Ne kuzeyli Berlin’in kendisi gibi bir coğrafi soğuktan ne de kıta Avrupa’sının düşünce motoru Berlin’in bilişsel anlamda dolaysız ve mesafeli entelektüel uzaklığından eser yoktu bu sene Berlin Film Festivali’nde.

Festivalin halka açık gösterimlerinin yaza sarkıtılmasından ya da Haziran’ın sadece devrimlerle, direnişlerle değil aynı zamanda dog days sıcaklarla da anılmasından bence, festivale anksiyetik bir coşku hakimdi. Pandemiyle birlikte ara verilen birlikte izleme deneyimine dönüşün getirdiği sosyalleşme kaygısı ve telaşı mı yoksa sıcak yaz günlerinde nasıl sosyalleşeceğimizi bilemeden hızla tüketmek istediğimiz kamusal deneyimlerin sersemliği mi bu emin değilim.

Zaten bir şeylere o an ve o şeyler olurken ad vermek yerine, ara verip, mesafe koyup, süreci soğutup uzaktan bakmak daha doğru sanki. Bu tip bir festival deneyiminin film izleme pratiklerimize nasıl etki edeceğini de birlikte izleye izleye ilerleyen süreçte göreceğiz. Şimdi festivale seyirci bakışı uzaklığından bakalım. Geçen sene Berlinale’de gördüğümüz o yarı belgesel, biçimseli aşma kaygısıyla işlenen bütünsel anlam kurma çabası ve buna eklenen estetik neredeyse bütün yarışma filmlerine hakimdi. Ya da bilmiyorum… belki de yarışacak filmler bu estetik için dikildi. Peki bu tip bir görsel rejim öyle olageldiği için mi öyledir? Yoksa paradigmatik bir şekilde filmlerin görsel ve biçimsel dili belli bir ideolojik ve sosyal bağlama mı eklenir?

Bu soruların cevapları da birlikte izledikçe belirecek. Bence ikincinin birinciyi kurduğu ama birinciden de ikinciye giden bir yol ve refleksif bir model var yine de. Yani güncel ve gündelik hayatın kendisi parçalı, yarı deneysel, kurgumsu-gerçek olduğundan güncel filmler bu kurguya eklendi. Sonra yine bu filmlerin dili de yenilikçi ve idealist bir yeni hâlde bu kurguya eklenen Berlinale ile birlikte kendi paradigmatik sınırını belirledi.

Bad Luck Banging or Loony Porn

Altın Ayı alan Bad Luck Banging or Loony Porn, bahsini ettiğim bu ekleme ve eklemlenme sürecinin aynası gibiydi. Filmde hem bizim Romanya sineması övücülüğümüzde aranabilecek irrite bir hâl, hem de tematik olarak içinde yaşadığımız kırılgan modernliğin biçimini kavrayan cüretkâr bir yan vardı. Bu filmi ülke-bölge sineması övmenin anaakımlaştığı bir yerden değil de bastırılmış Romanya içinden çıkan inci gibi ve devrimsel, yeni bir şeylere işaret eden sinema olarak okumak istiyorum.

Zira filmin parçalı yapısı yeni bir şeye işaret etmese de video gösteri cağında onun haberi olmadan internette yayılan video görüntülerinin peşinde bir kadının başına gelen bir hikâye olarak okuduğumuzda kendi kendini belgeleyen bir günlük yaşamın kıyısında dolanıyoruz. Bu günlük yaşam da patolojik. Fonda gösteri toplumunun içe patlamış son hâli olarak bugünü ele alması açısından da kısa anekdotlar, işaretler ve mitler üzerinden bir sözlük yaratıyor yönetmen Radu Jude. E tabi bu sözlükteki her sözcük de toplumun kendi uçurumuna bir bakış atıyor. Yönetmenin filme iliştirdiği bu görsel altyazılar sinemada gerçek dehşetin bize doğrudan değil, yeniden üretim yoluyla aktarıldığı gerçeğine cuk diye oturuyor. Bu bağlamda yönetmenin şikâyet ettiğimiz uçuruma bakmanın belki de tek yolu olarak bu parçalı yapıyı önümüze sermesi, olay örgüsünden koparak ilerleyen estetik sine-biçimiyle filmin meramının örtüşmesi açısından değerli. Bu niyet samimiyet yaratıyor.

A Cop Movie

Sanatsal Ayı (benim tabirim) ödülü alan Meksika yapımı A Cop Movie’de ise Romanya gibi ancak üçüncü dünyadan çıkabilecek bir belgesel direniş estetiği mevcuttu. Özellikle filmin yapısında dikey, tiktokvari kamerayla bize konuşan başroldeki sevimli polislerin kendilik sineması, yukarıda bahsini ettiğim kurmaca ve belgeseli aşan estetiği bile dikine kesen şok edici bir etkiyle belirdi. Tam da bu dikey açı film biterken seyirciye eller havaya dedi. Film çürümüş kurumsal yapılardan biri olan polisliğin içinden konuşurken polislerle empati kurun gibi basit bir fikir yerine, o polislerin inşa edildiği sistematik ve yapısal alanlara mesafe koyun dediği için ve bunu da çok iyi bir kurguyla delip deştiği için sanatsal katkı ödülünü çoktan hak etmişti. Ne var ki yönetmen Alonso Ruizpalacios’un sahnede bu ödülü filmin kurgucusu Yibrán Asuad ile birlikte anarken geçişler ve kesmeler üzerinden bir yol ve yöntem önermesi önemliydi. Çünkü sinemayı sanat yapan şeyin kurgu olduğu gerçeği düşünüldüğünde A Cop Movie’nin kurgusunun önerdiği zamansallık sanat olarak sinemasal deneyiminin de gücüne işaret. Bu filmdeki polislerin de zamanları, o zamanları birleştiren kurgu ile başka bir üst anlatıya dönüşürken her bir zaman içinden, Meksika özelinde polislik kurumunun yozluğuna, devlet ve güç etrafında örgütlenen vatandaşlık kavramının da bu güçlerle girdiği dinamik ilişkiye bakması sinemanın zaman felsefesi bağlamında daha da önemliydi. Üstelik bu filmi Berlin’in Sultanahmet’i sayılacak müzeler adasında, kolonyal mirasın çevrelediği bir iç bahçenin fonunda ve seyircinin kahkahasıyla izlemek, geleceği de-kolonize etmek açısından değerliydi.

Daha yazı yok.
Filmloverss.com size daha iyi hizmet sunmak için çerezleri kullanır. Sitede gezerek çerezlere izin vermiş sayılırsınız. Ayrıntılı bilgi close-cookie-information