İmkansızlıklar içerisinde biriktirmiş olduğu umut kırıntılarıyla hayata tutunuşun sinemasal bir kanıtı olmuştur usta yönetmen Ahmet Uluçay. Bir yandan film çekip bir yandan da yem fabrikasında çalışarak yetiştirmeye çalıştığı ilk uzun metrajlı filmi ‘’Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak ‘’ile tüm dünyaya kanıtlamıştır aslında sinemaya adamış olduğu ruhunun göreceli boyutlarını…
Çocukluğunda gönlünü kaptırdığı sinema için verdiği çırpınışlar esnasında da, hayatına şiir dizeleri, tuvallere atılmış fırça darbeleri ve iyi bir eş sığdırmıştır usta yönetmen. Deyim yerindeyse sabır ile azmi aynı anda harmanlayarak yaratmış olduğu Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak sayesinde de, kalbinin her köşesinde var olan çocuksu dünyasının kapılarını sonsuzluğa doğru açmakla kalmayıp, geride bol ödüllü iyi bir film, kitaplara ve belgesellere konu olacak mütevazi bir yaşam hikayesi bırakarak sessiz sedasız göçüp gitmiştir bu dünyadan.
‘’ Sinemayı Edison ile Lumiere kardeşler bulmasaydı, mutlaka İsmail’le biz bulurduk’’ diyebilecek kadar aşık ve bir o kadar da güzel bir insan olan Ahmet Uluçay’ın bu dünyadan göç edişinin 5. Yıl dönümü … Onun Türk Sinemasına kazandırmış olduğu değerler üzerinden birkaç cümle kuracak olursam şayet; Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak ile kısa filmlerinden aktardığı karelerdeki gerçek hayat ve duru sevgiye bir çok günümüz teknolojisinin her türlü imkanını kullanılarak çekilmekte olan filmlerinde rastlayabilmek neredeyse imkansız.
Yaşamış olduğu köyün halkıyla birlikte imece usulü çektiği Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak ile kendi kağıt gemisini suya indirmeyi başarmıştır Uluçay. Hayaller ile gerçek hayat arasında çizilen çizgide giymek zorunda olduğumuz rollerin sıkıcılığından dem vuran film, gölgeler ile suretlerin duvardaki ahenkli yansımasını eski bir türkü eşliğinde anlatmıştır sinema perdesine.
60’ lı yılların bir Anadolu Köyünün herhangi bir yaz tatilinde rejisör olma hayalleriyle yanıp tutuşan Recep ile Mehmet’in mütevazi yaşamlarını anlatan Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak; yönetmenin hayal gücünün genişliğini Salvador Dali esintileriyle şekillendirdiği tuhaf çocukluk yansımalarına resmi bir kanıt olmuştur belki de…
Güzel insanların çok çabuk ayrıldığı bu dünyada, belki de aşkının peşinden koşarak ölümsüz olmayı başaran Ahmet Uluçay; bozkırda, tren raylarının üzerinde ve eski bir ahırın karanlık duvarına yansıyan film kırpıntılarıyla yansıtmayı çalışmıştır hızla akıp giden hayatı. Türk Sinemasının 100. Senesini kutlamış olduğu bu günlerde, sinema adına az ama güzel işler yapmış olan bu güzel insanın; beynindeki tümöre meydan okurcasına şekillendirmiş olduğu sanat kariyeri, mütevazi hayatı ve o Anadolu köyündeki Recep ile Mehmet, sinema perdesinin bir köşesinde kendilerine daima ve sonsuza dek yer edinecektir. Ahmet Uluçay anısına…