Yazar Puanı
Puan - 65%
65%
Cruella, gerçek zamanlı olarak ait olduğu bir evrene, daha önce tanışmadığımız formatlarda eklemlenen bir hikâye. Yeni şeyler yapmaktan çekinmemiş, bunun büyük ölçüde altından kalkmış fakat mükemmel olmayan bir yapımla karşı karşıyayız.
Eğer 101 Dalmaçyalı serisinin kitaplarını okuyarak, filmlerini ve animasyonlarını izleyerek büyüdüyseniz, Cruella’nın kafanızı karıştırmasına hazırlanın. Film, Cruella de Vil’in yetişme öyküsünü yeniden yaratarak, karakteri yeniden gözden geçirmemize yol açıyor. İyi ve kötünün siyah beyaz, eski tarz anlatısına punk bir dokunuşla müdahâle eden bir yapım var huzurlarımızda. 101 Dalmaçyalı evreninin ana karakterleri ve estetik unsurları korunurken, değişen tek bir şey var: Cruella’nın aynı zamanda Estella olduğunu anlamamız.
Film sayesinde, uzun yıllardır tanıdığımız Cruella de Vil’in kimi takıntılarının kaynaklarının yaşadığı travmalar olduğunu anlıyoruz. Beklenenin aksine korkunç kötülüğünü değil, Cruella’nın insani taraflarını keşfettiğimiz bu hikâye, umduğumuzdan farklı bir arka plan sunuyor. Herkesi memnun etmemiş olsa da bu anlatı eski “iyilerin” ahlaki üstünlüklerine karşı geliştirilmiş şairane bir cevap olarak yorumlanabilir. Ahlak kurallarının dokunulmazlığının dönüştüğü, kötülüğün bireyselliğinin artık karşılık bulmadığı günümüzde bu, eskimeye yüz tutmuş 101 Dalmaçyalı serisini canlandıracak türden bir yaklaşım.
Ek olarak türcülükle mücadelenin gitgide ana akımlaştığı günümüzde hikâyeye yeni bir bakış getirilmiş olmasını faydalı buluyorum. Cruella’nın aslında insanlara manipülatif davranıp, kürkü için köpekleri öldürmesi dışında ne kadar kötü olduğuna dair sağlam dayanaklar yoktu zaten. Hâliyle Cruella’nın hikâyesinin insanileştirilmesinin, köpek gibi evcil hayvanları diğer hayvanlardan farklı bir yerde konumlandıran sorunlu etik duruşu da kurtaran bir tarafı var.
***Yazının bundan sonraki bölümü Cruella ile ilgili keyif kaçırıcı detaylar (spoiler) içerebilir.***
Aynı Bedende İki Kişi: Cruella ve Estella
Filmin başında siyah beyaz saçlarla dünyaya gelen, farklı olduğu için 60’lı yılların başından beri zorbalığa direnen Estella’yla tanışıyoruz. Estella ve Cruella daha o yıllardan aynı bedende yaşıyorlar, fakat uyum sağlamak için Estella, annesinin sözünü dinleyerek Cruella’yı derinlere saklamaya karar veriyor. Filmin önemli bir kısmında, hayallerine inanan annesi tarafından büyük bir sevgi ve şefkatle yetiştirilmiş, onun için benliğinin önemli bir parçası olan Cruella’dan vazgeçmekten çekinmeyen Estella’nın yolculuğunu izliyoruz.
Fakat Estella’nın uyum sağlama arzusu, taşımakta zorlandığı bir şey. Onun için gidişat, yaşıtlarından farklı davranan pek çok çocukla aynı seyri izliyor ve sonunda okuldan atılıyor. Annesi, hayali moda tasarımcısı olmak olan Estella’yı, Londra’ya götürmeye karar veriyor. Bu noktaya dek, standart bir arka plan anlatısı var diyebilirim. Bu öykünün, çok daha fazlasını vadettiğini, annesinin yolda “bir arkadaşına” uğramaya karar vermesiyle fark ediyoruz. Çünkü uğradıkları ihtişamlı bina oldukça tanıdık, kapısında “Hellman Hall” yazısı yer alan, Cruella’nın gelecekteki yuvası.
Filmin genelinde Estella ve Cruella arasındaki geçişler bize ana kahramanımızın çoklu kişilik bozukluğu mu, başka bir psikolojik farklılığı mı yoksa kuvvetli bir drag kimliğinin mi olduğunu sorgulatıyor. İki ayrı anne figürünün etkileriyle sevgi gören ve desteklenen Estella ile istenmemiş, onaylanmayan, dışlanan Cruella’nın nasıl aynı ve farklı insanlar olduğunu kavrama şansı buluyoruz. Estella ve Cruella arasındaki geçişler, her zaman çok ikna edici sayılmaz. Bazı anlarda bu imkânın istismar edildiğini bile söyleyebilirim. Fakat filmin geneline baktığımızda bu düaliteyle başarılı bir şekilde oynandığını söyleyebiliriz. Bu ikilik arasındaki geçişler çoğu zaman kıyafet odaklı olduğu için, Cruella’nın bir drag persona olmaya daha yakın oluğunu düşünüyorum.
Baroness: Eski Cruella’nın Tahtının Yeni Sahibi
Baroness, Hellman Hall’un sahibi, dönemin en ünlü modacısı. Cruella’nın hikâyesindeki en temel figür. Baroness üzerinden bir “matricide”, yani anne katli hikâyesi izliyoruz. Bu hikâyenin detayları, mitolojilerde yaygın rastladığımız dinamikler çerçevesinde inşa edilmiş. Baroness, Cruella’nın olmak istediği her şeyin de ona zarar veren her şeyin de vücut bulmuş hâli. Annesi ve Baroness’in filmdeki tasvirleri üzerinden, Estella ve Cruella’nın temel farklarını da içeren kapsamlı bir ikilik inşa ediliyor. Baroness’in evcil hayvanı olan üç dalmaçyalı, Cruella’nın ilerleyen zamanlarda niçin dalmaçyalılara karşı bir takıntı geliştireceğinin temellerini atıyor. Hatta Cruella’nın ateşe yönelik takıntılarının altında bile, Baroness’in ona yaptıklarının yarattığı bir başka travma olduğu anlaşılıyor. Bu temellendirmelerin kalitesi ise tartışmaya açık durumda.
Bu arka planların eklenmesi hoş bir dokunuş, keza Cruella karakterinde uzun yıllardır yüzeysel bir kötülük temsili var. İsmini Türkçeleştirdiğimizde “Zalime Şeytan” gibi bir kelime öbeğiyle karşılaşıyoruz. Bu şeytani kişilik, elbette ateşten hoşlanan bir kişi olarak tasvir edilmiş önceki yapımlarda. Fakat Cruella filmi bu yüzeyselliğin yerini, belli travmalardan motivasyonlarını alan bir karakterle değiştiriyor. Hatta soyadının kaynağını bile, orijinine Cruella’nın meşhur arabasından ilhamını almasıyla açıklıyor. Keza Cruella’nın ikonik arabası siyah beyaz bir Panther de Ville. Benzer bir gönderme, Hellman Hall’un isminden “-man” hecesinin atılmasıyla “Hell Hall” (Cehennem Konağı) isminin ortaya çıkmasıyla da yapılmış durumda. Kısacası, Cruella’nın özünde kötü olmasından ziyade, hayatı boyunca karşısına çıkan engellere direnen Estella’nın kendisine yarattığı bir savunma mekanizması olduğunu anlıyoruz.
Bu noktada Baroness karakterinin inşası, takdire şayan. Baroness, Estella’nın kendi kişisel Cruella’sı. Fakat Glenn Close’un başarılı, bir o kadar da abartılı Cruella’sından ziyade akıllara Meryl Streep’in Devil Wears Prada’daki Miranda karakterini getiriyor. Meryl Streep’in ne kadar iyi bir Cruella de Vil olacağını akıllara getiren bu çağrışım, boşuna değil. Miranda da, Baroness de beyaz ekranda yer alan en iyi narsist tasvirleri arasında. İngilizcesi “Malignant Narcissist” olarak geçen bu tip kötü huylu narsistlere gerçek hayattan bir örnek olarak Jeffrey Epstein’ı düşünebiliriz. İnsanları bir araç olarak gören, sıkı rutinleri olan, çok spesifik besinler tüketen, görev tanımı farklı olan çalışanlardan alakasız taleplerde bulunabilen bu tip narsistler, hem senaristler, hem de izleyici için çok cazip bir tipoloji yaratıyor. Cruella filmi de bu imkânı, o kadar ikna edici olmayan, çok daha karanlık bir atmosfer yaratan psikopat veya sosyopat bir karakter inşa etmek yerine tercih etmiş.
