Ken Loach gibi hayatını işçi haklarına, özgürlüklere, sosyal adaletsizliklere, emekçilerin sorunlarına adamış büyük bir sinemacı, yorulmadan, yılmadan ölene kadar film yapmaya devam etmek zorundadır. Lütfen ölene kadar film çekmeye devam et Ken Loach!
81 yaşındaki yönetmen Ken Loach’un ölene kadar film yapmaya devam etmesi konusu kendisinin Tuhaf dergisine verdiği röportajda ortaya çıktı. Ken Loach, siyasal yozlaşma, solun etkisizliği ve sinema kariyerinin geleceğine ilişkin açıklamalarda bulunduğu röportajda, Altın Palmiye kazandığı I, Daniel Blake filminin son filmi olup olmadığı sorusuna ise, “Artık fazla enerjim kalıp kalmadığını bilmiyorum ama beni durmadan kameranın arkasına doğru iten bir şeyler de yok değil” cevabını vererek, son yıllarda sinemayı bırakıp bırakmaması tartışması bolca dönen kendisinin durumu için hepimizi umutlandırdı.
Ken Loach dünya sineması için çok önemli yönetmenlerden biridir. Devrimci yönetmenin ’’Sanat, sanat için midir, yoksa toplum için midir?’’ tartışmalarında tavrı çok nettir: ‘’Sanat toplum için olmadıktan sonra ne işe yarar?’’ Ken Loach kamerasını daima sınıflı toplum gerçeğine tutar. Filmlerinde asıl kahramanlar; yoksul ama dürüst ve namuslu insanlardır. Çoğu işçi sınıfındandır. Kahramanlar senin benim gibi insanlardır, zira bizim derdimizi anlatmaya çalışır Ken Loach. İnşaat işçisi, kaçak göçmen, mutsuz postacı, topluma entegre olamamış yabancı, suça itilmiş genç, çocuğuna istediği refah seviyesini sağlayamadığı için üzülen baba… Bu liste böyle uzar gider. Poor Cow, Kes, Family Life, Looks and Smiles, Hidden Agenda, Riff-Raff, Raining Stones, Land and Freedom, Carla’s Song, Bread and Roses, The Navigators, It’s A Free World , Looking For Eric, The Spirit of ’45, I, Daniel Blake… Ve daha sayamadığımız filmlerinin tümü derdi olan filmler. Bu filmlerde anlatılanlar sen ve beniz. Orta sınıfın sorunları, emek ve vicdan.
Lütfen Ölene Kadar Film Yapmaya Devam Et Ken Loach!
Loach sinemasının temelinde insan vardır. Sinemasının temel metaforu ise özgürleşme üzerinedir. Filmlerindeki karakterlerin çoğu sınıfsal düzenin kendilerine dayattığı rolü kabul etmeyip bir karşı koyuş sergiler. Hatta bu karşı koyuş sonunda örgütlenmeye kadar varır. Bu karşı koyuşun içinde de her zaman bir umut vardır. Yönetmenin sinemasındaki bu umut anlayışı izleyiciyi asla rahatsız etmez çünkü kendi içinde tutarlıdır. Devrimci anlayışın içinde umut önemli bir yer tutar. Bir şeyleri değiştirebilme umudu, bozulan çürüyen bir durumu yok edebilme umudu insanı ve devrim ihtimalini her daim canlı tutar. İşte Ken Loach tüm filmlerini bu umut üzerine kurgulamıştır.
Kısacası Ken Loach sinemasının temel unsuru insan ve insanın uğruna savaşları göze aldığı ”özgürleşme” ve insanı ayakta tutan ”umut”tur.
Ken Loach yalnızca çektiği filmler özelinde değil pratikte de Devrimci anlayışını hayatına yerleştirmiş tutarlı bir insandır. Amiyane tabirle, ”Sosyalistim” diye gezip, bakanlık ödeneği için araya iktidar milletvekili sokan yönetmenlerden biri değildir.
Ülkemizde birçok sinemacı Nuriye ve Semih için kılını kıpırdatmazken, Ken Loach ve yapımcısı Rebecca O’Brien, Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın yürüttüğü açlık grevine destek için mesaj göndermiştir. Ken Loach ve O’Brien gönderdikleri mesajda ”Erdoğan iktidarı ve onun sessiz medyasının mağduru olan Nuriye ve Semih’e buradan desteğimizi ve selamlarımızı gönderiyoruz. Bizim politikacılarımız da adalet ve açık demokrasi isteyen Nuriye ve Semih’in taleplerinin ivedilikle yerine getirilmesi için çaba göstermeliler.” diyerek açlık grevi eylemini desteklediklerini belirtmişlerdir.
