Yazar Puanı
Puan - 25%
25%
Hızlı ve Öfkeli serisini uzaya taşıma kararının sebep olduğu gülünç durum öyle büyük bir kara bulut yaratıyor ki, filmin geri kalanındaki hiçbir şey bu kara bulutun gölgesinden sıyrılamıyor.
Amerikan eğlence sektörünün yıllar içinde yarattığı kendine özgü deyimler sözlüğünde karşımıza çıkan en kullanışlı tanımlamalardan biri “jumping the shark“tır. 1977 yılında Happy Days dizisinin bir bölümünde ana karakterin su kayağı yaparken bir köpek balığının üstünden atlaması üzerine ortaya çıkan bu deyim, sonraki yıllarda, popülerliğini yitirme tehlikesi yaşayan yapımların -özellikle de dizi ve film serilerinin- ilgi çekmek için başvurduğu, mantık sınırlarını zorlayan olayları tanımlamak için kullanıldı. Indiana Jones’un, serinin son filminde bir buzdolabının içine girerek nükleer patlamadan kurtulması, “jumping the shark”ın yakın geçmişteki en akılda kalıcı örneklerindendir mesela. 70’lerden bu yana kötü anlamda kullanılan bu deyim, Fast & Furious serisi öznelinde ise apayrı bir anlama büründü. Zira Fast & Furious her filminde çıtayı biraz daha yükselterek köpek balığının üstünden atlamaktan geri kalmadığı gibi, aslında bir noktada bunu bilinçli olarak bir satış noktası hâline de getirdi. Dominic Toretto ve “ailesinin” bu kez ne tür akıl almaz aksiyonlara girişeceği sorusu, artık dokuz filme ulaşan -hatta Fast & Furious Presents: Hobbs & Shaw‘u da sayarsak 10- seriyi sürükleyen lokomotif hâline geldi. Ancak bu hafta vizyona giren Hızlı ve Öfkeli 9 – F9’da belki de ilk kez bu taktik filmin aleyhine işliyor; çünkü bu kez ipin ucu kaçıyor. F9, köpek balığının üstünden atlamakla yetinmiyor, köpek balığının sırtına binip arşa yükseliyor. Hızlı ve Öfkeli serisini uzaya taşıma kararının sebep olduğu gülünç durum öyle büyük bir kara bulut yaratıyor ki, filmin geri kalanındaki hiçbir şey bu kara bulutun gölgesinden sıyrılamıyor.
***Yazının bundan sonraki bölümü F9 ile ilgili keyif kaçırıcı detaylar (spoiler) içerebilir.***
Hızlı ve Öfkeli 9: Geçmiş ile Gelecek Arasında
Neredeyse aynı formül üzerinden ilerleyen sekiz filmin ardından izleyiciye sunacak yeni bir hikâye bulmakta zorlanan Fast & Furious serisi, dokuzuncu filminde yeni hikâyelere alan açmak için bu kez rotayı geçmişe çeviriyor ve flashback sahneleri aracılığıyla izleyiciyi Dominic Toretto’nun gençlik yıllarına götürüyor. Türlü badireyi hasar almadan atlattığı sekiz filmin ardından bir nevi süper kahramana dönüşen Dominic Toretto’ya bu süper kahramanvari karakterine yaraşır bir orijin hikâyesi veren flashback sahneleri, bir yandan Dom’un kardeşi Jakob (John Cena)’ı bu dünyaya dâhil ederken bir yandan da seriyi köklerine geri döndürüyor. Dom ve çetesi her türlü silahlı gücü alt eden, her bilgisayarı hack‘leyen, denizaltı ya da uçak demeden her aracı kullanan süper ajanlara dönüştürülmeden önce serinin merkezinde yer alan sokak yarışları bu flashback sahneleri ile geri dönüyor. Buna bir de film boyunca çeşitli göndermelerle yaratılan nostalji hissi eklenince, ilk yarısının sonunda F9, 20. yaşını kutlayan bir serinin mirasından faydalanarak, standardı çok da yüksek olmayan Fast & Furious serisi içinde orta sıralarda konumlandırılabilecek bir film olabilir izlenimi yaratıyor. Ta ki geçmiş geride kalıp yapımcıların gelecek kaygıları devreye girinceye kadar. Fast & Furious serisinin sokak yarışları ve araba soygunları odaklı bir aksiyon serisi olarak miadını çoktan doldurduğunun farkında olan Universal, en az iki devam filmi ve çok sayıda spin-off‘la devam ettirmeyi planladığı bu seriye bir gelecek çizebilmek için, “ne tutarsa” mantığıyla hareket edip seriyi kendisinin bir parodisine çevirmekten geri kalmıyor. Fast & Furious’un bir gün Jurassic World ya da Transformers serileriyle birleşme ihtimalinin konuşulduğu şu günlerde, serinin gerçeklikten bağının tamamen koparılması, üzerine roket motoru bağlanmış bir Pontiac Fiero’nun bir uçağın üzerinden uzaya fırlatılmasıyla gerçekleşiyor. Flashback sahneleri ve nostalji hissiyle geçmişinden güç alarak yoluna başlayan F9; uzayda dolaşan bir Pontiac Fiero’dan dinozorlarla yarışan bir Dominic Toretto’ya kadar türlü aşırılığın bizi beklediği bir geleceğe doğru yol almaya çalışırken düpedüz yolda kalıyor.
