Hayatlarımızın belki de en tuhaf yıllarından birinde En İyi Film dalında Oscar’a aday olan filmler, ödül töreninin 93 yıllık tarihi boyunca temsiliyet konusunda birçok ilke imza atılan bir dönemine dâhil olmuş oldu. Zira bu yıl En İyi Yönetmen kategorisinde 93 yıldır ilk kez aynı anda iki kadın yönetmenin bulunurken En İyi Erkek Oyuncu dalında ise ilk kez Asya kökenli Amerikalı bir oyuncu ve Pakistan kökenli bir oyuncu yer aldı. Temsiliyet anlamında Akademi tarihinde bunun gibi pek çok ilke imza atılmasını sağlayan adaylar arasında bulunan Sound of Metal, Promising Young Woman ve The Father‘ın yönetmenlerin ilk uzun metrajlı filmleri olması da dikkat çekti.
Akademi Ödülleri tarihinde ilk kez En İyi Özgün Senaryo dalında aday gösterilen beş filmin tamamı aynı zamanda En İyi Film ödülüne de aday gösterildi ve En İyi Film kategorisinde yer alan, ödül sezonuna şu ana dek damgasını vuran Nomadland sayesinde Frances McDormand aynı yıl içerisinde hem oyuncu hem de yapımcı kimliğiyle ödüle aday gösterilen ilk kadın oldu.
Bizler de, Frances McDormand’ın büyük ihtimalle en az bir kez mutlaka sahneye çıkacağı gecede En İyi Film ödülü için yarışacak Sound of Metal, Nomadland, Promising Young Woman, The Father, The Trial of the Chicago 7, Mank, Minari ve Judas and The Black Messiah ile ilgili bilinmesi gereken 15 detayı derledik.
En İyi Film Oscarı Adayları Hakkında Mutlaka Bilinmesi Gereken 15 Detay
Anthony Hopkins ve The Father’daki Karakterinin Ortak Noktası
Florian Zeller’ın yönetmenliğini üstlendiği ilk uzun metrajlı film olan The Father‘da Anthony isimli karakter kendisine doğum günü sorulduğunda 31 Aralık 1937 cevabını veriyor. Bu bilginin ilginç olan yönü ise bahsettiği tarihin aynı zamanda karakteri canlandıran Anthony Hopkins’in doğum günü olması.
The Father’ın Esin Kaynağı
Zeller, verdiği bir röportaj sırasında izleyicinin gözyaşlarına hakim olamamasına sebep olan The Father‘ın gerçek bir hikâyeden esinlenildiğini söylüyor. Filmin yürek burkan hikâyesi, yönetmenin neredeyse sekiz yıl önce kaleme aldığı Le Père adlı oyundan Zeller ve Oscar’lı senarist Christopher Hampton tarafından uyarlandı. Yönetmenin aktardığı bilgilere göre tiyatro oyununun hikâyesinin arkasında yatan ilham kaynağı ise tıpkı filmde olduğu gibi demans ile mücadele eden bir birey. Büyükannesi tarafından yetiştirildiğini söyleyen Zeller 15 yaşına geldiğinde, annesi yerine koyduğunu söylediği büyükannesine demans teşhisi konuluyor. Bu acılı sürece birebir tanıklık eden Zeller, tiyatro oyununun herkes tarafından ilgiyle karşılanmasıyla herkesin bir kaybetmekten korktuğu bir babaya ya da aile üyesine sahip olduğunu fark ediyor. Bu düşünce ve hikâyenin temasındaki evrensellik, yönetmeni The Father’ı izleyiciyle buluşturma yolunda cesaretlendiriyor.
