Nevi şahsına münhasır derler ya, işte Haşmet Asilkan da o kişilerden biridir. Usta senarist ve yönetmen Yavuz Turgul’un yerli sinemaya kazandırdığı akılda kalmış kurgusal karakterlerindendir. Sinemayla olan bağı, yapmaya çalıştıkları, yapamadıkları, tutkuları ve zaaflarıyla ete kemiğe bürünmüş, sahici biridir; izleyende samimiyet duygusu uyandırır. Bir sinema aşığıdır, çok iyi aşk filmleri çekmiştir, Yeşilçam’ın aranan aşk filmi yönetmenlerinden biri olmuştur. Endüstrinin yıldızının parladığı günlerde onun da yıldızı parlamış, ışık sönmeye başladığında karanlıkta kalmıştır. Zaten sıkılmıştır artık hep aynı filmleri çekmekten. Başka bir şey lazımdır Haşmet’e. Bir yaratım sancısının içine düşmüştür. Farklı bir şeyin arayışı içindedir, önceki yaptıklarından bambaşka bir işle geri dönmek ister sinema dünyasına. Zihninde bunun planları yapar, sonrasında harekete geçer. Ekranda izlediklerimiz işte bu hareket anında başlar. Peki, kimdir bu birdenbire değişmeye çalışan insan? Ona yakından bakalım.
Haşmet yılların yönetmenidir, bir zanaat adamıdır. Yeşilçam’da mütevazı bir yeri vardır, kendi çevresinde itibar görür. Çok popüler olmasa da az biraz tanınır. Aşk filmleri çekmiştir hep, onu da iyi kotarmıştır. O filmlerle bir yere gelmiş, meslek erbabı olmuştur. İyi kötü bir hayatı elde etmiştir. Ancak işler eskisi gibi iyi gitmez artık. Yeşilçam’ın yıldızı kaymaya başlamıştır, endüstride işler dönmez. Yapımcılar krizde, oyuncular boşta gezmektedir. Seksenli yıllar Türkiye’sinde başka bir hayat yaşanmaktadır. “Yeni dünya düzeni-kısaca neoliberalizm” tüm amansızlığıyla kendisini dayatmış, ülkeyi de çemberine almıştır. Ekonomik hayatla birlikte bütün bir toplumsal düzen değişmiş, herkes bu koşullara uyum sağlamaya zorlanmıştır. Yeşilçam’ın krizi de aynı durumdan kaynaklanır, piyasa ilişkileri değişmiştir. Bir taraftan televizyonun yaygınlaşması ve video film sektörü, öte yandan piyasa serbestîsiyle beraber Hollywood filmlerinin yerli sektörü ele geçirmesi bütün sinemacıları zorlamaktadır. Haşmet’i arayıp soranlar bu sebeple azalmış, karakter oyuncusu arkadaşları aynı sebeple işsiz kalmışlardır. Zar zor bulunan yapımcılarsa riskli işlere girmekten kaçınır. Tüm bunlara bir de içine düştüğü kimlik karmaşası eklenir, Haşmet artık başka şekilde tanınmak ister. Yaşadığı hayatın sınırları ona dar gelmeye başlamıştır. Zihninden geçenler davranışlarına ve görüntüsüne yansır, rast geldiği ahbapları yeni bıraktığı kirli sakalının yakıştığını söyler ha bire. Sohbetlerinde “değişimin diyalektiğinden” söz eder, rasyonaliteye kendince yorum getirir. Kitaplığındaki Kerime Nadir romanlarının yerini Birikim, Varlık dergileri almıştır. Operaya gider, sanat galerilerini gezer, tuvallerin ardındaki gerçekliği anlamaya çalışır, bağımsız-politik filmlerden tüyolar alır, ağzında piposu boynunda atkısı entelijensiyayla rastlaşabileceği mekânlara takılır, umursanmasa bile etraftakilere selam verir vs. vs. Tüm bunlar yeni bir kimlik edinme kaygısından ortaya çıkar, peki Haşmet ne kadar olmaya çalıştığı kişidir? İçine girmeye çalıştığı dünyaya dair bir tecrübesi, birikimi var mıdır? Bu konu hakkında kendisinin de pek fikri yoktur esasında, ısrarlı bir çaba göze çarpar. Bunlar olurken üzerine hayli kafa yorduğu “hayatının projesi” olan senaryosunu yazar. Kapı kapı dolaştığı yapımcılardan birini “Müjde’li (Ar) film olacak” diye zar zor ikna eder. Kısıtlı bütçesi, zorlama prodüksiyon ekibiyle birlikte eski bir konakta, tek mekanda geçecek olan filminin çekimlerine başlar.
Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni: Haşmet Asilkan ya da Kunduracı Fahri’nin Oğlu Mümin
Haşmet’in oldukça önemsediği senaryosu terör kavramını sorgulamaktadır. 12 Eylül darbesinden sonra cezaevine atılan bir devrimci ve iki arkadaşı, cezaevinden kaçıp görkemli bir konakta yaşayan fabrikatör ve kızını rehin alırlar. Rehin alma sürecinde olaylar gelişir, kız ve devrimci genç birbirlerine tutulur, terör kavramı sorgulanır, ideolojik karşı çıkışlar, yerleri değişen av-avcı ikilikleri, kavramsal tabirle Stockholm sendromu peş peşe gelir. Senaryoda yok yoktur, aklına gelen hemen her şeyi hikâyeye katmış katıştırmıştır. Üstelik oldukça çapraşık olay ağına sahip senaryo, tek mekânda geçmektedir. Bu, sinemasal açıdan oldukça riskli bir iş olan diyalog ağırlıklı zor bir konuya delalettir. Hakkını vermek kolay olmayacaktır. Durumu sezen asistan Tolga, cezaevi görmüş bir devrimcidir, Haşmet’e hikâyenin didaktik olduğunu söyleyerek ilk uyarıyı yapmıştır. Benzer deneyimleri yaşamış Jeyan da durumun farkındadır ancak bunu açık seçik söyleyemez. Politik doğruculuktan nasibini hayli almış gözüken senaryoya gözü kapalı inanan bir tek kendisi vardır, son ana kadar rüyadan uyanmaz. Çünkü bütün umutlarını oldukça zorlama olan bu projeye bağlamıştır. Bu, onun son şansıdır, ya mucize gerçekleşecek ya da yok olup gidecektir. Bütün bunlara setin hiç bitmeyen aksilikleri eklenir. Zaten kısıtlı bir bütçe, batmak üzere olan bir yapımcı vardır. Nitekim o da, piyasayı yüklü şekilde dolandırdıktan sonra ortalıktan toz olur. Eski dostluğun hatırına sete alınan aktör eskisi Nihat hayatın ağırlığına daha fazla dayanamaz, setin ortasında ölüverir. Jeyan’la ihtiras rüzgârına kapılan Haşmet, onun başrol Tarcan’la yakınlaşmasına dayanamayıp her ikisini setten kovar. Prodüksiyon ekibi birer birer seti terk eder, birkaç kişi dışında kimse kalmaz. Ama ne olursa olsun bu film çekilecektir, daha doğrusu çekilmek zorundadır. Parayı onu terk eden eski eşinden bulur, düşmüştür bir kere. Jeyan’dan af diler, gerekirse önünde diz çökecektir. Senaryoyu revize edip Nihat’sız bir finale bağlar. Yoktan var edip, kalan son makarasıyla filmi tamamlar. Post prodüksiyonu yine bin bir güçlükle yaptırır, beş parasız kaldığı için stüdyo sahibinden alamadığı master kopyayı gece araklar. Gözü kararmıştır artık, ne yapıp edip filmin galasını yapacaktır.
Yüzlerce davetiye dağıtmış olmasına rağmen filmin galasına pek kimse gelmez. Olanlar da gösterim esnasında alkışlı protestolarla salonu terk eder. Sonuç, Haşmet için tam bir fiyaskodur. Neden böyle olduğuna bir anlam veremez, hâlbuki “iyi bir film” çekmiştir. “Onların (devrimcilerin) gözüne girmek için daha ne yapması gerekmektedir?”. Gerçeği ona Jeyan söyler, “sen dışardasın” der. Bu, anahtar bir sözdür, Haşmet’teki varoluş krizinin şifresidir. Gerçeklerle yüzleşme anı gelmiştir. İyi bir film çekememiştir, “kıvırmaya çalışmış” ancak “kıvıramamıştır”. Jeyan’a yalan söylemiştir, aslında Galatasaray mezunu değil ortaokuldan terktir, cezaevine girip işkence görmemiştir. Devrimciliğe özenir ancak o duruşu gösterecek birikimden yoksundur, lümpen bir hayat yaşamıştır. O çevrede bir geçmişi yoktur, tanınmaması, umursanmaması bu yüzdendir. Kendisine de itiraf ettiği gibi esasında o, Kundura tamircisi Fahri’nin oğlu Mümin’dir, Haşmet onun sinema camiasındaki takma adıdır. Sinemacılığı becerikli bir zanaatçılık olarak ortaya çıkmıştır, ticari işlerin içinde olmuştur hep. Ancak o hayat da çekilmez olmuştur artık, tükenmiştir. Bu sebeple son macerasına girişir. Fakat oldurmaya çalıştığı olmayacak bir şeydir, bu yüzden de başaramaz. İçine düştüğü kriz, kolaycılıkla aşılabilecek bir şey değildir. Zihnindeki tasavvur, hayatın gerçekliğiyle örtüşmez.
Hal böyle olunca başarısızlığın faturasını kendisine çıkarır, öfkenin menzili terse döner. Suçlanacak tek kişi Haşmet’ten başkası değildir. Sorun var olamamaksa, çözüm yok olmaktır. İşte hayat, tam bu anda mucizesini gerçekleştirir, ansızın telefon çalar. Diğer uçta bir yapımcı yeni bir aşk filmi projesinden bahseder, onu Haşmet’in çekmesini ister. İlk anda şaşırsa da çabuk toparlanır, “randevu defterine bakması lazımdır”. Ait olduğu dünyaya dönme vakti gelmiştir, ne de olsa o, aşk filmlerinin unutulmaz yönetmeni Haşmet Asilkan’dır.