Haftanın Kısa Filmi köşemizde bu hafta Eray Dinç’in yönetmenliğindeki 2011 yapımı Sessizlik filmini sizler için seçtik.
Sıkı bir kısa film takipçisi olanlar Eray Dinç‘in adını duymuş olabilir, duymayanlar ise özellikle 2010’lu yıllardaki bağımsız kısa filmlere baktıklarında kendisine sıklıkla rastlayabilir. Onlarca kısa film çeken ve bu filmlerle başta İstanbul Kısa Film Festivali dahil olmak üzere birçok festivalden ödülle dönen Eray Dinç’i ben ilk olarak bir kısa film etkinliğinde izlediğim İkilemler (Dilemma) filmiyle tanımıştım. Bana göre kendisi; sinemanın görüntü, ses, ışık, hikaye vb. gibi tüm dinamiklerini olması gerektiğinden farklı kullanarak gerçeküstü bir sinema dilini yakalayabilen iyi bir kısa filmcidir. Bu yüzden Haftanın Kısa Filmi köşesinde 2011 yapımı Sessizlik filmine yer vermek istedim. Keza bu film, filmografisi içerisinde en sevdiklerim arasında geliyor.
Sessizlik: “Bazen Sessizlik En Büyük Gürültüdür”
Dinç’in “Gün geldi sese yer kalmadı. Sessizlik için, yine sese ihtiyaç vardı.” sözleriyle tanımladığı Sessizlik; ormanda kalabalık sesi, otobanda akıntı sesi ve gölde korna seslerini duyduğumuz ses ve görüntü uyuşmazlıklarının olduğu bir sahneyle başlıyor. Sonrasında ise film; ilk bakışta doğal veya doğal olmayan birçok ortam sesine aşırı duyarlı olduğunu düşündüğümüz iki karakterin etrafında şekillenmeye başlıyor.
Dinç’in önceki filmleri Senkronik Muhabbetler, İkilemler (Dilemma) ve Sonrasızlar‘da olduğu gibi sinemada anlatıyı besleyen ses, görüntü ve ışık gibi tüm dinamiklerin iç içe geçtiği bir gerçeküstücülük, bu filmin de temelini oluşturuyor. Özellikle sessizlik (sese sahip olmama durumu) ile ilgili bir filmin renksiz olması ve bu siyah-beyazlığın sinemanın ilk yıllarındaki sessiz filmler gibi kontrastı yüksek bir görselliğe sahip olmasının teknik ve anlatı bütünlüğü açısından çok yerinde tercihler olduğunu söyleyebiliriz.
Filmin başından beri her türlü ortam sesinden kaçan iki karakter, filmin sonlarına doğru aralarında tuhaf ve bir o kadar gerçeküstü bir iletişim dili oluşturuyor. Dinç, burada da altyazı gibi başka bir anlatı öğesini devreye sokuyor fakat bunu insanın asla okuyamayacağı bir dille yapıyor. Dili, iletişimsizliği ve her koşulda kendini ifade etme ihtiyacını Dinç; gerek hikâyesi gerekse teknik tercihleriyle bütüncül ve bir o kadar muhteşem bir sinema dili aracılığıyla izleyiciye aktarıyor.