Yazar Puanı
Puan - 90%
90%
Sciamma’nın senaryosu ve kamerası, az lafla ve az karakterle çok iş yapıyor ve bunu ustaca, içten gelen teklifsiz bir hava ile yapıyor. Sinik ya da çaresiz değil, sonu ne olursa olsun bambaşka olasılıkların varlığına ve imkanına işaret ediyor. Başka türlüsü mümkün diyor usulca.
Tarih biliminde dönemlendirmeler yapılırken, belirli bir zaman aralığındaki total değişimler ve bu değişimlerin belirli coğrafyalarda az çok ortak olup olmadığına bakılır. Rönesans sonrasından yaklaşık Fransız Devrimi’ne kadar geçen dönem günümüz akademisinde erken modern (ya da Türkçede sıklıkla kullanıldığı üzere, Yeniçağ) olarak geçer. Bu dönemde yaşanan genel değişimlerden biri de kadınların özne olma mücadeleleridir. İster elit kültürün bir parçası olsun ister halkın içinden gelsin, kadınlar tarih boyunca belirleyici rol oynamışlar, modernleşmeye giden yolda da özne olarak kabul görebilmek için mücadele etmişlerdir. İşin ilginç taraflarından biri de, bu mücadele ne zaman ciddileşse, karşı tepki de o zaman sertleşmiştir. Örneğin kadınların cadı olarak yakılması sıklıkla bu yukarıda bahsettiğimiz çağda görülür.
Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi – Portrait de la jeune fille en feu (bundan sonra kısaca Portre olarak geçecektir) tam da bu dönemin sonlarında devrimine yaklaşmakta olan Fransız toplumunda geçiyor. Film temelde etkileyici bir aşk filmi olmasına ve pek az karakteri (iki asilzade, geçimini asilzadelerin himayesine muhtaç geçiren bir sanatçı ve birkaç tane alt sınıf hizmetçi) barındırmasına rağmen, tüm bir toplumu ve en azından kadınlara ve/veya LGBTİ+ bireylere yaklaşımında toplumun özünde ne kadar değiştiğini/değişmediğini gösterebilme gücüne de sahip.
Portre, bir ressam ve resim öğretmeni olan Marianne’ın Fransa’nın kuzeybatısındaki Breton’da küçük bir adaya bir kontesin genç kızının resmini yapmak için davet edilmesi ile başlıyor. Aşık olmadığı (hatta hiç tanışmadığı) Milano’daki bir asilzadeyle (ölmüş kız kardeşinin eski nişanlısıyla) evlendirilmek istenen Héloïse’i asilzadenin görmesi için kontes resmini Milano’ya göndermek ister. Fakat Héloïse buna şiddetle karşı çıkmaktadır. Bu sebeple de kontes Marianne’dan onu incelemesini ve habersizce portresini yapmasını rica eder. Marianne ve Héloïse gündüzleri kasvetli ve basık iklime sahip bu adada yürüyüşler yapacak birbirlerini daha yakından tanıyacaklardır. Ancak, Héloïse Marianne’i annesinin tuttuğu bir refakatçi sanmaktadır. Marianne gerçekleri açıkladığında işler karışacak ancak olaylar Marianne, Héloïse ve genç hizmetçi Sophie’yi birbirlerine hiç olmadığı kadar yaklaştıracaktır.
Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi: Nefes Alan Karakterler
Film, dört birbirinden farklı kadının bambaşka şekillerde birbirleriyle ilişkilenmesini anlatıyor ve daha önce de dediğim gibi bunun üzerinden yalnızca muazzam bir karakter çalışması değil, bir toplumsal analiz de yapıyor. Noémie Merlant’ın canlandırdığı Marianne, erkekler tarafından işgal edilmiş sanat dünyasında bir kadın olarak var olmaya çalışan, sanatçı babasının gölgesinde kalmadan kendi adını ve kariyerini inşa etmeye çalışan bir kadın. Öte yandan da toplumun sınıfsal/cinsel/dinsel kurallarını hiçe sayarak hayatını sürdürmek, bir özne olarak kabul edilmek istiyor. Adèle Haenel’in can verdiği Héloïse ise, üst sınıfta yer almanın getirdiği sınırlı hareketliliğin çilesini çekiyor ve istediği hayatı yaşamak hakkı elinden alınmış bir köle gibi intihara meyilli. Ablasının kendi canına kıymış olmasını üzerinden atabilmiş olmadığı gibi hiçbir şekilde kendini keşfetme alanına sahip olmamış. Marianne ile tanışması onda sert bir etki yaratıyor. Öte yandan, şahsımca bir keşif olarak addedeceğim Luàna Bajrami’nin oynadığı Sophie’yi karakter içlerinde en naif ve belirli bir açıdan bakarsak da en özgür karakter. Entelektüel ve aristokratın arasında “halkı” temsil eden Sophie, kilisenin baskıcı atmosferinden muhtemelen coğrafi sebeplerden ötürü uzak kalmış bir topluma ait. Aynı dönemde pek çok başka yerde cadı addedilen kadınların, ayin addedilen toplantılarına katılıyor, kocakarı ilacı addedilen ilaç ve geleneklerini yaşatıyor. Devletin ve kilisenin elinden uzakta doğal ve birikimsel olarak elde edilmiş – modernitenin sonradan yıkacağı – bir bilginin son temsilcisi olan neslin bir parçası. Hamile kalıyor, çocuğu düşürmeye karar veriyor ve bu noktada, Marianne ve Héloïse ile eş oluyor. Üstlerine yapışan yaftaları/kimlikleri Sophie ile çıkarıyor ve kızkardeşlik düzleminde eş oluyorlar. Bu, sınıflar ve kültürler üstü bir kadın dayanışması.
Céline Sciamma’nın karakterleri hakiki ve yaşıyor. Mücadeleci ama didaktik değil. Zaten, Yağmur Adam – Rain Man ve Hot Shots! gibi 80’ler ve 90’lar Hollywood filmlerinden tanıdığımız Valeria Goloni’nin canlandırdığı Kontes karakteri, müesses nizamı yeniden tesis ediyor. Her şey toplumun dikte ettiği bir sona doğru ilerliyor ve öyle de oluyor. Ama asla bir karamsarlık çemberine düşmüyor bu film. Sinik ya da çaresiz değil, sonu ne olursa olsun bambaşka olasılıkların varlığına ve imkânına işaret ediyor. Başka türlüsü mümkün diyor usulca, tıpkı Orfe ve Evridiki’nin hikâyesini yeniden ele alışı gibi. Sciamma’nın senaryosu ve kamerası, az lafla ve az karakterle çok iş başarıyor ve bunu ustaca, içten gelen teklifsiz bir hava ile yapıyor. Bana göre yılın en iyi filmi olan Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi, sinema yazarları, yönetmenler ve sektör profesyonellerinden oluşan 25 kişilik jürinin oylarıyla seçtiğimiz “Son 20 Yılın En İyi 50 Filmi” arasında da onuncu sırada bulunuyor.