Bazı şerhleri baştan düşerek yazıya başlamak uygun olacaktır: Lolita bir aşk hikâyesi değildir. Vladimir Nabokov’un “Beyaz Irktan Dul Bir Erkeğin İtirafları” alt başlığı ile yayımladığı kitap, Humbert isimli pedofil bir erkeğin, cinsel özgürlüğü -belki bir miktar erken- yaşamış Dolores’i (Lolita) manipüle ederek onu yaşadığı yerden koparması, Amerika kentleri arasındaki motellerde yıllarca birlikte sürgün hayatı yaşamak zorunda bırakması ve bu süre zarfında uyguladığı cinsel istismarı anlatıyor. Humbert’in Dolores’in elinde çaresiz kaldığı anlar olsa da özünde saplantı ve kıskançlık krizleriyle dolu hoyrat bir tahakkümden bahsediyoruz. Zaten kitabın sonunda Dolores’in yaşadığı maddi yetersizliklerle dolu hayatı terk edip tekrar Humbert’e dönmek istememesi, refah yerine görece sefil bir yaşamı seçmesi de bunu destekler.

Diğer taraftan Lolita 21. yüzyılın en iyi metinlerinden birisi. İçeriğinin sertliği ve kabul edilmezliği eserin edebi başarısını gölgelemiyor. Öyle ki defalarca hışımla sansüre uğrasa bile roman günümüzde okunmaya devam ediyor. Binlerce kötü edebi kopyasını saymıyorum bile. Stephen Jan Parker’a göre “Hayatın hakikatini aramak Nabokov’un edebiyattaki başlıca meşgalesiydi. O bir ikonoklast ve yenilikçiydi; sanatı zor olsa da talep ettiği çabayı gösteren okurlar için getirileri büyüktür”. Nabokov’un anıştırmalar, ironik bir dil ve mitlerle örülü zengin romanı bu katmanları sayesinde birbirlerinden farklı birçok okur kitlesini yakalarken, belki de yine aynı sebeplerle sinemaya uyarlandığında etki ve tesir çapı kısalmıştır. Çünkü yönetmenlerin görsel tercihleri, hikâyeyi belirli bir alana ister istemez hapseder.

Lolita: Uyarlamanın Güçlüğü

Lolita

Lolita gibi bir kitabın nasıl filme çekileceği baştan beri büyük soru işaretleri barındırıyordu: Sorun sadece sansür kurulundan nasıl onay alınacağı değildi; kitaba yapılan eleştiriler nedeniyle oyuncular ve dağıtımcılar da projeden uzak duruyorlardı. Stanley Kubrick’in bizzat yazara yazdırdığı senaryo önce kısaltıldı, sonra birçok kesintiye uğrayarak filme çekildi.

Bilindiği gibi Kubrick kariyeri boyunca birçok kez çok başarılı edebiyat uyarlaması gerçekleştirdi ancak diğer uyarlama eserlerinin kaynak metinleri Nabokov’un edebi parıltısından bir miktar uzak. (*) Kubrick özünde tema olarak romana sadık kalsa da içerik olarak bir duygunun peşinde gittiğini söyleyebiliriz. Kubrick, refleksif (**) yöntemini kullanarak filmi final sahnesiyle -Humbert’in daha sonra Lolita’yı baştan çıkararak kaybetmesine sebep olduğu Clare Quilty’i öldürmesiyle- açar. Humbert’in sahneye bir katil olarak çıkması, filmin tonunu pedofiliden uzaklaştırmak için bunun tercih edildiği izlenimi uyandırır. Ayrıca Humbert’in ergenlik çağında yaşadığı trajik olay ve Lolita’nın onu terk ettikten sonraki arayışları da filmde kendisine yer bulamaz. Sansürün etkisiyle yeterince etkili bir şekilde dramatize edilmeyen erotik tutkuyu da düşündüğümüzde Kubrick’in Humbert karakteri derinlikten yoksun, yüzeysel kalmıştır. Kitabın etkisinden sıyrıldığında okuyucunun kendisini bir pedofilin beyninde gezinirken, yer yer ona üzülürken hatta bazı anlarda eylemlerine hak verirken bulmasının yarattığı suçluluk duygusu, okuyucunun kendisini sorgulamasına sebep oluyordu. Oysa film, Humbert’in geçmişini silip, cinayeti vurgulayarak izleyiciyi bu ahlaki ikilemden daha filmin başında uzak tutmaktadır.

Nabokov’un romanındaki erotizm iki damardan beslenir: Birincisi mitlerden faydalanarak günümüzdeki beden kavramına kanca atmasıdır. Romanda “su pericikleri (nymphet)” olarak adlandırılan çocukluk ile ergenlik arasındaki genç kızları herkes göremez; mistik bir güzellik anlayışı vurgulanır. Bu periler, bir bilinçaltı ögesi olarak günümüze gelirken öznenin algısında beden olarak biçimlenmiştir. Bir anlamda “su periciği” dişil bir fantezi nesnesidir. Nabokov’un tüm kitap boyunca altını oyduğu bu mit sinema uyarlamasında sadece bir beden olarak tezahür ettiği için tek boyutlu kalır. Humbert’in Dolores’i gördüğü ilk anı hatırlayalım: Öznenin odağındaki imge küçük kızın bedenidir, daha fazlası değil; film boyunca da bu şekilde kalmaya devam eder.  Ancak roman Dolores’i bir “su perisi” olarak tanımlarken daha sonra bu miti parçalamaktan çekinmez.

Lolita filminde erotizm perdeye ancak cinsel imalar ve fısıldaşmalar şeklinde yansır; gerilimi tetikleyen bir unsurdan öteye gidemez. Bu gerilim, daha sonra bir polisiye hikâyeye evirilerek tamamen kaybolur. Humbert’in cinsel tutkusu filmin büyük bir bölümünde neredeyse hiç hissedilmez. Oysa Nabokov “Lolita, hayatımın ışığı, kasıklarımın ateşi.” diyerek romana başlamıştır. Roman, erotizmi, anıştırmalar ve cinsel olmayan olaylara da cinsel bir dil uygulayarak çeşitlendirir. Burada bir parantez açalım: Lolita’nın asıl çarpıcı noktasının içerisindeki cinsellik ögelerinden çok bir pedofilin düşüncel dünyasına girmesinden kaynaklandığını söylemeliyiz. Önsözde belirtildiği gibi “Asıl söylemek istediklerini laf kalabalığı ile örtmeye çalışsa da okuyucuya oldukça anlaşılmaz gelecek durum ve duyguları konu edinmektedir”. Ancak o duyguların cinsel sonuçları romanda çok net bir şekilde yer alırken film bu konuda çekinik bir tavır sergiler. Kubrick, neredeyse kimliksizleştirdiği ve cinsel erotizmini maskelediği Humbert’i boşlukta bırakır. Yerine ise tutkusunun peşinde kaybolan bir adam koyar.

Erotizmin beslendiği bir diğer kavram ise avcı ve kurban arasındaki gerilimli ve yer yer trajik ilişkidir. Dolores’in cinselliğini kullanarak istediklerini yapması için Humbert’i kullanmasıyla ara sıra yer değiştiren bu ikilem romanda başarıyla inşa ediliyor. Humbert, Lolita’yı üstü kapalı bir şekilde yalnız kalırsın tehdidi ile manipüle ederek hem yörüngesinde tutmaya hem de cinsel istismara devam ediyor. Film, örtük imalar ile de olsa çatısını bu ilişki üzerinden kurmaya çabalıyor. Kubrick, gerilimi tetikte tutmaktaki başarısı ve metne olan mesafesiyle bu açılardan başarılı bir iş ortaya çıkarıyor.

Kubrick’in Lolita uyarlaması kesinlikle kötü bir film değil; hatta yönetmenlik, oyunculuk ve teknik olarak oldukça parlak anları mevcut; ancak kaynak metnin gücü altında bir miktar ezilmiş, yolunu tam bulamamış bir film. Sadece sansür sebebiyle törpülediği cinselliğin eksikliği değil, Humbert karakterini ele alış biçimi de bir miktar sorunlu. Diğer taraftan Adrian Lyne tarafından tam 35 yıl sonra çekilen ikinci Lolita uyarlamasında gördüğümüz gibi sorun cinselliğin ya da Humbert’in çocukluk anısının perdede gösterilmemesi de değil.  Sorun metnin içeriğinin sinemaya uyarlanırken çok fazla kan ve odak noktasını kaybetmesi.

Günümüzde Lolita bir roman, film karakterinden çok bir pop kültür ikonuna dönüşmüş durumda. Artık Lolita “erken gelişmiş, cinsel çekiciliği fazla, şuh ve baştan çıkarıcı genç kız” anlamlarında kullanılan bir argo kelime olması dışında yetişkin filmlerinde fazlasıyla kullanılan bir tema hâline gelmiş durumda. Kubrick’in cinsel gerilimlerinin yerine pornografinin geldiğini düşünürsek, filmi, dönemi içinde en azından izleyiciye sorgulama yaptırma çabası için bile önemsemeliyiz.


(*) Nabokov düzenli olarak Kasvetli Ev ve Mansfield Park üzerine ders verirdi ama sınıfta Dickens ve Austen’ın diğer romanlarıyla pek de ilgilenmediğini belirtirdi. Türün ortak özelliklerinden ya da bir yazarın tüm eserlerinden ziyade bireysel sanat eserleriyle ilgilenirdi. Aynı örnekten gidersek Kubrick’in Lolita’daki görece başarısızlığı, diğer uyarlamalarındaki üst düzey yaratıcılığını gölgelemez.

(**) Refleksif: Bir şeyin kendi kendine dönmesidir. Bir bağlamın neden ve sonuç ilişkisinin birbirini etkileme durumudur.  Filmin açıldığı gibi kapanması.

Kaynakça:

Notos Sayı: 70

Bir Stanley Kubrick Kitabı, James Howard, Es Yayınları

Modern İnsandaki Arkaik Bilinçaltı ve Erotizmin İşlevi, Ayşe Sezer

Daha yazı yok.
Filmloverss.com size daha iyi hizmet sunmak için çerezleri kullanır. Sitede gezerek çerezlere izin vermiş sayılırsınız. Ayrıntılı bilgi close-cookie-information