan sinemadaki yol arkadaşlıkları boyunca, Taksi Şoförü – Taxi Driver (1976), New York, New York (1977), Kızgın Boğa – Raging Bull (1980), Komediler Kralı – The King of Comedy (1982), Sıkı Dostlar – Good Fellas (1990), Korku Burnu – Cape Fear (1991), Casino (1995) ve The Irishman’le (2019) birlikte dokuz filme imza atan De Niro-Scorsese ikilisi, sinema tarihinin en önemli aktör-oyuncu ortaklıklarından birine imza atmıştır şüphesiz. Scorsese’nin vazgeçilmez aktörü olan De Niro, Scorsese’yle dördüncü iş birliği niteliğindeki Kızgın Boğa’daki rolüyle En İyi Erkek Oyuncu kategorisinde Oscar kazanmıştır.
(S)usuz Yaz
2007 yılında Martin Scorsese tarafından kurulan Dünya Sinema Vakfı’nın (World Cinema Foundation) devamı niteliğindeki Dünya Sinema Projesi’nin (World Cinema Project) birincil amacı dünya sinemasının unutulmaya yüz tutmuş eserlerini korumak ve restore etmektir. Bu proje kapsamında restore edilen çok önemli filmler arasında Metin Erksan’ın Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı kazanan başyapıtı Susuz Yaz da yer almaktadır. Scorsese, Susuz Yazı’ı, proje kapsamında yer alan filmlerin bir araya geldiği bir DVD/Bluray seti için kaydedilen videoda, “Türkiye sinemasının en görkemli zamanlarından 1960’larda çekilmiş en iyi filmlerden biri” olarak tanımlamıştır. Ayrıca, Dünya Sinema Projesi kapsamında restore edilen filmlerden bir diğeri de Lüfti Ö. Akad imzalı Hudutların Kanunu’dur.
(Ş)iddetin Temsili
Scorsese filmlerindeki antikahramanlar ve belalı simaların ortak özelliklerinden biri de şiddete meyilli olmaları yahut şiddetin eksik olmadığı bir hayatın içinde varolmaya çalışmalarıdır. Yönetmenin yetiştiği çevrede gözlemlediğini söylediği, hayatın bir parçası hâline gelen gündelik şiddetin, zaman zaman fazlasıyla estetik biçimde filmlerinde yer alması Scorsese’yi eleştirilerin odağı hâline de getirmiştir çoklukla. Lakin yönetmen, filmlerindeki şiddeti istismar vesilesi hâline getirmeden, daha çok bir yabancılaşma efekti olarak kullanmayı, karakterlerin doğasına dâhil etmeyi hemen her filminde bir şekilde başarır.
(T)helma Schoonmaker
Sinema tarihine damga vurmuş yönetmen-kurgucu ortaklıklarının en önemlilerinden biri Martin Scorsese-Thelma Schoonmaker‘dır. Yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi I Call First (ya da diğer adıyla Who’s That Knocking at My Door’dan bu yana birçok yapımda birlikle çalışan ikilinin ortaklığının son ürünü şimdilik The Irishman. Scorsese’nin filmlerinin en önemli özelliklerinden olan kusursuz ritim duygusunun yaratılmasında Schoonmaker’ın kilit bir rol üstlendiği kolaylıkla söylenebilir.
(U)zun Takip Planları
Kızgın Boğa’dan Göklerin Hâkimi’ne birçok Scorsese filminde uzun takip planları görebilmek mümkündür. Filmin içeriğine göre karakterin bakış açısını aktarmak ya da içinde bulunduğu topluluk içindeki yerini belirginleştir gibi çok farklı amaçlarla kullanılan bu planlar, yönetmenin biçimsel ustalığını defalarca gözler önüne sermiştir. Scorsese’nin uzun takip planları arasında belki de en bilineni Sıkı Dostlar’dakidir. Söz konusu sahnede, iki karakteri sokaktan, şehrin en prestijli gece kulüplerinden birinin içine, özel bir girişten girerken izleriz. Bu yürüyüş sırasında steadicam sayesinde kesilmez, eşsiz bir akışkanlık hissi yaratılır. Yürüyüş uzadıkça seyirci nezdinde karakterlerin prestiji yükselir. Scorsese bu görkemli sahneyi “bir bale” olarak tanımlar.
(Ü)st Açılar
Sinemada otoriter bakışın dışavurumu, metafizik unsurları görünür kılmak, sıkışmışlık hissini verebilmek adına üst açıların kullanımına sıklıkla rastlarız. Bu stratejiye Martin Scorsese de birçok filminde başvururken bunların en önemlisi şüphesiz Taksi Şoförü’ndeki kullanımdır. “Tanrının bakış açısı” olarak da anılan bu açı, bu sahnede ana karakter Travis Bickle’ı kalkıştığı “kanlı manifesto”nun ardından kanlar içinde yatarken yukarıdan, âdeta tanrının gözünden görürüz. Scorsese filmografisinin unutulmazlarından olan bu planın yaratılması için çekimlerin yapıldığı binanın tavanı kesilerek, kamera bir üst kata yerleştirilmiştir.
(V)esuvius VI
Scorsese’nin ilk yönetmenlik deneyimi, 1959 yılında çektiği Vesuvius VI isimli kısa filmdir. Yönetmen, bir arkadaşından ödünç aldığı 8mm kamera ile çektiği bu siyah-beyaz filmi, New York’un çatılarında çekilmiş bir “çocuk bir saçmalık” olarak tanımlıyor. Antik Roma döneminde geçen bu dedektiflik hikâyesi için ilhamını 1958 yılında yayın hayatına başlayan ve 1964’e kadar yayınan 77 Sunset Strip dizisinden almıştır. Scorsese’ye göre Django Reinhardt’tan Lonnie Donegan’a kadar birçok ünlü sanatçının şarkılarının kullanılmış olmasıyla daha ilginç hâl gelen bu filme günümüzde ulaşmak maalesef ki mümkün değil.
(Y)eni Hollywood
1960’ların gelişiyle birlikte Hollywood’u Hollywood yapan stüdyo sistemi kendini bir tükenişin içinde bulmuştu. Bu durum Amerikan sinemasında Yeni Hollywood diye alınan yeni bir akımın ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Yaratıcı özgürlüğün stüdyo yöneticilerinden ziyade yönetmenlerin elinde olduğu ve Avrupa sinemasının etkisinin fazlasıyla görüldüğü bu yeni anlayışın en önemli figürleri arasında Steven Spielberg, Brain De Palma, Francis Ford Coppola ve tabii ki Martin Scorsese gibi adlarını sinema tarihine yazdırmış usta yönetmenler yer alır.
(Z)en
Yönetmenin filmografisindeki en önemli virajlardan biri de, yine inanç kavramından yola çıkarak çektiği Kundun olsa gerek. Kariyerindeki bütün filmlerden gerek hikâyesi, gerekse anlatısıyla ayrılan Kundun, Scorsese için alınan önemli bir risktir. Tibet Budizmi ve Tibet’in 14. Dalai Lama’sının hayatını çocukluğundan yetişkinliğine dek anlatan film, bir yandan Tibet’in yüzleştiği Çin baskısını da odak noktasına alır.