Yazar Puanı
Puan - 78%
78%
Psikolojik yolculuğun yazar dünyasından görselliğe taşındığı bu alan sesler ve renkler eşliğinde somut bir hayal gücüne ulaşıyor. Ana Urushadze ilk filminde zorlu bir yaratım sürecini kusursuz anlatısıyla taçlandırıyor.
Korkunç Anne, Ana Urushadze’nin ilk yönetmenlik denemesi. Yaratım sürecinin sancıları hakkında oldukça iddialı bir anlatıyla karşımıza çıkan Urushadze, psikolojik gerilim unsurlarını da senaryosuna ustalıkla yedirerek oldukça akılda kalıcı bir ilk filme imza atıyor.
Hikâye, filmin başkarakteri Manana’nın yazarlık süreci hakkında. Romanını tamamlamaya uğraşan Manana, yazım esnasında ailesinden uzaklaşıyor. Bu durum onun hayal dünyasıyla baş başa kalabilmesi için önemli. Çünkü Manana romanı ve iç dünyasından getirdikleriyle yeni bir düşünme alanı oluşturmuş kendine. Hayallerinin, fantezilerinin, rüyalarının saklı bulunduğu bu alan bir anlamda onun kendisine ait odası. Bu odayı hiçe sayan kocasının psikolojik baskılarına bir an bile boyun eğmeyen Manana’nın yazınsal yolculuğuna ortak eden film, onun iç dünyasından anıların gerçekliğine dair bir yol haritası çıkartıyor. Bununla birlikte zaman zaman alegori yaratan anlatısı, yerli yersiz imgelere boğularak gerçeklikle aramıza paravan gibi girmiyor. Gerçeğin ve hayal dünyasının birbiri içinde eridiği bir yapı var önümüzde. Manana’nın düşün evrenine paralel olarak ilerleyen bir yapı bu. Film gittikçe Manana’nın zihnine bürünürken bizler de onun zihninin nasıl işlediğine şahit oluyoruz. Hayat çizgisini gerçekliğin getirdiği akıl almaz monotonluk çerçevesinde rüyalarla biçimlendirme yolunu çizmiş yazarımız hakkında bilgi toplamak değil buradaki amaç. Urushadze’nin anlatısının da ısrarla kaçındığı bir durum bu. Yazarın tavrını hiçbir anlamda yargılamadan ilerleyen yapı, onu kendi iç dünyası ve dürtüleriyle yalnız bırakıyor. Yazarın yolculuğu kahramanın yolculuğuna dönüşerek kendini gerçekleştirmiş bireyin eşsizliği gözler önüne seriliyor böylelikle.
Korkunç Anne: Normların Ötesinde Bir Yaşam Hayali
Manana, romanının hem yazarı hem kahramanı. Onun duyguları, anıları ve dürtüleri de romanıyla temasa geçen diğer karakterler oluyor. Yayınevleriyle irtibata geçen arkadaşı Nukri ve babası Jarji bilinçaltında taşıdığı tüm sırların yansıması gibi hayat buluyor filmin belirli noktalarında. Yazma eyleminin psikolojik temellerine odaklanan anlatı, senaryonun da bilinç ekseninde katman katman açılmasına sebep oluyor. Urushadze’nin zeka dolu kalemi bu katmanlar arasında film boyunca kendini gösteriyor. Manana bilincin derinliklerinden gelen bir ses bu senaryoda. Bununla beraber kendinden bir mit yaratan devasa bir canavar. Onu canavarlaştıran topluma inat kendi yolculuğunu tamamlamak için her türlü gayreti gösteren bir kadının hikâyesi perdede gördüğümüz. Anı defterinde yazılanlardan bir kolaj yaratıp düşünceleri ışığında kaleme aldığı satırları yargılayan her türlü tahakküme inat kendi sesini oluşturmak istiyor Manana. Kendi arzularının ışığında yazdığı kitabın sayfalarını herkese göstermek istiyor. Rüyasında kendini Manananggal’a dönüşmüş olarak bulması hiç de tesadüf değil bu yüzden. Erkekliğin koyduğu sınırları bir bir reddeden Manana için, karşısına geçen herkesin onu bir canavara dönüşmüş olarak görmesi kendi korkularının su yüzüne çıkmış hâli. Normların ötesinde bir yaşam hayali kuran annenin bir korku ögesine düşünmesi ve bunu yazınsal güçle elde etmesi de edilgen olarak addedilen kadının toplumdan aldığı intikama dönüşüyor Korkuç Anne’de.
Filmin senaryo yapısı kadar ses kurgusu ve görüntü yönetmenliği de insan zihninin derinliklerine inerken bizler için yeni bakış imkânları yaratıyor. Psikolojik yolculuğun yazar dünyasından görselliğe taşındığı bu alan sesler ve renkler eşliğinde somut bir hayal gücüne ulaşıyor. Ana Urushadze ilk filminde zorlu bir yaratım sürecini kusursuz anlatısıyla taçlandırıyor.