UlNvKavgejc

Tüm zamanların en başarılı korku filmlerinden The Shining ve son dönemin en dikkat çekici yapımlarından The Lighthouse arasındaki benzerlikleri inceleyen çarpıcı bir video yayınlandı.

Ailesiyle birlikte kış mevsimini geçirmek üzere gittiği Overlook Oteli’nde yaşanan dehşet verici olayları anlatan Cinnet – The Shining’den uzun uzadıya bahsetmeye gerek yok aslında. Stanley Kubrick’in başyapıtları arasında yer alan bu yapım, bütün unsurlarıyla tüm zamanların en iyi korku filmleri arasında sayılmayı sonuna kadar hak eder. Sinema tarihi boyunca kendi ustalarını çıkarmış olan bu janranın yakın dönemki en dikkat çekici temsilcilerinden biri de Robert Eggers. Henüz adını korku ustalarının yanına yazmak için biraz erken olabilir ama Eggers’ın The Witch ile yaptığı etkileyici çıkışı The Lighthouse ile devam ettirdiğini söylemek mümkün. İki denizcinin bir deniz fenerinde, izole bir yaşam sürerken birbirlerine üstünlük sağlamak adına giriştikleri sert mücadeleye odaklanan The Lighthouse da The Shining gibi kapalı bir mekânda yaşayan insanların kendilerini içinde buldukları dehşetle doğrudan alakalıdır. YouTube’daki Masters of Movies isimli kanalda yayınlanan bir video, bu iki etkileyici yapım arasındaki benzerlikleri araştırıyor.

İki Başyapıtı Birlikte Düşünmek: The Shining & The Lighthouse

Bu iki önemli filmi birlikte düşünürken karşımıza çıkan ilk kavram cabin fever belki de. Klostrofobinin bir varyasyonu olarak da değerlendirilebilecek bir olgu, kişi ya da kişilerin izole bir yerde uzunca bir süre kalmalarının ardından hissetmeye başladıkları sinir ya da huzursuzluk olarak tanımlanabilir. Bakıldığı zaman hem The Shining’in hem de The Lighthouse’un böylesi bir durumdan muzdarip kişileri odağına aldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. The Lighthouse karakterlerin içinde bulunduğu sıkışıklık durumu daha da etki kılmak adına, dar bir ekran oranı olan 1.19 : 1 ile çekilmiştir. The Shining de ise bu durum biraz tartışmalıdır. Zira Kubrick filmini, The Lighthouse’daki benzer bir etki yaratmak amacıyla daha dar bir erkan formatında çekmiş olsa da stüdyonun talebiyle bu tercih post prodüksiyon aşamasında daha geniş bir formatla değiştirilmiştir.

Benzer şekilde ilk bakışta son derece gerçekçi anlatılar sunuyor gibi gözükse de doğaüstü unsurlara yapılan hızlı kesmelerle yaratılaran ürpertici etki iki filmin ortak noktalarından biridir. Bu durum The Shining’de Danny’nin yüzü ile doğaüstü unsurların kurgu marifetiyle peş peşe ekrana gelmesiyle yaratılırken, Eggers da kendi filminde benzer bir yönteme başvurur.

Sıklıkla ifade edildiği üzere The Lighthouse, özellikle metinsel anlamda Yunan mitolojisiyle yakın ilişki içindedir. Özellikle Prometheus ve Proteus’un hikâyesinden izler taşıyan filmde, Robert Pattinson’ın canlandırdığı Thomas Howard karakteri ile ateşi tanrılardan çalıp insanlara veren Prometheus arasında ciddi paralellikler vardır. Aynısı Willem Dafoe’nun hayat verdiği Thomas Wake ve Proteus için de geçerlidir. Lakin filmin Yunan mitolojisine yakınlığı sadece metinsel boyutuyla sınır değildir; Eggers’ın ikinci uzun metrajı mitleri görselleştiren tablolara da bariz referanslar içerir. The Shining’in kaynak aldığı Stephen King romanında bu minvalde herhangi bir unsur yer almamasına rağmen, Kubrick anlatının içine, otelin bahçesinde yer alan bir labirent yerleştirir. Hikâyede tuttuğu yer itibarıyla da Theseus ve Minotaur’un mitini çağrıştıran bu labirent, The Shining’e de Yunan mitolojisinden unsurlar katar.

The Shining ve The Lighthouse’u birlikte inceleyen videoyu aşağıdan izleyebilirsiniz.

Daha yazı yok.
Filmloverss.com size daha iyi hizmet sunmak için çerezleri kullanır. Sitede gezerek çerezlere izin vermiş sayılırsınız. Ayrıntılı bilgi close-cookie-information