Bu tercihle ilgili en güçsüz detay, filmin içinde Baroness’in bir narsist olduğunun vurgulanması. Bu çıkarımın meraklı izleyicilere bırakılmayıp, ayrıca dillendirilmesi, karakter inşasına dair yapımın o kadar da özgüvenli olmadığına dair bir gösterge. Cruella’nın kendisinin mental statüsüne dair ipuçları ise oldukça karmaşık. Şimdiye kadar tanımış olduğumuz Cruella’ya dönüşecek mi, yoksa yepyeni bir karakter tasviriyle mi karşı karşıyayız, bu meselenin ucu açık. Fakat aslında hiçbir dalmaçyalı öldürmediği hâlde bu dedikodunun yayılması karşısında insanların bir kötüye ihtiyaç duyduğu, onun da bu boşluğu doldurmaktan memnun olduğunu söylemesi, ikinci seçeneği daha mümkün kılıyor. Özellikle de daha önceki yapımlarda ayak işlerini yapan Horrace ve Jasper’ın onun için bir aile gibi olması, Roger’a Pongo ve Anita’ya Perdita’yı kendisinin hediye etmiş olması ve köpeklerle yakın ilişkilerinin olması bu ihtimali bir hayli kuvvetlendiriyor.
Punk, Moda ve Filmin Görsel Dünyası
Film, içinde geçtiği zaman aralığında İngiltere’yi kasıp kavuran punk akımıyla, 101 Dalmaçyalı’nın kendi estetik imkânlarından muazzam bir sentez ortaya koymuş durumda. Siyah, beyaz ve kırmızının uyumu, Kendin-Yap! kültürü, çengelli iğneler, gazete deseni, kısacası kaosun yarattığı o rastgele ahenk estetik fırsata dönüştürülmüş. İki ayrı Sex Pistols göndermesinin hikâyenin içerisine muazzam bir şekilde yedirildiğini fark ettim. İlki, punk kültürünün imza cümlelerinden “No Future”ın “The Future”a dönüştürülmesi. İkincisi ise “God Save The Queen” (Tanrı Kraliçeyi Korusun) cümlesiyle aynı kültürel atfa sahip bir başka cümle olan “The King is Dead, Long Live The King!” (Kral öldü, Yaşasın Kral!) cümlesinin yapımın içinde sentezlenerek “The queen is dead, long live the queen!” şeklinde karşımıza çıkması. The Stooges’ın “I Wanna Be Your Dog” şarkısının cover‘ı da doğrudan punk tonu taşırken, filmin soundtrack listesi punk olmasa da benzer esintileri yaşatan nice dönem şarkısını kapsıyor.
Cruella, oldukça klasik bir moda anlayışının ortasına inovatif bir biçimde yerleştirilmiş nice iyi moda fikriyle de dolu. Cruella’nın bazı kreasyonları o kadar şatafatlı ki, bilhassa çizgidizilerdeki uçuşan eteklerin ve kürklerin abartılı hissiyatını farklı yöntemlerle ekrana taşıyor. Moda dışında da bazı yerlerde, mesela Estella’nın filmin başlarında Hellman Hall’dan kaçtığı sahnede, kimi abartılı sahnelerle karşılaşıyoruz. Buradaki amacın animasyon serisi ve animasyon filmlerindeki estetiği yakalamak olduğu oldukça aşikâr. Aynı durum, bazı karakterlerin karikatürize mimiklerinde de mevcut. Bu nedenle, kimi izleyicinin gözüne batabilecek bu seçimler, aslında 101 Dalmaçyalı serilerinin tamamına bir saygı duruşu niteliğinde. Bazı kovalamaca sahneleri, çizgidiziyi çocukken izlemiş olanlara deja-vu yaşatabilecek kadar iyi.
Tüm bunlar filmin, kült bir yapımın yeniden hayata geçirilmesi aşamasında neler yapılabileceğine dair oldukça iyi bir örnek olarak kabul edilmesini mümkün kılıyor. Yine de, Cruella kendisini 101 Dalmaçyalı evreninin neredeyse dışına çıkan bir yerde konumlandırdığı için, eski seriye daha yakın olan kişilerin filmi beğenmemesi oldukça olası. Aynı anda çok şeyi başarma girişiminin bir yan etkisi olarak, o kadar da oturmamış, zaman zaman absürt kaçan pek çok detay, yapımın kalitesini zaman zaman sorgulatıyor. Fakat genel bir çerçeveden bakınca seyri oldukça keyifli, denediği pek çok şeyi hakkıyla yerine getirmiş bir yapımla karşı karşıyayız.
Bu yazı ilk olarak 1 Haziran 2021 tarihinde yayınlanmıştır.