Kim ne derse desin yaşadığımız topraklarda cinselliğin bir tabu olduğu su götürmez bir gerçek. Kapalı kapılar ardında yaşanan bastırılmış cinselliğin sinemaya yansıması da Türkiye şartlarında elbette daha farklı cereyan ediyor. Sansüre uğrayan sevişme sahneleri ya da yayınlanmasında sakınca olmayan tecavüz sahneleri gibi.
Cinselliği bu denli yanlış tanımlamışken elbette cinselliğin estetiğini kendi sinemamızdan örneklerle taçlandırmak çok mümkün olmayacaktı. Peki neden Boogie Nights? Çünkü Fandor tarafından paylaşılmış bir video incelemesinin mevcut olmasının yanı sıra filmin konu ettiği porno sektörünün aslında estetikle çok da alakalı olmaması ve bu alakasızlığı Paul Thomas Anderson’ın farklı bir estetiğe dönüştürebilmesi.
Cinsellik, Porno ve Hyperreality
Öncelikle belirtmek gerekiyor ki, günlük yaşantımızda her türlü görsel mecranın hücumuna uğradığımız şu dönemde büyük bir imaj bombardımanı altındayız. Her gün yürüdüğümüz yoldan bindiğimiz otobüse, açtığımız televizyondan gezindiğimiz internet sitelerine kadar binlerce görselle karşı karşıya kalıyoruz ve bir noktada bu görselleri görmemeye çünkü duyarsızlaşmaya başlıyoruz. Bu durum da hyperreality kavramını açığa çıkarıyor. Bir imajın dikkatimizi çekmesi için artık alıştığımız ve duyarsızlaştığımız durumların üzerine çıkması gerekiyor. Artık belki göreceğimiz herhangi bir savaş fotoğrafına bakmayabiliriz artık o fotoğrafın dikkatimizi çekmesi için daha fazla kan daha fazla vahşet içermesi gerekmekte. Porno da benzer şekilde cinselliğin hyperreality kısmını oluşturuyor aslında. Bu yüzden çok fazla porno izleyen insanlar gündelik hayatın normal cinselliğine karşı duyarsızlaşabiliyor. Pornonun tam da bu yüzden estetikten yoksun olduğu savunulabilir. Duyarsızlaşan bireyin dikkatini çekebilmek için her zaman daha fazlasını, daha şiddetlisini, daha fantezilisini ortaya koymak gerekir. Bu durum da estetikten uzaklaşma ihtimallerini beraberinde getirir. Bu sebeple porno sektörünü yansıtan bir filmde estetiği iyi kurabilmek aslında gerçekliği tam anlamıyla yansıtamama çıkmazına da girebilir ancak Paul Thomas Anderson özellikle renkleri kullanımıyla bu durumun önüne geçebilmiş bir yönetmen. Boogie Nights yönetmenin filmografisinde çok fazla ön plana çıkmasa da gece kulübü sahnelerinde kullandığı kırmızı – siyah ve yanı sıra pastel renklerle hem cinselliğin vahşi yanını kurgulamayı başarmış hem de pastel tonlar aracılığıyla görselliği estetize edebilmiştir. 1997 yılında çekilen film, 70-80’lerin gece kulüplerini ve cinsellik anlayışını da başarılı bir şekilde yansıtır. Bu geçmiş zaman hissiyatını yaratan zoom-in’lerin sık sık kullanıldığını görmek de mümkün. Çekimlerin stabilden ziyade aktüel bir biçimde yapılması dahi cinselliğin aktif yapısıyla uyum içinde ilerler. Tüm bu unsurlar iç içe geçerek başarılı bir estetik algısı yaratır.
Boogie Nights filminde kullanılan renklerle ilgili hazırlanmış videoya aşağıdan ulaşabilirsiniz.