LaKeith Stanfield, William O’Neal’ı Canlandırmak İstemiyordu
Daniel Kaluuya ile birlikte bu yıl En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında aday gösterilen LaKeith Stanfield, Judas and the Black Messiah‘da ilk başta William O’Neal’ı canlandırma konusunda pek ılımlı değildi. Stanfield verdiği bir röportajda, iki oyuncunun da aynı kategoride aday gösterilmesiyle başrol oyuncusu konusunda kafa karışıklığı yaşatan filmin yönetmeni Shaka King ile iletişime geçtiğinde senaryoyu çok sevdiğini belirtirken Fred Hampton’ı canlandıracağı için çok heyecanlı olduğunu söylediğini ve King’in aslında kendisini O’Neal karakteri için düşündüklerini söylediğinden bahsediyor. Hikâyeyi ilk kez okuduğunda O’Neal’dan nefret ettiğini söyleyen başarılı oyuncu, sözlerine O’Neal’ı canlandırırken onun insani yönlerini bulmaya çabaladığını anlatıyor.
Mank’in Senaryosu 1990’larda David Fincher’ın Babası Tarafından Yazıldı
İzleyiciyle 2020 yılında buluşan Mank‘in yolculuğunun başlangıç tarihi 1990’lı yıllara kadar uzanıyor. Senaryonun ilk taslağı, yönetmen David Fincher’ın babası Howard Kelly “Jack” Fincher tarafından kaleme alındı. 2003 yılında Jack Fincher’ın vefatının ardından David Fincher, projeyi kendisi için bir tutku haline getirdi fakat 2019 yılına kadar prodüksiyonuna başlanamadı. Filmin neredeyse 30 yıla yayılan yapım serüveni izleyiciyle 2020 yılında Netflix’te buluşmasıyla son buldu.
David Fincher’ın Aynı Sahneyi Yüzlerce Kez Çekmesi
David Fincher, sinema dünyasında mükemmeliyetçiliğiyle tanınan, aynı sahneyi defalarca çekmesiyle bilinen bir yönetmen. Bazı sahnelerinde gece sahneleri için gündüz çekimlerini kullanarak eski bir Hollywood tekniğinden yani “shooting day for night” tekniğinden faydalanan, görüntü yönetimi ile öne çıkan filmde Citizen Kane’deki Susan Kane karakterinin ilham kaynağı olan Hollywood yıldızı Marion Davies‘i canlandıran Amanda Seyfried, Fincher’ın bu yönünü Mank’in çekimleri sırasında görmüş ve bir röportajı sırasında David Fincher’ın sadece bir sahneyi çekmek için beş gün harcadığı süreçten bahsetmişti:
“Bir sürü insanın bir arada olduğu sahnelerde yer alıyordum ve bütün haftamızı bunu çekmeye harcardık. Size kaç tekrar aldığımızı söyleyemem ama tahminimce 200 kere çekmişizdir, belki ben yanılıyor olabilirim. Hiç repliğim olmayan bir sahneyi beş günde çekmeyi hafife almış olabilirim.. Rahat olabileceğimi düşünüyorsunuz ama hayır, çünkü bir noktada beni gösteren yaklaşık 9-10 farklı kamera açısı var.”
Aynı şekilde Gary Oldman da verdiği bir röportajda bir sahne için defalarca çekim yaptıklarını, hatta bu durumun bazı insanları oldukça zorladığını belirten açıklamalarda bulundu: “Şimdi bütçelerin gittikçe daha da kısıtlanıp film çekildiği bir çağdayız, iki çekim yapıyorsun, üç çekim yapıyorsun ve devam ediyorsun ve eğer istiyorsan üçüncü veya dördüncü çekim için gerçekten zorlaman gerekiyor.” ifadelerini kullandı.
Nomadland’deki Amatör Oyuncular
IMDb’de verilen bilgilere göre göçebelik ruhunu izleyiciyle buluşturan filmde Frances McDormand‘a eşlik eden Charlene Swankie ve Bob Wells gibi birçok rol arkadaşı McDormand’nın ünlü bir Hollywood yıldızı olduğunu bilmiyordu. Hatta Wells, Fern’in rahmetli kocası Bo’yu hatırladığı duygusal bir sahneyi çekene kadar McDormand’ın kariyerinden habersizdi. Çekimden sonra McDormand’ın yanına giderek bu hikâyeyi anlatmasını onun için çok değerli olduğunu ve her şeyin düzeleceğini söylemesiyle McDormand karışıklığın farkına vardı ve gerçek kocasının Joel Coen olduğunu ve hala hayatta olduğunu söyledi. Böylece Wells, oldukça şaşkın bir şekilde McDormand’ın bir oyuncu olduğunu öğrendi.
“Promising Young Woman” İsminin Ardındakiler
Promising Young Woman filminin ismi, 2016 yılında cinsel saldırıdan suçlu bulunan Stanford Üniversitesi öğrencisi Brock Turner’a ve bu suçla yargılanan erkeklere karşı özellikle medyanın takındığı genel tavıra atıfta bulunuyor. Suçlu bulunmasına rağmen Turner, bazı insanlar tarafından yaptıklarıyla değil de yüzücü kimliğiyle, “Gelecek Vaat Eden Delikanlı” olarak anıldı. Film ise gelecek vaat eden genç kadınları ve bu kadınların cinsel tacize uğradıktan sonra hayatlarının geldikleri noktayı ortaya koyuyor.
Riz Ahmed ve Oliva Cooke’un Metot Oyunculuk Yöntemleri
IMDb’deki bilgilere göre Olivia Cooke, Sound of Metal‘ın açılış sahnesinde canlandırdığı Lou’nun ve Riz Ahmed’in hayat verdiği Ruben karakterinin birlikte söylediği şarkıyı yazdı. Ahmed ve Cooke, bu sahneyi gerçek bir gece kulübünde gerçek insanların önünde çaldı.
Ruben’in işitme kaybı süreciyle yüzleştiği sahnelerde Riz Ahmed, kulak kanalının derinliklerinde gürültünün yayılmasını durduran işitsel engelleyiciler taktı ve kendi sesi dâhil hiçbir şeyi duyamadığını söyledi. Bir süre sonra, ses engelleyicilerini takmaktan vazgeçen Ahmed, yönetmenle iletişim kurarak işitme engelli insanların iletişim kurma şeklini öğrendi ve ASL (Amerikan İşaret Dili) aracılığıyla iletişimini sağlamaya başladı.
Careful How You Go
Promising Young Man’da Cassie karakterinin kafede çalışırken okuduğu “Careful How You Go” kitabı, başrollerini Phoebe Waller-Bridge, Daniel Rigby ve Linda Bassett’in paylaştığı Emerald Fennell’in 2018 yapımı kısa filminin adıyla aynı.
Carey Mulligan’ın Cassie’yi Canlandırması Konusunda Aldığı Tepki
Film ile ilgili Variety’de yayınlanan bir eleştiride Dennis Harvey, yapımcılar arasında bulunan Margot Robbie‘nin karakter için daha uygun olacağını belirten, Carey Mulligan’ın karakter için “yeterince seksi” olmadığı düşüncesini uyandıracak tonda ifadelere yer verdi. Bunun üzerine Mulligan bu ifadelerin kendisini bir oyuncu olarak yetersiz hissetmesine yol açtığı, kendisinin karakter için yeterince seksi olmadığının söylendiğini düşündürdüğü yönünde açıklamalar yaptı ve Variety, Mulligan’dan özür diledi.
Duyma Engelli Bireylerin Paul Raci’nin Hayatındaki Yeri
Sound of Metal filmindeki duyma engelliler için rehabilitasyon merkezinin sahibi Joe’yu canlandıran Paul Raci‘nin aslında duyma konusunda bir engeli yok fakat ebeveynleri duyma engelli bireyler. Bu sebeple, duyma engelli ebeveynlerin çocuklarının üye olduğu birliğe yani CODA topluluğuna dâhil. Kendisi bir röportajda ”Benim ana dilim Amerikan işaret dili. İngilizce konuşmayı ve iletişim kurmayı sonradan öğrendim” demiştir. Ayrıca işaret dili ile konser veren Hands of Doom grubunun da bir üyesidir.
