Haftanın Kısa Filmi köşemizde bu hafta, biten sigarasının yerine yenilerini kazanmak isteyen birinin katıldığı gerçeküstücü bisiklet yarışını konu alan animasyon Velodrool var.
Günümüzde spor müsabakaları, özellikle de Dünya Futbol Şampiyonası, Wimbledon Tenis Turnuvası, NBA Play-offları ya da Fransa Bisiklet Turu gibi tüm dünyadan sporseverlerin ilgisini çeken organizasyonların çift taraflı bir yapıya büründüğünü söyleyebiliriz. İster bireysel ister takım hâlinde yapılan bir spor olsun; kazanmak, başarılı olmak için verilen mücadeleyi takip etmek isteyen izleyicilerin de sporcular kadar önem kazandığı, dolayısıyla da sporun koca bir endüstriye dönüştüğü bir yapı bu. Estonyalı animasyoncu Sander Joon’un pek çok festivalin seçkisine girerek dikkat çeken çalışması Velodrool’da da bu yapının yansımalarını görmekteyiz; ama olabilecek en absürt hâliyle. Öyle ki Joon’un filmi her geçen dakika gerçeküstücü bir kanala giriyor, girdikçe de hem sporcunun başarı hırsını hem de seyircinin izlediklerine müdahil olma konusundaki dizginlenemez arzusunu umarsızca tiye alıyor.
Velodrool: Tuhaflığa Dönen Pedallar
Velodrool’un anlatısının merkezinde bir bisikletçi yer alıyor almasına ama onun kazanacağı şampiyonluklarla, kupalarla işi yok, adını spor tarihine geçirmek türünden iddialı fikirlerin uzağından bile geçmiyor. Onun tek derdi filmin başında bittiğini gördüğümüz sigarasın yerine yenilerini kazanmak. Evet, Velodrool bitiş çizgisine ilk varanın bir paket sigara kazanacağı bir bisiklet yarışında yaşananları anlatıyor.
Tamamı elle çizilmiş bir animasyon olan Velodrool, bu bisiklet yarışını seyircilerin de müdahalesine açık hâle getirerek klasik spor filmlerinin sadece sahada olan bitene odaklanan yapısına alternatif getirdiği gibi, daha güncel, daha çağdaş bir spor izleyicisi temsili de sunuyor. Velhasıl bu seyirciler de filmin genel gerçeküstücü yapısından azade değil. Onları pistteki bisikletçilerden birini ateşli bir silahla vururken görebiliyoruz örneğin. Böylelikle, ödülünden itibaren son derece tuhaf bir noktada konumlanan, şapkadan çıkan bir tavşanı yalayarak bir tür doping yapan sporculara ev sahipliği yapan bu yarışı takip eden seyirciler de bu gerçeküstücü rekabet temsilinin bir parçası oluyor. Buradan da Sander Joon, her bir zerresi aynı bütünün parçasıymış gibi bir etki yaratan, alabildiğine tuhaf ve gerçeküstücü bir dünya inşa ediyor. Velodrool’un en büyük başarısı bu gibi gözükse de bu tuhaf spor filmi bir şekilde odağına aldığı olgunun ruhunu da yansıtabiliyor; hâlâ bu yarışının sonucunu merak ederken bulabiliyoruz kendimizi. Tüm bunlar ışında söyleyebiliriz ki Velodrool ile aldığı konunun “ciddiyetini” tiye alırken özündeki ruhu korumayı başarabilen oldukça kıymetli ve zihin açıcı bir spor filmi.