Tüm dünyayı etkileyen salgının etkilerini evde daha uzun süre geçirmeye çalışıp sosyal hayattan uzak durmak suretiyle yavaşlatmaya ve kendi sağlığımızı da korumaya çalışırken sosyal hayatın en önemli nimetlerinden biri olan, birlikte film izleme deneyiminden şüphesiz mahrumuz. Ancak birlikte filmlerin iyileştirici etkisini hissetmemize engel değil bu. Ayrı mekânlarda da olsak, aynı filmlerde buluşmak için her gün Evde Sinema: Günlük İzleme Listesi başlığı altında 10 filmlik listeler yayınlıyoruz.
Bugünkü listemizde gerçeküstücülüğün efsane ismi Luis Buñuel, usta sinemacılar George A. Romero, Andrzej Wajda ve István Szabó’nun yanı sıra Kelly Reichardt ve Miguel Gomes gibi isimlerin de filmleri mevcut.
Evde Sinema: Günlük İzleme Listelerinin önceki bölümlerine buradan ulaşabilirsiniz.
*İzleme listesi için hazırladığımız görseli aşağıdan indirebilir, Instagram ve Twitter’dan bizleri etiketleyerek #birliktegüzel hastag’i ile paylaşabilirsiniz.
Evde Sinema: Günlük İzleme Listesi #13
Ashes and Diamonds (1958)
Polonya sinemasının en büyük ustalarından Andrzej Wajda’nın Bir Kuşak – Pokolenie ile başlayan, Kanal ile devam eden Savaş Üçlemesi’nin son parçası olan Ashes and Diamonds, II. Dünya Savaşı’nın son gününe götürür seyirciyi. Polonya direniş örgütünün bir üyesi savaşın bitmesinin ardından bölgeye gelen Sovyet heyetinden birini öldürmekle görevlendirilir, lakin suikastçı bu süreçte genç bir kadınla tanışır ve başka bir hayatın mümkün olabileceğini düşünmeye başlar. Jerzy Andrzejewski’nin Kül ve Elmas adı ile Türkçeye de çevrilmiş romanından uyarlanan bu başyapıt, bir ulusun kaderini bireysel bir hikâye üzerinden anlatışındaki maharet ve Wajda’nın dünya kurmaktaki ustalığıyla öne çıkıyor. Filmin ayrıca Polonya’nın James Dean’i olarak anılan ve genç yaşta trajik bir tren kazası ile hayatını kaybeden oyuncu Zbigniew Cybulski ile tanışmak için de önemli bir fırsat sunuyor.
El ángel exterminador (1962)
Sinemada gerçeküstücülük ve sınıfsal hicivlerin tartışmasız en büyük ustası Luis Buñuel’in kariyerinin Meksika döneminde çektiği bu şaheser, tüm zamanların en güçlü tek mekân anlatılarından biridir. Bir gün bir grup burjuva bir davet için bir malikanede toplanır; fakat davetin sonunda buradan bir türlü ayrılamazlar. Bu süreçte kişiler arası geriliminin yükselişiyle kendini ayrıcalıklı gören sınıfın yavaş yavaş düştüğü acınası hâli âdeta mikroskop altına alır usta Buñuel. Hem gülünç hem ürpertici bir film olarak tanımlayabileceğimiz El ángel exterminador, Cannes Film Festivali’nde FIPRESCI Ödülü kazanmış, başta Godard olmak üzere birçok yönetmenin filmlerinde saygı duruşunda bulunduğu, finali ile akıllardan çıkmayacak sinema sanatının zirve noktalarından biri.
The Crazies (1973)
Evde Sinema seçkimize daha önce özgün vampir anlatısı Martin ile yer alan, zombi filmleri alt türünün en önemli yönetmeni George A. Romero, bu kez alegorik yönü ağır basan bir korku-bilimkurgu-aksiyon meleziyle konuğumuz oluyor. Vietnam hezimetinin ve Watergate skandalının gölgesinden çekilen The Crazies, insan eli ile üretilmiş bir virüsü taşıyan devlet uçağının düşmesi sonucu, virüsün küçük bir kasabanın içme suyuna karışması sonucu yaşananları konu alıyor. Maskeler, koruyucu giysiler, salgın ve karantina gibi unsurlar ile yaşadığımız günlerle de doğrudan diyalog hâlindeki bu yapım, 70’lerin gözden kaçmış, keşfedilmeyi bekleyen önemli tür filmlerinden biri.
Mephisto (1981)
Macaristan sinemasının dev isimlerinden István Szabó, Alman yazar Klaus Mann’ın Hollanda’daki sürgün yıllarında yazdığı romanından sinemaya uyarladığı bu filminde kamerasını 1930’lu yılların Almanya’sına çevirerek, bir tiyatro oyuncusunun yükseliş hikâyesi ekseninde faşizmin yükselişimi anlatıyor. Film (ve dolayısıyla roman) M, Faust gibi filmlerde de rol alan, Nazilerle yaptığı iş birliği ile anılan Alman oyuncu Gustaf Gründgens’in gerçek hayat hikâyesinden esinlendiği için yıllarca yasaklanmış, ancak 2000 yılında filmin üzerindeki sansür perdesi kaldırılabilmişti. Gösterildiği yıl Mephisto Yabancı Dilde En İyi Film kategorisinde Oscar ödülüne uzamış, Cannes Film Festivali’ndeyse En İyi Senaryo Ödülü’nü ve FIPRESCI Ödülü’nü kazanmıştı.