Yakın zamanda filmlerinin bütün telif haklarından vazgeçerek, ücretsiz izlenebilmeleri için hepsini YouTube’a yüklemiştir. Kendisi Torino Film Festivali’nde bazı hizmetlerin şirketlerce dışarıya ihale yoluyla verilmesi ve düşük ücretli işçilerin çalıştırılması dolayısı ile kendisine verilen büyük ödülü reddetmiştir.
İşçi sınıfı yönetmeni olarak da anılan Ken Loach bazen de sinemayı bir kenara bırakabileceğini ima eden açıklamalarda bulunabiliyor. Evrensel’den Ali Bektaş’a verdiği röportajda, ”Ken Loach Türkiye’de, işçi filmleri yapan bir yönetmen olarak biliniyor. Bu tür filmler çok da fazla yapılmıyor. Üstünüzde ciddi bir sorumluluk olduğunu düşünüyor musunuz? Daha fazla işçi filmleri yapmak gibi.” sorusuna; ”Aslında, pek değil. Öncelikle çok iyi anlaşabildiğim değerli yazarlarla çalıştığım için çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Paul Laverty, biliyorsunuz, çok değerli bir yazar. Jim Allen ve Barry Hinds ve beraber çalıştığım diğer yazarlarla paylaştığımız fikirler vardı. Aynı vizyonu paylaşıyorduk. Fonları elde edebilen, bizim filmleri yapabilmemizi sağlayan yapımcılarla çalıştım. Zaten bir filmi yapmak kolektif bir iştir, bireysel değil. Yani sorumluluğu paylaştık. Benim birey olarak görevim değil, bunu söylemeliyim. Sorumluluk devam ediyor mu? Aslında, insan ancak yapabildiği kadar yapabilir ve bu işi devam ettirebilecek birçok insan var. Belki bahçemde oturup cırcır böceklerini dinlemenin zamanı gelir ve meseleyi bir başkası devralır.” diye cevap veriyor. Yönetmen aynı röportajda genç sinemacılara; ”Bence çok şanslı olmanız gerekiyor ama aynı zamanda beraber çalışabileceğiniz insanlar bulmanız gerekiyor. Dediğim gibi, yalnız yapamazsınız. İyi bir senaryoya saygı duymanız ve değer vermeniz gerekiyor. İyi bir yapımcı bulmanız şart. Parayı bir araya getirebilecek ve senin filmleri yapabilmeni sağlayacak bir ortam olmalı. Yani bir ekip olman gerekiyor, sağlam durmalısın ve söylemek istediğinin özünü anlatan hikayeler bulmalısın. Anlatmak zorunda olduğun bir hikaye bulmalısın. Anlatsan güzel olabilecek bir hikaye değil, anlatmak zorunda olduğun bir hikaye olmalı.” öğüdünü veriyor.
”Anlatmak zorunda olduğun bir hikaye olmalı.” İşte Ken Loach’u bu yüzden bu kadar seviyoruz. Bu cümleyi ödül töreninde de kurmuştu. “Bir hikaye anlatacaksan; güzel diye değil, anlatılması gerektiği için anlatmalısın.” Kendisi ülkemizde ayrıca daha da sevilen bir yönetmendir. I, Daniel Blake ödül aldıktan sonra ülkemizde de sosyal medyada oldukça ses getirdi. Çünkü; her ne kadar az sayıda ve bu işi çok iyi yapan yönetmenlerimiz olsa da, Türkiye Solu, Yılmaz Güney sonrası Türkiye’de kaliteli örneklerini çok az görebildiğimiz politik filmlere büyük bir açlık duyuyor.
Bu dünyanın Ken Loach gibi insanlara ihtiyacı var. Kamerasını hayatın içine sokmuş, seni beni anlatan, derdi olan, Neo Liberalizmin karşısında sinemayla direnen Ken Loach, ne kadar yaşlansa da asla sinemayı bırakmamalı. Ken Loach ölene kadar film yapmalı. Bu kendisinin bize borcudur.
Kaynaklar: