Haftanın Kısa Filmi köşemizde bu hafta, annesiyle birlikte bir otobüs istasyonundayken tanıştığımız bir çocuğun içinde bulundukları kaçış hâlini nasıl algıladığına odaklanan ve Safdie Kardeşler sinemasına yakın bir seyir deneyimi sunan Runon var.
Çocuk olmak biraz da bilmemekle alakalı bir durum. Çocukların olan bitenden -sıklıkla- olumsuz etkilenmemesi adına haberdar edilmemesi artık kanıksadığımız bir yönelim. Daniel Kaufman’ın yazdığı, yönettiği ve kurguladığı Runon’un merkezindeki çocuk Luke için de bu durum geçerli. Filmin başında bir sokağın orta yerinde alnında stres çarkı döndürürken gördüğümüz bu çocuğun içinde bulunduğu bir durumla bir derdinin olduğu, annesinin onu bulmasının ardından söyledikleriyle ortaya çıkıyor aslında. Orada olmalarının nedenini anlayamıyor, annesi niye bu kadar tedirgin bilemiyor ve bu durum karşı koyamadığı bir merak duygusunu tetikliyor. Kaufman’ın filmi de aslında Luke’un duruma dair bildikleri ve yeni bilgiler edinme çabası üzerinden gelişen gerginliğe odaklanıyor. Yaşananlara dair Luke’un zihnindeki boşlukları bir stilize ve yoğun sinema dilinin de yardımıyla bir yapboz gibi kullanıyor ve seyirciyi, parçaları dört bir yana saçılmış bu yapbozu Luke’un perspektifinden birleştirmeye davet ediyor.
Runon: Bir Kaçış Yapbozu
Runon aslında iki katmanlı bir kaçış hikâyesi sunuyor. Birisi annesinin Luke’u da bir parçası hâline getirdiği ama Luke’un tam olarak nedenini kavrayamadığı kaçış. Diğeri ise bu çocuğun içinde bulunduğu durumun belirsizlikleri ve yarattığı strese dayanamamasının ileri gelen, oradan uzaklaşmaya yönelik kaçış. Yönetmen Kaufman bu çocuğun içsel travmasını ve yetişkinlerin yaşadıkları yüzünden yaşadığı gerginliği iç içe geçirmek konusunda üst düzey bir iş çıkarıyor. Yalnız kaldığında yaşadığı gerginlik, annesiyle birlikte geçirdiği dakikalarda onun yaşadığı gerginlikle birleşince gerçekten boğucu bir etki yaratıyor. Bu noktada filmin hem bu bahsettiğimiz anlatısal içeriğinin hem de sinema dilinin Safdie Kardeşler‘e özellikle de son iki filmleri Soygun – Good Time ve Uncut Gems’e yakınsadığını söyleyebiliriz. Neon ışıkların baskın şekilde kullanıldığı, kameranın sürekli hareket hâlinde ana karakterini takip eden kameraya bir de 35 mm’nin grenli dokusu da eklenince Runon gerçekten yer yer hipnotize edici ve yer yer de yorucu bir sinema deneyimine dönüşüyor. Sürekli kendi içinde açılarak Luke’un zihnindeki eksik parçaları tamamladığı anlatı yapısıyla bu görsel tercih arasındaki anahtar-kilit uyumu da bu deneyimi daha da çarpıcı kılıyor.