Devdas (2002)
Hollywood’un teknik anlatı olanakları ve gişe rakamlarına bakıldığında yeryüzündeki tek ciddi rakibi olan Bollywood’un ürettiği görkemli filmlerden biri olan Devdas, filme de ismini veren ana karakteri Devdas ve Paro’nun imkânsız aşk hikâyesini konu alan üç saatlik müthiş bir müzikal. Hindistan’da üretilen benzeri filmlerden olağanüstü bir incelikle üretilmiş yapım tasarımı, ödüllü koreografileri ve şaşkına çeviren yönetmenliğiyle ayrılan Devdas için gerçek bir modern klasik yakıştırmasını yapabiliriz pekâlâ. Shah Rukh Khan ve Aishwarya Rai Bachchan gibi iki süper yıldızı buluşturan film, Dola Re Dola başta olmak üzere enfes müzikleriyle de izlemeyenlerin keşfetmesi elzem bir mucize.
Noise (2007)
Bir gün bir banliyö treninde ilginç olay yaşanır ve bölge halkı bu olay üzerine kendi içinde sorunlar yaşamaya başlar. Genç bir polis memuru bu olayın görüldüğü gibi olmadığına dair bir şüphe duyar ve bu trajik olayın peşine düşer. Bu andan itibaren bu polis hem sürekli kafasında duyduğu seslerle hem de bu olayın etkileriyle mücadele etmek zorunda kalır. Avustralya sinemasından son dönemde çıkan en başarılı yapımlardan biri olan Noise’da yönetmen Matthew Saville, sürükleyici bir polisiye ile psikolojik gerilim arasında güçlü bir denge kurarken, anlatısının önemli unsularından biri olan sesi çok etkileyici biçimde kullanmayı ve güçlü bir seyir deneyimi yaratmayı başarıyor.
Wendy and Lucy (2008)
Yönetmen Kelly Reichardt’ın imzasını taşıyan Wendy and Lucy, genç bir kadını ekonomik olarak çöküşün eşiğine getiren olaylar üzerinden hem harika bir karakter çalışmasına dönüşüyor,hem de hatırı sayılır bir toplumsal eleştiriyi alıyor merkezine. Filmde aynı gün içerisinde arabasının bozulması ve köpeğinin başına bir kaza gelmesi sonucu Wendy, finansal olarak onu zora sokacak olaylar zincirinin ortasında bulur kendisini… Film dünya prömiyerini Cannes Film Festivali’nin Belirli Bir Bakış adlı bölümünde gerçekleştirmiş, ayrıca filmdeki Lucy adlı köpek Palm Dog ödülüne layık görülmüştü.
Chronicle (2012)
Bu son derece farklı süper kahraman öyküsünde yönetmen Josh Trank ve Dirk Gently’s adlı Netflix dizisinden de tanıdığımız yazar Max Landis, yaptıkları inanılmaz bir yeraltı keşfi sonrasında süper güçlere kavuşan üç liseli gencin hikâyesini konu ediyor. Süper güçlere kavuştuktan sonra üç arkadaş, dostluklarının ve karakterlerinin teste tabi tutulacağı olayların ortasında buluyorlar kendilerini… Bu Marvel ve DC gibi devlerin öykülerine farklı bir yaklaşım getire filmin, Josh Trank’in ilk uzun metrajlı filmi olduğunu da belirtelim.
Arabian Nights (2015)
2012 yılında çektiği Tabu’yla tüm dünyada tanınan ve Berlin Film Festivali’nden (bu yıl kaldırılan ve sinemada yenilikçi yaklaşımlar arayan filmlere verilen) Alfred Bauer Ödülü ile FIPRESCI Ödülü’nü kazanan Portekizli yönetmen Miguel Gomes, The Restless One, The Desolated One ve The Enchanted One isimleriyle üç bölüme ayırdığı Arabian Nights’ta 1001 Gece Masalları’nı Portekiz’e adapte ettiği kendine özgü bir anlatı koyar ortaya. Tamamlandığı yıl Cannes Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan filmlerde Gomez, bu masalsı hikâyelerden yola çıkarak günümüz Portekiz’ine dair gerçekçi çıkarımlarda bulunur.
Sarah Plays a Werewolf (2017)
İsviçreli yönetmen Katharina Wyss’ın ilk filmi olan Sarah Plays a Werewolf, amatör bir şekilde sahneye çıkan 17 yaşındaki oyuncu adayı Sarah’ın hikâyesini konu ediyor. Sarah sahneye çıkıp karakterine büründüğü zaman her şeyi unutmakta ve bu konuda müthiş bir başarı sergilemektedir, ancak bu başarısının ardında hiç kimseye söyleyemediği bir aile sırrı vardır aslında… Korku filmi gibi işlemeyen bir korku filmi, türe yenilikler kazandıran bir türler arası deneyim olarak da tanımlanabilecek olan Sarah Plays a Werewolf, Venedik Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapmıştı.