Bir filmi kuramsal açıdan değerlendirmek istediğimizde karşımıza ilk olarak temel ölçütler çıkmaktadır. Ele alınan filmin hangi kuramsal perspektif ve ölçütlere göre sınıflandırılması gerektiği bu anlamda oldukça dikkat gerektiren bir durumdur. Vizyoner kimliğiyle tanıdığımız Joel Schumacher’in Sonun Başlangıcı – Falling Down (1993) filmi de kuramsal perspektif doğrultusunda özellikle incelenmesi gereken örneklerin arasında yer alıyor. İlk bakışta anlatının ve filmin genel olarak ırkçılık eleştirisi üzerine kurulu olduğu sezilse de aynı zamanda etnik ayrımcılığın belirli kodlarını, hegemonik erkekliği ve LGBTIQA+ karşıtlığını barındırdığını belirtmek gerekiyor. Hikâyenin kuruluşu bakımından bu uğraktan hareket etmek, filmin kuramsal perspektif açısından nerede konumlandığı konusunda daha nesnel veriler sağlayacaktır.

Hikâyede karşımıza çıkan iki baskın karakteri temel gündelik konumlarıyla ele aldığımızda, William Foster’ın hükûmet için savunma ve saldırı sistemleri geliştiren bir sektörde çalıştığını; dedektif Prendergast’ın ise tatil planları yapan ve emekliliğine bir gün kalan bir polis olduğu anlaşılır. Anlatının devamlılığı ve sorunun çözülüşü bakımından her iki karakter merkezi role sahip olmakla birlikte Falling Down’un kendisini belirli anlamlarda sorunlu hale taşımasının da temel özneleri olarak temsil edilirler. Yine aynı şekilde iki karakterin hegemonik erkeklik tezine göre zayıf temsil edildikleri ve bu sebeple yaşadıkları sosyal ortam içerisinde aidiyet krizi yaşadıkları fark edilir. Hikâyenin ana taşıyıcısı konumunda bulunan William’ın tüm aksiyonları sahip olduğu ideolojik perspektife göre şekillenmekle birlikte aynı zamanda onu seri şiddet olayları içerisine sokar. Şiddetin karakterin benliğinde ortaya çıkışı ve yansıması ilk olarak açılış planındaki uzun trafik kuyruğu sırasında göze çarpar. Mizansenin ustalıkla kurulduğu bu planda William, arabasının içerisinde mahsur kalmış gibi bir görüntü çizer. Yüksek sıcaklık, sinek, araba kornaları ve çeşitli insan sesleri, erkek karakteri daha da gergin hale sokar. Bu sırada karakterin gözünden farklı araçların plakalarına yakın çekim yapılarak atmosferin derinliği sağlanır. Bireysel özgürlüğe ve dinsel muhafazakarlığa dikkat çeken plakalar aslında olayların da nasıl gelişeceğinin habercisi durumundadır. Etrafında ve özellikle ön sırasında bulunan araçtaki Hispanik aile, karakteri katlanılmaz bir hâle getirir. Filmin ilk kritik uğrağı da tam olarak bu planın sonunda gerçekleşir.

Arabasını terk edip yakındaki bir markete eski eşini aramak için giren William, mekân içerisinde ilk şiddet deneyimini yaşayacaktır. Koreli market sahibiyle fiyatlar konusunda tartışan ve ardından satıcıdan aldığı beyzbol sopasıyla raflara zarar veren William ilk bakışta gerginliğine ve kendisini saran sosyal ortama yenik düşmüş gibi gözükür. Fakat hikâyenin devamına sirayet edecek bu ilk patlama anı aslında erkek karakterin içinde bulunduğu sosyo-ekonomik durumun da yansıtıcısıdır aslında. Aksanıyla ve ürünlerin pahalılığı sebebiyle satıcıya karşı kendi kurallarını uygulayan karakter, beyaz Amerikalı olmanın ilk coşkun özelliğini de gösterir. Beyaz ırk üyesi olmanın yüceltildiği fakat aynı zamanda üye olmayanların çeşitli olumsuzlayıcı etiketlemeler aracılığıyla aktarıldığı dikkat çeker. Beyaz Amerikan olmayanlar mantıksız, saldırgan, pis ve görgüsüz olarak temsil edilir. Bunlara paralel olarak yönetmenin filmin büyük çoğunluğunda kullandığı başarılı mizansen kurulumuna da bu bölümde rastlamak mümkündür. ABD’de uzun süre “sarı tehlike” olarak tanımlanan ve Asyalılara karşı uygulanan yabancı-göçmen karşıtlığı bu planda açıkça ortaya çıkar. Işıklandırmanın sarı ve yeşil tonlarıyla sağlandığı, satıcının fiziksel özelliklerinin olumsuz anlamda etiketlendiği bu düzenlemede ana karakter William ise beyaz yakalı, orta sınıf üyesi bir görüntü çizer. Aynı zamanda kasanın önünde bulunan domuz figürü de benzer ayrımcılık kodlarını tekrar üretmeye devam eder. Ana karakterin bir sonraki durağı açık bir arazi içerisinde oturacağı kaya olur. Karşısına çıkan Hispanik gençlerin kendisinden para istemesinin ardından gelişen peşi sıra şiddet olayları karakteri adeta olması gereken kişiye dönüştürür. Yine eski eşini aradığı sırada kendisini gören aynı hispanik gençler ellerindeki tüm silahlar aracılığıyla caddeyi yaylım ateşine tutar. Bu saldırı girişimi sırasında yaralanmayan William artık hikâye özelinde tanrısal bir karaktere dönüşür.

Açılışta gördüğümüz plakaların birinde yazan ve İsa’yı hatırlatan “bizim günahlarımız yüzünden öldü” çıkartmalı plakanın hikâye özelinde anlamı yerine getirilmiş olur. Hangi açıdan bakılırsa bakılsın William attığı adımlarda olumlanan bir karakter ve kendinde vücut bulan sistem karşıtlığını temsil eden bir özne konumundadır. Hispanik gençlerin silah çantasına el koyan karakter bu andan itibaren sistem karşıtlığına soyunan ve gittiği her yerde şiddeti de beraberinde götüren bir temsil öznesi olur. Kıyafetlerini değiştirmek için girdiği dükkanda tanıştığı neo-nazi satıcı William’a birbirlerinin aynısı olduklarını ifade eder. William ise satıcıya “Ben Amerikalıyım, sense hasta bir pislik” cümlesini vurgular. Karakterler arasındaki bu diyalog aslında anlatının da merkezini dolduran önemli bir noktayı simgelemektedir. Liberal özgürlük kavramının muhafazakâr bir sosla karşımızda vücut bulduğu William karakteri ABD’nin sağladığı özgürlük fikri dışında kalan neo-nazi satıcıya karşı olduğunu anlatır. Yöntem açısından birbirinden kalır yanı olmayan hatta satıcıya göre şiddeti somutlaştıran William’ın radikal sağ ile muhafazakâr sağ arasındaki saydam dokuyu temsil ettiği de hiç kuşkusuz dile getirilebilir. Yaptığı yolculuk sırasında adaletin keskin kılıcını çağrıştıran karakter finalde herkes kendisini yaratan düzen tarafından ortadan kaldırılmaya bakidir mesajını verir.

Suçludan Kurban Yaratmak: Falling Down

Sinema kuramları içerisinde, Timothy Corrigan’ın Film Çözümlemesine Giriş kitabında tanımladığı etnik eleştiri, filmin bağlamını aydınlatma, mekan tasarımı, karakter tahlili ve hikâye anlatımı üzerine inşa eder. Etnik eleştirinin kendisine esas aldığı öncelikli nokta, hikâye kapsamında güçsüzlerin nasıl aktarıldığı, ışıklandırmanın bu gruplar üzerinde nasıl kullanıldığı, cani-kurban arasındaki ayrımın hangi bağlamda ele alınmasına dayanır. Aynı zamanda Corrigan ıkrçı-ayrımcı fikirlerin etnolojik tarihçesine yönelerek bugün zenofobi olarak adlandırılan yabancı karşıtlığının liberal ve muhafazakar kitleler içerisindeki bireyler tarafından nasıl alımlandığı üzerinde durur. Evrimsel antropolojinin argümanlarını sinema kuramıyla bütünleştiren Corrigan, bunu yaparken sinemada ayrıcalıklı ve güçsüz grupların nasıl temsil edildiğini inceler. Modern bir aygıt olan sinemada ayrımcılık fikrini evrimsel perspektife indirgemek mutlak bir değerlendirme sağlama konusunda yetkin olmasa da ele alınan filmin hangi tarihsel koşullar altında hangi noktaya işaret ettiği açısından bize belirli faydalar sağlayabilir. Bunun dışında etnik eleştirinin belki daha da önemli yanı ise filmin gerçeklikle arasındaki uzamı nasıl oluşturduğu üzerine vurgu yapmasıdır. Düzen eleştirisi üzerinden ilerleyen bir film çoğu zaman düzenin sınırlarını ihlal etmek yerine o sınırlara bir taş koymayı tercih edebilir. Aynı şekilde ayrımcılığı hedef alan bir film çoğu zaman güçsüz grupların film dilindeki temsilini başarısız aktarabilir. Düzen eleştirisini ön plana almış gibi gözüken bir film aynı zamanda çeşitli grupları kendi diliyle yargılayabilir. Bu açıdan bakıldığında Falling Down, etnik eleştiriye mutlak biçimde ihtiyacı olan bir film olarak karşımıza çıkmaktadır.

Hikâyenin ana belirleyeni ve sürükleyicisi durumundaki karaktere yakın plandan baktığımızda; uzun süredir işsiz olan, eski eşiyle sorunlar yaşayan, gerçek Amerikalı olmayı başaramamış gruplar tarafından tehdit altındaki bir erkektir. Bir gün içerisinde gerçekleşen tüm olayların sonucunda düzenin, eski ailesinin ve hayatın bir kurbanı olarak yansıtılır. Ana karakter William karşısında konumlanan ve görece bulunduğu bağlam açısında olumlu temsil edilen dedektif Prendergast ise eşinin kontrolü altında bulunan doğal bir kurban ve iş arkadaşları tarafından da mobbinge maruz kalan ikinci erkek karakterdir. Filmi her iki erkek karakter üzerinden değerlendirmek gerektiğinde, karakterlerin birbirini kriminalize ettiği gibi nötralize ettiği de söylenebilir. Bu durumu açıklamak gerekirse, William şiddeti araçsallaştırdığı ölçüde kendi olmakta ve hedefine yaklaşmakta, Prendergast ise William’ın adımları sayesinde hem ona yakınlaşmakta hem de sistemli biçimde uğradığı mobbingden kaçma fırsatı yakalamaktadır. Habersiz kovalamaca sırasında William gittiği her noktada filmin düzene eleştirisini yönelttiği bir tavır sergiler. Neoliberalizmin hizmet sektörünü dönüşüme zorlaması ve bununla birlikte yaşanan dalgalanma, William’ın gittiği restoranda uyguladığı şiddet dahilinde açığa çıkar. Kendisine istediği gibi davranılmayan kural koyucu yalnızca psikotik tavırlar sergilemez aynı zamanda müşterinin – tüketicinin her zaman haklı olduğu savını da doğrular. Hikâyenin bu veçhesinde kapitalist düzen yağmacı, konformist ve yoksullaştırıcı yapısı nedeniyle eleştirilir. Eleştirinin merkezinde ise düzenin içsel yapısı, dinamik unsurları ya da üretim araçları yerine yine aynı düzen içerisinde yer alan kişiler tercih edilerek şiddet mizahi bir dille aktarılır.

Benzer biçimde William’ın savaşa uygun araçlar ve giyimiyle girdiği golf sahasında yaşananlar kamusal alanın üst sınıf tarafından işgaline yapılan önemli bir atıftır. Fakat film bunu yaparken gerçekliği olabildiğince bükerek şiddeti olağan hale getirir. Golf sahası içerisinde kendisine bulunduğu mekanın özel mülk olduğunu söyleyen oyunculara sahip olduğu araçlar ile şiddet uygulayarak kamusal alanın “korunmasına” katkıda bulunur. Ana karakterin hikâye boyunca temel motivasyonu kızının doğum gününe yetişmek için karşısına çıkan baskı gruplarının tamamından hesap sormaya yöneliktir. Eski eşini ve kızını limanda rehin aldığı bölümde Prendergast ile karşılaşan ve sonucunda intihar eylemi düzenleyip kendisini dedektife öldürten ana karakter caniliğini kurbanlaşarak taçlandırır.

Çokkültürlülük sonrası yaşanan krizin bireyler üzerinde yarattığı baskıyı, aynı bireylerin kendi yansımalarına şiddet uygulamalarıyla meşru hâle getiren bir anlatım karşımıza çıkar. Bu süreçte tehlike altındaki tüm grupların ise karakter üzerinde baskıya sahip olduğu ve doğal olarak onu şiddet uygulamaya ittiği tezinden ilerleyen bir anlatımla karşılaşırız. Eski eşinin yarı İtalyan olması, karşısına çıkan karakterlerin kendisine ve doğrudan Amerikan değerlerine karşı oluşu, beyaz Amerikan rüyasını kabusa çeviren bu gruplara karşı savaş açılmasını meşru kılar. Filmin kapitalist düzen eleştirisi ise yine aynı eksende erkek egemenliği meşru kıldığı gibi şiddeti de doğal gösterir. Ekonomik olarak rantabl olmadığı gerekçesiyle kendisine kredi verilmeyen siyah karakteri gördüğü sırada kendisinin de benzer süreçleri yaşadığını hatırlar. Bu anlamda temel motivasyonu haksız kazanç ile zengin olanlara, vergi kaçıranlara ve zevk düşkünü bireylere kayar. Düzen eleştirisini salt rantabl olmamak üzerinden kurduğu gibi aynı zamanda şiddetin diğer tehlike altındaki bireyler üzerine yoğunlaşmasını da haklı gösteren bir anlatım ortaya çıkar. Sınıfsal aidiyet bozukluğu, hayata yabancılaşma gibi temel meseleler üzerine gitmekten ziyade kendisine engel olmaya çalışan herkese psikotik tavırlar sergileyen bir karakter filmin finalinde kurbanlaştırılır.

Tekrar etmek gerekirse düzen eleştirisini etnik ihlale yer vererek sağlayan Falling Down’un beyaz, muhafazakâr Amerika idealini gerçekleştirmeye çalıştığını hatırlatmak gerekiyor. Kurban ve cani ayrımının ortadan kalktığı, şiddetin sıradanlaştığı bir ortamda ne yazık ki düzen eleştirisinin de saydamlaştığını söylemek belki de en doğrusu olacaktır.

Kaynak: Film Eleştirisi El Kitabı – Timothy Corrigan

Daha yazı yok.
Filmloverss.com size daha iyi hizmet sunmak için çerezleri kullanır. Sitede gezerek çerezlere izin vermiş sayılırsınız. Ayrıntılı bilgi close-cookie-information