Metalhead ve Sound of Metal Arasındaki İlişki
Sound of Metal’ın ana hikâyesinin de merkezindeki karakterlerin de esin kaynağı Derek Cianfrance (Blue Valentine, The Place Beyond the Pines)’ın tamamlayamadığı Metalhead filmi. Cianfrance’ın 2009 yılından beri post-prodüksiyon aşamasında olan Metalhead filmi, iki kişilik bir heavy metal grubunun parçası olan davulcunun işitme yetisini yitirmesinin ardından sessizliğe adapte olmaya çalışmasını anlatıyor. Metalhead’in başrollerinde heavy metal grubu Jucifer’ın gerçek hayatta da çift olan üyeleri Edgar Livengood ve Gazelle Amber Valentine yer alıyor. Çift kurmaca ile belgeselin iç içe geçtiği filmde kendilerini canlandırıyor.
Cianfrance, The Place Beyond the Place filminde birlikte çalıştığı Darius Marder’dan Metalhead’in senaryosunu baştan yazmasını ve yeni bir film olarak hayata geçirmesini isteyince ortaya Sound of Metal çıkıyor.
İki Aday Arasında Fred Hampton Karakteri Üzerinden Kurulan Bağ
Judas and the Black Messiah filminin merkezinde yer alan Fred Hampton, bu yıl En İyi Film Oscarı adayları arasında yer alan bir filmde daha karşımıza çıktı. Zira The Trial of the Chicago 7‘da Black Panther lideri Bobby Seale suçsuz yere yargılanırken ona destek olmak için mahkeme salonuna gelen Black Panther üyelerinin başındaki isim Fred Hampton’dan başkası değildi. Judas and the Black Messiah’ta Daniel Kaluuya’nın hayat verdiği karakteri The Trial of the Chicago 7’da ise Kevin Harrison Jr. canlandırdı.
The Trial of the Chicago 7, Başta Netflix Filmi Değildi
Bu yıl Oscar yarışında Netflix’in belki de en iddialı filmi olan The Trial of the Chicago 7, aslında bir Netflix filmi olarak çekilmedi. Aaron Sorkin’in yazıp yönettiği film Paramount çatısı altında hayata geçirildi. Filmin Paramount Pictures tarafından yaygın dağıtıma sokulması planlanıyordu. Ancak pandemi nedeniyle vizyon programı iptal olunca film dijital platformlara sunuldu. Amazon, Apple ve Hulu’nun da dâhil olduğu bir yarışın ardından filmin haklarını, 56 milyon dolarla en yüksek teklifi veren Netflix aldı. Filmi orijinal vizyon tarihinde sınırlı sayıda sinemada da gösterime sokan Netflix, sinemalarda gösterime sokma vaadiyle de rakiplerinin önüne geçti.
Minari, En İyi Film’e Aday Olan İkinci Korece Film Oldu
Amerikan yapımı olmasına rağmen büyük ölçüde Korece olduğu için Altın Küre’de En İyi Yabancı Film kategorisine alınması tepki toplayan Minari, Akademi Ödülleri’nde ise En İyi Film adayları arasında yer aldı. Minari böylece Akademi Ödülleri tarihi boyunca En İyi Film adaylığı alan ikinci Korece film oldu. İlki ise geçtiğimiz yıl ödülün de sahibi olan Parasite’tı.
Ayrıca Steven Yeun da filmdeki performansıyla En İyi Erkek Oyuncu kategorisinde adaylık alan ilk Asya kökenli Amerikalı oyuncu oldu.
Derleyen: Sıla Şahiniz, Adnan Şahin, Zeynep Pınar Uçar
Kaynaklar: BBC, AFI, IMDb, IMDb, BFI, BuzzFeed, Screenrant, Deadline, IMDb, IMDb, BFI, The Slate, The Intercept, IMDb, BuzzFeed, The Wrap, Variety, Indiewire,IMDb, IMDb, IMDb, Indiewire