Yazar Puanı
Puan - 90%
90%
Deniz Tortum, Cerrahpaşa’nın hâlleri, evreleri ve dönüştüğü – dönüşeceği her formdan alınan kesitler birer deneyime dönüşmeli diye düşünmüş olacak ki, yalnızca kendisine ve sinemaya miras kalacak bir andaç yaratmakla kalmıyor. Yaşayan bir yapı olan bu hastane, bir filme dönüşüp ölümsüzleşirken canlılığını da koruyor. Belgelendirilip katılaşma tehlikesinden çok uzak bir yerde, Maddenin Halleri, Cerrahpaşa’yı, her izlendiğinde yeniden deneyimlenebilecek bir zaman ve mekân hâline getiriyor.
Çoğunluğun aksine hastaneleri severim. Herkesin hayatî bir sebep için orada bulunuşunu, bu hayatî sebebin ehemmiyetsiz detaylar içinde erimesini, sakin koşuşturmasını, inkârını ve kabullenişini, ekşi ilaç kokusunu, dezenfektan yiyen minik bakterilerini, öldürmeyecek kadar temiz, umutlandırmayacak kadar boş duvarlarını severim. Başka hiçbir yerin sağlayamayacağı bir gerçeklik hissi, anlam yüklemeye çalıştıkça anlamsızlaşan bir takım tecrübeler, uzaklaşınca iki ayrı uç gibi görünen ama işte burada, birbirinden ayrılamayacak kadar iç içe olanların hepsi, hastanedeki her şey, bana unuttuğumuz şeylerin bizi hiç unutmadığını gösterir. Bu latifesi acımasızlığına içkin yerlerin bize söyledikleri bazen siyaseten yanlıştır, anlaşılmazdır, kabul edilemezdir, akla sığmazdır. Ama işte, sonsuz döngü içindeki zamanın akışında bizim küçük sevimli kafataslarımızın içindeki pembe hissiz organın neyi nasıl tanımladığının çok da bir önemi yoktur. Neticede, her can ölüm tadıcıdır.
Ülkenin en köklü araştırma hastanelerinden biri olan Cerrahpaşa da, insana dair olan her türlü süreci kapsayan bu tuhaf ve tanıdık mekânlardan biri. Aynı şekilde, fani olan her canlı gibi o da yavaş ve kaçınılmaz bir çözülmenin eşiğindeyken; burada doğmuş, hayatının önemli bir kısmını bu hastanenin koridorlarında geçirmiş olan yönetmen Deniz Tortum’un 2015-2018 yılları arasında kayıt altına aldığı görüntü ve sesleriyle oluşan bir film hâline geliyor Cerrahpaşa. Ancak Tortum, Cerrahpaşa’nın hâlleri, evreleri ve dönüştüğü – dönüşeceği her formdan alınan kesitler, yalnızca görüntü ve ses kaydı değil, birer deneyime dönüşmeli diye düşünmüş olacak ki, yalnızca kendisine ve sinemaya miras kalacak bir andaç yaratmakla kalmıyor. Yaşayan bir yapı olan bu hastane, bir filme dönüşüp ölümsüzleşirken canlılığını da koruyor. Hem yönetmenin tercih ve farkındalığı, hem de sinemanın mucizesi diyelim; belgelendirilip katılaşma tehlikesinden çok uzak bir yerde, Maddenin Halleri, Cerrahpaşa’yı, her izlendiğinde yeniden deneyimlenebilecek bir zaman ve mekân hâline getiriyor.
