Yazar Puanı
puan - 65%
65%
Yunanca ruh anlamına da gelen adı ile Bir Nefes, iki farklı hayatın yollarının bir ruhun peşinde kesişmesinin gerilim ve empati dolu hikayesi.
Hayatta en korkunç, en dehşet verici kabuslarımızın başımıza gelmesi bazen bir nefeslik zamanımızı alır. Alman-Yunan ortak yapımı olan Christian Zübert’in yönettiği Bir Nefes, Frankfurt ve Atina’da geçen empati dolu hikayesinde tam da bu ‘an’lardan birine yer veriyor. Deneysel kamera hareketlerinin eşlik ettiği filme Almanya ve Yunanistan arasındaki politik ilişkileri andıran bir burukluk hakim. Film, iki farklı kültürle dolu birbirinden uzak iki hayatın bir çatı altında buluştuğu zaman dilimini konu alıyor.
2015 yılında ilk gösterimini Toronto Film Festivali’nin Çağdaş Dünya Sineması bölümünde yapmış olan film, Elena (Chara Mata Giannatou)’nın yolculuğu ve Tessa (Jördis Triebel)’nın yolculuğu olmak üzere iki ayrı bölümden oluşuyor. Atina’da Costas (Apostolis Totsikas) ile yaşadığı ilişkisindeki maddi imkansızlıklar sebebiyle Frankfurt’ta yeni bir hayat aramaya karar veren, ancak hamile olduğunu öğrenen Elena ile başladığımız hikaye, Elena’nın orta-yüksek sosyoekonomik duruma ve sınıflarının getirdiği başka sorunlara sahip olan Alman bir ailenin hayatına girmesi ile odağını genişletiyor ve hikayeye yeni bir hat ekliyor. Christian Zübert’in İpek Zübert ile birlikte kaleme aldığı hikaye, Atina’dan büyük zorluklara rağmen Frankfurt’a, sahip olduğu şartların daha fazlasını elde edebilmek amacıyla göçen genç bir kızın verdiği mücadele olmaktan çıkıyor ve daha fazlası oluyor. Yunanca “ruh” anlamına da gelen adı ile Bir Nefes, iki farklı hayatın yollarının bir ruhun peşinde kesişmesinin gerilim ve empati dolu hikayesi.
Bir Nefes: Suçlusu Olmayan Bir Suç
Başladığı andan itibaren, sürekli olarak hareketli tavrını koruyan ve izleyiciyi tedirgin eden kamera hareketleri, görmezden gelinemeyecek bir biçimde havayı hakimiyeti altına almış gerilim hissi gibi durumların yardımı ile bu filmde bir şeylerin ters gideceği izleyiciye açıkça belirtiliyor. Film, başarıyla yakaladığı bu kasvetli gerilim duygusunu ne kadar ısrar etsek de bir türlü tam anlamıyla güçlü bir bağ kurarak kendimize olaylar arasında rehber olarak alamadığımız oyunculara karşı koruduğu mesafesi ile pekiştiriyor ve izleyicisine soluk alabileceği hiçbir köşe bırakmıyor. Seyirciye yakın planların hakimiyetine ve karakterlerin sıradanlığına rağmen onlar ile yine de kuramadığı bu kişisel bağ, hikaye aracılığı ile veriliyor. Seyirci, ister istemez kendisinin de başına bir nefeslik boşlukta kolayca gelebilecek bu olayın samimiyeti ve olabilirliği içerisinde kendisini kaybediyor ve yaşanan trajedinin bir parçası haline geliyor. Dolayısıyla film, seyircisini ele geçirmeyi başarıyor ve bir dram filmi olarak izleyicisini etkisi altına alıyor. Film, ilk sürprizini bakış açısını ele aldığı karakteri değiştirerek yapıyor. Hikayenin dinamiğini arttıran bu sürpriz aynı zamanda filmin sağlamak istediği empati duygusunu ortaya çıkarıyor. Seyirci, o felaket ve olacağından emin olduğu olayın olmasını beklerken başarılı oyunculuklar ile oldukça iyi işlenen küçük detaylar ile geriliyor ve birkaç küçük şaşırtmacadan sonra nihayet kabusun başladığını sanarak tam da biraz rahatlayacakken, film tarafından bir kez daha şaşkına döndürülüyor ve böyle bir durumda karşılaşmayı hiç beklemediği bir duygu olan empati ile yapayalnız bırakılıyor. Böylece filmin hikayesi, yapılan anlık bir hatanın uyandırdığı sonsuz öfkeye rağmen bir empati kurma hikayesine evriliyor ve seyirciye yaşanan olayın trajedi boyutu ne kadar büyük olursa olsun, öfke kusmak adına ne kadar güçlü bir şekilde suçlu aranırsa aransın bazen hata sahibinin bir kişi yerine hayatın akışı olabileceği durumu hatırlatılıyor. En yıkıcı suçlardan birini konu alırken bir suçlu göstermeyen film, empati duygusunu hikayesini annelik duygusu ile bağlanmış iki kadın için iki bölüme ayırarak uyandırmayı hedefliyor. Bu anlamda film, annelik güdüsünü baz alan bir melodrama olarak aynı zamanda kadınlar arasında kurduğu güçlü ilişki ile de, Pedro Almodovar’ın 1999 yılında yazıp yönettiği Annem Hakkında Her Şey isimli eserini anımsatıyor.
Bir Nefes, gerilim hissini oldukça başarılı bir şekilde sağlayan ve izleyicisinde gerçek duygular uyandırmayı başaran bir film. Ancak olayların akış hızının yüksekliği ve seyirciyi yakalayış biçimine rağmen film, sonlara doğru yakaladığı ilgi seviyesini aynı tutmayı başaramıyor. Film, her ne kadar seyircisini kötü bir olayın gerçekleşmesini beklerken germeyi başarabilse de, olayların gidişatı bakış açısındaki kayma şaşırtmacası haricinde seyirci açısından tahmin edilebilirliğini hiçbir zaman yitiremiyor. Her ne kadar, genel anlamda merkezine iki kadın karakteri oturtmuş olsa da, bu karakterleri işleyiş biçimi ile seyircisinin aklında soru işaretlerinin belirmesine yol açıyor. Filmde kadın karakterler anne olmaları ile bir araya getiriliyor ve hareketlerinin ardındaki motivasyon olarak yine anne olmaları gösteriliyor. Sahip oldukları anne kimlikleri haricinde aldıkları kararlar ve sosyal toplum içerisinde sahip oldukları diğer kimlikler ise suçlanma sebepleri olarak ortaya konuyor. Bir çocuğun başına gelen bu korku dolu olayda somut olarak olmasa da en açık biçimde aktif olarak suçlanan karakterler anne olmaya hazırlanan Elena ve hali hazırda anne olan ancak toplum içerisinde sahip olduğu kimliği bununla sınırlandırmamayı tercih eden Tessa olarak gösteriliyor. Film, bu tavrı ile mücadele veren farklı sosyal statüden iki kadının altında bulundukları baskının altını çiziyor ve kadın karakterlerle güçlü bir empati bağı kurduruyor olsa da, bu durumu işleyiş biçimi ile seyircisini edinmek istediği tavrı ve olaylara bakış açısını sorgulamaya itmekten kaçamıyor. Film boyunca bütün kargaşanın arasında sıkıştığımız bu distopyada kendimizi güvenmek için en yakın bulduğumuz en insani karakter ise başarılı performansı ile çevirmen Tiberios Laskari (Akilas Karazisis) oluyor. Bu durum, filmin politik anlamda düşünüldüğünde seyircisine iki kültür arasında kurulması istenen iletişimi sempatik bir çerçevede gösterme isteği olarak değerlendirildiğinde oldukça yerinde bir hareket iken filmde yakalanması istenen bir kadın bakış açısı var ise farklı biçimlerde de değerlendirilebilir. Filmin sonlarına doğru akış hızını kaybetmeye başlayan olayların bağlandığı son, bir ruhun, nefesin peşinde koşulan bu hikaye için bu kez Tessa’nın Elena’nın yaptığı sorumsuzluğu ve olaylar ile başa çıkış biçimini tekrarlamasıyla bir döngüyü daha tamamladığından anlamlı olarak görülebilecek olsa da, duygusal anlamda tüketen ve gerilim seviyesi yüksek bu hikaye için gereğinden fazla kaderci kalıyor. Kurgusunu Mona Brauer’in, sinematografisini ise Ngo The Chau’nun üstlendiği filmde gerilim ve gerçekçilik hislerini besleyen hareketli kamera ve görüntü kalitesindeki düşüklük gibi kararlar bir süre sonra seyircinin dikkatini dağıtmaya başlayan unsurlar arasında yer alıyor.
Bir ruhun peşinde tükenmenin eşiğinde verilen gerilim dolu bir mücadeleyi anlatan Bir Nefes, izleyicisini hikayenin içerisine alarak kaygılandırmayı başarıyor ancak yakaladığı ritmi sonuna kadar aynı tutmayı başaramıyor. Film, herkesin başına gelebilecek ancak gelmesinden korktuğu bir olayı, oldukça samimi bir dil ile anlatarak seyircisini etkisi altına alıyor ve izleyicisi için empati duygusunun olayların algılanma şeklindeki yerinin önemini başarılı bir şekilde vurguluyor. Bir Nefes, sonunu ve olayların gidişatı tahmin edilebilir olmasına rağmen oldukça etkili bir duygusal dram filmi.