Önceki Sayfa1 / 5Sonraki Sayfa

23 Mart 1942’de Almanya’da doğan Avusturyalı Michael Haneke, felsefe ve psikoloji üzerine aldığı eğitimin ardından sinema kariyerine film eleştirmeni olarak başlamıştır. Televizyonculuk dünyasında uzun yıllar editör olarak çalışmış, ardından yine TV için çeşitli filmler çekmiştir. Kişisel filmler üretme isteği ile sinemaya kayan ve ürettiği filmlerde kişisel sinema dilini oluşturabilen Haneke; bugün pek çok önemli sinema ödülünü kazanmış, tüm dünyanın saygı duyduğu bir isimdir.

Haneke, filmlerinde genellikle modern toplum bireylerinin aralarındaki iletişimsizlikleri anlatmaktadır. İnsanlar yüzeysel olarak iletişim halindedir ama derinlerde kimse kimseyi gerçekten anlamamaktadır ve Haneke, sinemasını bununla beslemekten büyük keyif alır. Kelimelere asla güvenmediği bilinmektedir. Onun için iki insan arasındaki en doğru iletişim yolu seks ve şiddettir. “Seks daha doğru bir dil konuşur ve ten asla yalan söylemez” der. Böyle düşünen bir yönetmenin filmlerinde bu iki duyguyu sömürdüğü gibi yanlış bir fikre kapılmamak gerekir çünkü bahsettiğimiz isim Haneke olunca her şeyi biraz farklı düşünmek gerekiyor. Neredeyse hiçbir filminde doğrudan bir cinsellik gösterimine girmeyen yönetmen, şiddetten oldukça yararlansa da bunu da görsel bir fetişleştirmeden ziyade hissettirerek vermektedir.

Sinemada müziğin eksikleri kapatmak için kullanıldığını düşündüğünden müziksiz filmler yapan Haneke, görüntüdeki başarısını sese de taşımayı bilir ve rahatsız edici olmak adına seslerden bolca yararlanır. Oldukça dramatik bir görüntü söz konusu iken beklediğimiz acıklı müzikler, yaylı çalgılar asla gelmezler. Olanı olduğu gibi göstermekten fazlasını yapmaz. Böylece seyircide, izlediğinin bir film olduğu hissini hep canlı tutar. Tabi bu hissi canlı tutmak için oyuncularını kameraya baktırmaktan, hatta doğrudan seyirciyle konuşturmaktan da geri durmaz.

“İnsanlar gerçekle yüz yüze getirilmeyi sevmiyorlar, tüketilebilir gerçeklikle yüz yüze gelmeyi seviyorlar. En gaddarca şiddet bile tüketebileceğiniz bir şekilde gösteriliyor, böylece size heyecan veriyor ama dokunmuyor. Bense her zaman insanlara dokunmasının da bir yolunu bulmaya çalışıyorum.” diyerek aslında sinemasını en net haliyle özetler yönetmen. Yönetmenin filmlerini korkutucu kılan en önemli özelliği ise gerçekliği. Bir şiddet yaşanıyor ve ortada şiddeti uygulayanlar ile maruz kalanlar var fakat taraf seçmenizi istemiyor yönetmen. Sadece ‘bu hikayedeki iki taraf da olabilirsin’i gösteriyor bizlere.

Sinemaya gitme vakti olmadığını söyleyen yönetmen, sadece kendi filmi için oyuncu bulmak amacıyla sinemaya gittiğini belirtir. Genel olarak burjuvazi üzerine eleştiriler yaptığı söylense de aslında filmleri daha çok bireylerin hikayeleridir. Politik görüşleri olduğunu belirttiği halde sineması daha kişisel ve karakter odaklıdır. Hikayesini desteklemek için toplumsal ve sosyal konulardan beslenebilir fakat insan doğası ve varoluş, asıl odak noktalarıdır.

Mükemmeliyetçiliği ile bilinen yönetmen; her filmi üzerinde uzun uzun çalışıp, her detaya dikkat ederek oluşturur eserlerini. Set ortamında bir canavara dönüştüğü söylenen yönetmen, rahatsız ediciliğin çekiciliğinden yararlanarak oluşturduğu hayran kitlesini, her filmi ile şaşırtmayı ve memnun etmeyi çok iyi bilir. Cevaplar vermez, sizin de herhangi bir şeye cevap bulmanızı istemez. Sadece sorular sorar ve düşünmenizi ister.

***Yönetmeni ve sinemasını dört filmi üzerinden anlamaya ve anlatmaya çalışacağım. Yazılar, filmleri izlemeyen kişiler için sürpriz bozan içermektedir.***

Önceki Sayfa1 / 5Sonraki Sayfa
Daha yazı yok.
Filmloverss.com size daha iyi hizmet sunmak için çerezleri kullanır. Sitede gezerek çerezlere izin vermiş sayılırsınız. Ayrıntılı bilgi close-cookie-information