***Yazının bundan sonraki bölümü Maddenin Halleri ile ilgili keyif kaçırıcı detaylar (spoiler) içerebilir.***
Rembrandt’ın ünlü tablosu Dr. Tulp’ın Anatomi Dersi’nin kanlı canlı bir versiyonuymuş gibi, görünmez bir hayaletin, tıp öğrencilerinin omuzlarının arkasından masada yatan “şeyin” ne olduğunu anlamak üzere gezinmesiyle harekete başlıyor Maddenin Halleri. Sonunun fazlasıyla grafik olması beklenen böylesi bir sahnenin en dehşet verici anını sabırla beklerken görünmez hayalet döne döne yaklaşıyor ve bir şekilde her zaman görmeyi beklediğimiz ama görürsek hafızamıza ne kazınacağından korktuğumuz o cansız monokrom beden masanın üzerindeyken donakalıyoruz. Bir el kadavranın batınında derinliklere iniyor, yavaşça tek soluk renge bürünmüş organ ve deri parçalarının arasında geziniyor ama içinde artık hayat olmayan bu beden kendisininkinden çok uzakta, bambaşka bir hayatın parçası olarak yola devam ediyor. Artık ne bir dehşet, ne bir korku; ölmüş gitmiş bir insanın belli ki yıllardır anatomi dersleri için kullanılmakta olan bu kahverengi bedeni sessiz ve sakince görevini icra ederken, bu sahnenin ardından rahat bir nefesle konforlu yerlerimizden Cerrahpaşa adlı organizmanın damarlarında gezinmeye devam ediyoruz.
Maddenin Halleri: Doğum ve Tıbbî Atık Arasında
İlerleyen dakikalarda merakı cezbedici yeni şeyler eklenmeye başlıyor. Hastanede belki hiç girmek istemeyeceğimiz ama her zaman işleyişini merak ettiğimiz ameliyathanelere, doktorların ve diğer sağlık emekçilerinin sohbetlerine, hasta odalarına, hademelerin temizliklerine, beden parçaları üzerinde inceleme yapan laboratuvarlara filmin bizim için görevlendirdiği görünmez hayalet aracılığıyla yavaş yavaş girmeye başlıyoruz. Her zaman yaşama dair olan ve bu yüzden de kutsiyet atfettiğimiz şeylerin, ölüm pornosuna dönüşmesinden çekindiğimiz için görmekten kaçındığımız anların çok ama çok azına bile tanık olunca işin rengi değişiyor. Büyük büyük anlamlar rafa kalkıyor, ciddi “hayat mabat” meseleleri günlük koşturmacanın parçası hâline geliyor. Tam da bu noktada aslında hayatın kutsiyeti günlüğe indirgenmiyor da günlük olanın ne kadar yaşama ve ölüme ait olduğu, asla birbirinden koparılamayacağı gerçeği surata çarpıyor.
Daha da ötesi var. Yaşama ve ölüme ait olan her şey, tüm bu gündelik kargaşa, ameliyatlar, sohbetler, şakalar belli bir işleyiş içinde. Maddenin Halleri, bu işleyişin kalbine iniyor. Aslında film boyunca gezinen hayaletin gözü, tıpkı vücudumuzu inceleyen bir tıp öğrencisi gibi hastaneyi doktorlarına, hemşirelerine, kedilerine, hasta odalarına, ameliyathanelerine, tıbbi atıklarına ayırıyor. Tüm bu “şeyler” sürekli birbiriyle ilişki içinde ve fonksiyon sahibi birer öge. Herkesin bir görevi var. Yaşamakta olan ve ölen bedenlerde de olduğu gibi, aslında hiçbir şey uzay boşluğunda yok olmuyor.
Maddenin Halleri’ndeki Cerrahpaşa elbette içindeki her şeyle yaşayan bir organizma ve tabii ki çevresinden de bağımsız değil. Zaman ilerledikçe ülkenin politikasındaki atmosfer hastaneye de bir gölge gibi çöküyor. Darbe girişiminin ardından koridorlar boşalmaya başlıyor, ameliyatlardaki yaşam dolu hâllerin yerini sessiz sedasız işlerini halletmeye çalışan insanlar alıyor. Hastaların kederinden, ağrı sızılarından bile hayat çekiliyor. Tüm bunlar olurken filmi izleyen meraklı gözler pelikülün içinde eriyip gitmekte olan zamana dikiliyor. Ama bu zaman artık hep burada. Hem katı, hem sıvı, hem gaz, hem de bir rüya hâlinde, maddenin belleğinde.