Dünya prömiyerini 68. Berlin Film Festivali’nin Generation 14plus bölümünde yapan ve Sofya Film Festivali’nden En İyi Yönetmen ödülüyle dönmeyi başaran Güvercin filminin yönetmeni Banu Sıvacı ile filmin yapım süreci ve festival yolculuğu üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Röportaj: Melis Öneren
Melis Öneren: Güvercin, filmografinizdeki ilk uzun metrajlı filminiz. Berlinale’de gençlere yönelik filmlerin yer aldığı “Generation 14plus” adlı bölümde yarıştınız ve En İyi İlk Film Ödülü’ne aday gösterildiniz. Güvercin’in Berlinale sürecinden bahsedebilir misiniz?
Banu Sıvacı: Berlin Film Festivali’nde Generation bölümünde Kristal Ayı ödülüne aday olmamızın yanı sıra, festival genelinde en iyi ilk filme aday gösterilmek bizim için büyük bir heyecandı. Özellikle Türkiye’de bile çok bilinmeyen bazı yerel detayları orada, seyirciyle buluşturmaktan mutluyuz. Berlin seyircisi sinemaya inanılmaz ilgili, tüm salon genellikle doluyor ve soru cevap sırasında insanlardan çok güzel tepkiler aldık. Filmin onlara ulaştığını bir şeyler hissettirdiğini görmek çok güzel.
Melis Öneren: İlk gösterimi Berlinale’de gerçekleştirmek bilinçli bir karar mıydı? Sizin için Berlinale ne ifade ediyor?
Banu Sıvacı: Berlin Film Festivali özellikle genç sinemacıların yeni fırsatlar yakalayabileceği, dünyadan sinemacıları yakından tanıyabileceği güzel bir ortam. Bu tip festivaller dünyadaki ilk gösterimi yapmamızı istediği için aslında çoğunlukla ilk olarak benzer festivallerle başlamak biraz da zorunluluk. Bunun dışında bir sinemacı filminin seyirciyle nerede buluştuğunu önemsemez. Seyirci her yerde kıymetli. Berlin’i güçlü yapan, festivalin çok eski ve köklü olması. Bu da yeni filminiz için orada size fırsat ihtimalleri doğuruyor.
Melis Öneren: Güvercin için bir kuşçunun, hayatın zorlu gerçekliğinde kendini bulma hikâyesi diyebiliriz. Filmin hikâye yaratım nasıl süreci oluştu?
Banu Sıvacı: Güvercin’i doğduğum mahallede çektim. Çocuk denecek yaştayken oradan ayrılmamıza rağmen detaylarıyla hatıralarımda olan yıllardı. Çatılarda güvercin besleyen insanları o zaman tanımıştım. Çoğunlukla bütün günlerini kuşlarla geçirirlerdi. Beklentilerin, hayallerin ekonomik engellere yenik düştüğü mahallelerde bu tip tutkular daha yaygın. Yusuf bu hatıralarımın içinde oluştu. Elbette filmi çekmeye karar verdikten sonra da birçok güvercin besleyen insanla tanışıp hikâyelerini dinledim. Filmde geçen birçok olay gerçekte dinlediğim bu hikâyelerden izler taşıyor. Filmde çoğunlukla Yusuf’un kendini toplumdan uzak tutma çabasına şahit oluyoruz. Çocukluğumda tanıdığım kuşçuların çoğu da bunun için özel bir çaba harcardı. Çünkü onlardan beklenen bazı sorumluluklar onlara ağır gelirdi. Daha sorgulayıcıydılar. Kuşlar onlar için yüzlerini gerçek hayattan çevirebildikleri başka bir yöndü sadece.
“Sinemayı tutku edinmiş herkes muhakkak çevresi tarafından daha sıradan bir uğraş edinmesi konusunda baskı görmüştür.”
Melis Öneren: Hikâyenin mekânı olarak Adana’yı seçmenizde oralı olmanızdan başka bir neden yatıyor mu?
Banu Sıvacı: Ben Adana’da doğup büyüdüm. Eğitim hayatım için ayrıldığımdan beri Adana’da yaşamıyorum. Çocukluğum güzel hatıralarla dolu. Sinema yapmaya karar verdiğimden beri ilk hikâyemin kendi çocukluğumda, bizzat yaşadığım bu güzel detaylar üzerine olmasını hayal ettim. Suçun, kavganın ve üzüntünün günlük hayatın birer parçası olmasına rağmen benim neden o mahalleleri güzel hatırladığımın üzerine düşünmeye başladım. Bunun sebebi insanlarıydı. Paylaşımcı, duygusal ve iyi insanlardı. Belki sinema yaparken az da olsa doğru ve yanlışın mekana göre nasıl da göreceli olduğunu anlatabilirim. Sonuç olarak ilk sinema filmi deneyimimi hayatımın ilk yarısını geçirdiğim Adana’da yaşamış olmaktan zaten heyecan duyuyorum.
Melis Öneren: Yusuf, kuşçu olarak çok alışılagelmemiş bir ana karakter. Bu kuş ve kuşçu figürlerinde sizi çeken şey neydi?
Banu Sıvacı: Yusuf kendi sığınağını oluşturan bir genç. Onun için yeryüzündeki hiçbir olay yeterince önemli değil. İnsan olarak doğduğu hayata, erkek olarak devam etme sürecine girmek onun için zor oluyor. Çünkü sevgi dolu. Tanıdığım bazı kuşçular da böyleydi. Sıradan davranmıyorlardı. Güvercinler filmde sıradan olmayan, toplum tarafından kabul görmemiş tüm tutkuları temsil ediyor. Kuşların yerine sinemayı koyun. Tamamen farksız. Sinemayı tutku edinmiş herkes muhakkak çevresi tarafından daha sıradan bir uğraş edinmesi konusunda baskı görmüştür.
Melis Öneren: Bu keyifli röportaj için teşekkür ederim.
Banu Sıvacı: Ben teşekkür ederim.