Filmin yönetmeni Justin Lin ve senarist ekibi de bu durumun farkında olsa gerek ki Roman (Tyrese Gibson) karakterinin “yenilmez” olduklarına dair çıkarımları ve şakaları üzerinden filmin kendisiyle dalga geçtiği bir meta-referans yaratılmaya çalışılıyor; ancak gişede para basmaya devam eden bir seriyi sürdürebilmek adına altına imza atılan bu gülünç tabloyu haklı çıkarabilmek için birkaç meta-referanstan çok daha fazlası gerekiyor.
Birkaç araba tamircisi tarafından üzerine bantlanan roket motoruyla uzaya çıkan bir Pontiac Fiero’nun olduğu bir Fast & Furious filminde geri kalan herhangi bir şeye odaklanmak güç olsa da böylesi bir çabada da ortaya çıkan sonuç pek parlak olmuyor. Dom ve Jakob arasında kurduğu çatışmayı olabilecek en tahmin edilebilir şekilde çözüme kavuşturan film, altıncı filmde ölen Han (Sung Kang) karakterinin nasıl kurtulduğu sorusuna ikna edici bir cevap vermekte de başarısız oluyor. Öte yandan serinin kadın karakterlerine odaklanan bir spin-off filmi çekilebileceğinin konuşulduğu bu dönemde, Lettie (Michelle Rodriguez) ve Mia (Jordana Brewster)’nın Han’ın peşinde bir tür yan göreve gönderilmesiyle birlikte F9 içinde bu spin-off filminin küçük bir provası yapılıyor ki bu ufak prova filmin tökezlemediği ender noktalardan biri oluyor. F9’ın altından kalktığı ender şeylerden bir diğeri de -filmin iyiliğiyle kötülüğüyle pek ilgilenmeden- hızlı arabalar süren bir suçluyu canlandırmak isteyen Helen Mirren’a bu isteğini gerçekleştirmesi için gerekli alanı açması oluyor. Seyirci olarak bizim pek bir şey elde edemediğimiz bu filmden en azından Helen Mirren bir şeyler elde ediyor.
Mantık sınırlarının zorlandığı, gerçeklikle bağın artık hepten koparıldığı F9 sona erdiğinde, kendisini çiftlik evindeki sessiz sakin hayata ait hissetmeyen Lettie’nin “Benim için kaosun içinde huzur var.” sözleri kocaman bir boşluğun içinde kaybolmuş hâlde havada asılı kalıyor. Lettie’nin bu sözleriyle açığa vurduğu adrenalin isteği, hız tutkusu, hatta biraz daha derine indiğimizde bazılarımızın her daim içinde hissettiği yola düşme dürtüsü, Fast & Furious serisinin derinlerinde bir yerde gizli kalmaya, insanların neden bu filmlere bu kadar ilgi gösterdiğine dair ipuçları sunmaya devam ediyor; ancak Fast & Furious’un hiçbir zaman bu sorulara cevap arayacak derinliğe inen bir film serisi olmadığını ve bundan sonra da olmayacağını kabul etmemiz gerekiyor. Hatta şaşırtıcı olan böylesi bir filmde bu repliğin olması.