Akira Kurosawa tam 115 yıl önce bugün, toplumsal değişimin doruklarında, büyük bir dönüşüm geçiren Japonya’da doğdu. Samuray geleneğine bağlı bir aileden gelen babasının kültürel geleneklere olan bağlılığının yanında tüccar olan annesinin batıya dönük yapısı, Kurosawa’nın hayatında sürekli bir gerilimin var olmasına sebep oldu. İlk başlarda okuldaki bir hocasının büyük desteğiyle ressam olmayı isteyen Kurosawa, politik olarak yaşadığı hayal kırıklıklarıyla zamanla sinema sektörüne doğru kaydı. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından kendine has bir tarz oluşturduğu filmlerini çekmeye koyulan yönetmen, tam elli yıl süren kariyeri boyunca otuzdan fazla film çekti.
Kurosawa’nın sineması kendi içinde birçok belli başlı değişmez kalıp içerir. Bunlar bir açıdan, yönetmenin takıntılarından ziyade temel anlatı noktalarını oluşturur. Öyle ki birbirinden çok farklı hikayeleri işlemesine karşın bir Kurosawa filmini hemen anlayabilirsiniz. Modernizm ve gelenekler arasındaki gerilim, her daim filmleri için başat bir tema olmasının yanında sinemasal anlamda oluşturduğu anlatı da bununla paralel gider. Burada; biraz da bu gerilimle ilişkilendirilebilecek şekilde ortaya çıkan anlatı, Kurosawa’nın sinemasının epik olarak adlandırılmasının yolunu açar. Gerçekten de gelenek ve modernizm gerilimini sürekli ayakta tutan yönetmenin sineması epiktir. Aslında sadece bu açıdan bile yönetmenin safı bellidir fakat bu anlatının altındaki söylem, sinemasıyla sürekli olarak çelişir. Epik sinema; Akira Kurosawa için karakteristik bir durumda olmasından dolayı, yönetmenin sinemasıyla ilgili olarak yapılacak okumalar da sürekli olarak bizleri farklı yollara sürükler. Bu açıdan Kurosawa’nın sineması iki farklı alanda değerlendirilebilir.
İlk olarak epik sinema anlatısı içerisinde Kurosawa’nın filmleri, her zaman gerçeklikle üst seviyede bir ilişki kurar. Bunun en belirgin dışavurumu hikayeden ziyade öncelikle görsel anlatıda kendini gösterir. Bu aynı zamanda yenilikçi bir anlayışın da beraberinde oluşmasını sağlar. Çünkü gerçeklikle üst seviyede kurulan ilişkinin; daha önce ulaşılmamış alanlarında sinemasal açıdan bir yeniliğe girişmek, bir tür zorunluluk teşkil eder. Bu açıdan Kurosawa’nın sinemasal yeniliklerin bazılarına ön ayak olması gayet beklenilebilir bir durumdur. En nihayetinde yönetmenin sinema tarihinde ilk olma özelliği olan onlarca yeni teknik kullanımları vardır. Özellikle çoklu karakter kompozisyonları, düşük alan derinliğiyle derinlemesine kadrajlamalar ve wipe geçiş efekti gibi bazıları günümüz için bile fazlasıyla avangart olan yenilikçi yaklaşımları vardır. Hikaye anlamında özellikle edebiyat uyarlamalarına yönelmiş olan yönetmen, bu uyarlamalar üzerinden de sinemasının anlatısını yeniden ama değiştirmeden üretir. Epik anlatısına uygun olarak var oluşa dair söylemleri evrensel bir bakışla ortaya koyan yönetmenin filmleri ile Dostoyevski ve Shakespeare gibi yazarların eserleri arasında belirgin bir anlatısal benzerlik vardır ve yönetmen bunun farkında olarak uyarlamalarını yapar.
Bu bahsettiğimiz epik anlatının genellikle göz ardı edilen bazı büyük sıkıntıları da mevcuttur. İlk olarak evrenselden ulaşılan varoluşa dair söylemler, yerelliği tümden yadsımaktadır. Yönetmenin fazlasıyla batılı tarzda bulunmasının sebebi de budur. Kurosawa’nın filmlerindeki her karakter temsilidir. Bu açıdan bir köylü, ancak fakirliği ve köylülüğüne has temsiliyeti üzerinden filmlerinde kendine yer bulabilir. Benzer şekilde kadınlar da ancak erkekler üzerinden getirilen tanımlar çerçevesinde kendisine yer bulur. Elbette yönetmenin filmlerindeki hikayelere bakıldığında zaman zaman köylülerin hikayelerine ve kadınların baskın karakteristiklerine odaklanıldığı görülecektir. İşte Kurosawa sinemasının en büyük kırılma noktası da buradadır. Modernizmden feyz alan epik sinema anlayışı her zaman güce dönüktür ve bakışı tümden erkek egemendir. Bu açıdan Kurosawa filmlerinde kadınların hikayeleri veya kadınsı karakteristik özellikler, hep erkek bakış açısıyla oluşturulur. Hikaye anlamında bunun tersine işaret eden filmlerindeki ana kahraman olan kadınlar, aslında tam da bu bakış açısının ürünüdür. Çünkü Kurosawa filmlerinde hikayenin merkezinde olan kadınlar yalnızca kahramanlıkları ölçüsünde bunu başarırlar. Bu, kadınlığı yine erkeklik üzerinden tanımlamaktan daha ötesi değildir. Tıpkı tarih yazımı konusunda feminist bakış açısıyla yaklaştıklarını ileri süren tarihçilerin, aslında erke özgü davranışlar sergileyen kadınların tarihini yazmalarının ve bunun üzerinden yine ataerkil tarihi yazdıklarının farkında olmaması gibi. Bu erke özgü kahramanlık seviyesinde, ancak kendilerine yer bulabilen kadın karakterlere paralel olarak köylü karakterler de yine ancak ortaya koydukları kahramanca erdemleri üzerinden hikayeye dahil olabilirler. Bu tam da epik sinemanın bir sonucudur; çünkü modernizm farklılığı kabul etmez, kendi anlatısal ortaklıklarını yaratır ya da onlara odaklanır. Bu sebeple farklı olan, benzer olanlarla kurabildiği benzerlik çerçevesinde ancak var olabilir.
Tarihsel olanla, yaratılan modernin gerilimi üzerinden var oluşa dair anlatılar oluşturan yönetmenin epik sineması, yarattığı bu ikili ilişkinin ötesinde aslında çok daha büyük bir sıkıntıyı içinde barındırır. Yönetmenin evrenselden gelen yadsıyıcı yerel bakışının var oluşa evrilmesi, sineması açısından temel bir itki oluştururken aynı zamanda sinemasının kendi yok oluş sürecini başlatır. Bu açıdan yönetmenin filmleri sinüs eğrisi gibi tepe ve çukur noktalarını içinde barındırır. Epik anlatıyla birlikte girişilen zorlu irdelemelerde sinemasını tepeye çıkaran yönetmen, epik olmasının bir sonucu olarak ortaya çıkan saf didaktizm ile filmlerinin söylemini bir yerden sonra çukur noktasına ulaştırır. Bu sebeple Kurosawa filmlerinin bir tür geçiş dönemi özelliği vardır. Bu bahsedilen dönem, doğrudan izleyicinin entelektüel birikimine yapılan bir atıftır. Yani Kurosawa filmleri izleyiciye her şeyi öğretir ama sonunda bunları unutturmaz. Hatta daha da ileri giderek izleyicinin kendi söylemini ortaya koymasını engeller. Bu açıdan yönetmenin sineması; anlatı açısından, oluşturduğu farklılığı ezen benzerlik yaklaşımını söylemde de ister istemez devam ettirir.
Akira Kurosawa; sinema tarihinde Japon kültüründen gelmesiyle ön plana çıkan oldukça değerli bir yönetmen olarak belirli bir temel olarak değerlendirilemese de, yadsınamaz bir görevin de sadık eri olmuştur. Bu açıdan herkesin, onun filmlerini en azından unutulacağı zaman gelene kadar izlemesi karşı çıkılamaz bir elzemdir.