60’lı yılların sonundan itibaren Amerikan sinemasının yaşadığı evrimle ilgili birçok şey konuşuldu şimdiye dek. Bugünlerde hakkında çok konuşulan Joker’in de bu evrim üzerinden, çoklukla da övgülerle değerlendirildiği bir durum hasıl örneğin. Ki Amerikan sinemasının 60’lar sonu 70’ler başı diye tabir edebileceğimiz bu evrimleşme yıllarına dair bu teveccühü o dönemin çilekeş Yeni Gerçekçileri şimdilerde tebessümle karşılıyorlardır muhtemelen. Zira bu akımın ortaya çıktığında büyük stüdyolar tarafından pek olumlu karşılanmadığı, sinemacıların filmlerini güç bela çekebildikleri kesin. Benzer şekilde popüler sinemanın da Kuzey Amerika’da büyük bir evrim geçirdiğini ve 80’li yıllarda şahlanacak ve günümüze değin yaşayacak olan blockbuster furyasının temellerinin yine bu yıllarda atıldığını söylemek de mümkün.
Söz konusu 70’li yılların başından itibaren büyük stüdyoların, asıl işi de, derdi de sinema olmayan dev fonlara satıldığı, sinemadan eskisine nazaran daha büyük bir karın elde edilmesi, kıtanın dışındaki ülkelerden de geniş marjda kâr elde edilmesi gibi hedeflerin oluştuğu bir döneme giriliyor ABD’de. Stüdyolar, çok uluslu holdinglerin güdümüne girdikçe, hedefler de daha emperyal hedeflere dönüşüyor ve bu durum popüler sinemanın bugün de gözlemlediğimiz haline gelmesinde şüphesiz ki çok keskin bir rol oynuyor. Bu vaziyetin yarattığı muhafazakâr, milliyetçi gişe canavarı (blockbuster) filmler o dönem Hollywood’un derin bir krizden çıkmasına ve çok daha güçlenmesine vesile oluyor. İlginç bir şekilde bu filmleri çeken yönetmenlerin ABD’li olmayan “yabancı transferler” olmaları da dikkat çeken bir husus. Çoklukla Avrupa’da rüştünü ispat eden yönetmenlere, ABD’deki büyük stüdyolar tarafından gişe canavarı filmlerin emanet edilmesi ve yaptırılması, bu yönetmenleri de uluslararası bir şirketin çalışanı haline getiriyor adeta. Onlar için “ulusaşırı kapitalist sınıf” tabirini kullanmak dahi mümkün (Mevzu bahis dönemle ilgili akademisyen-sinema yazarı Melis Behlil’in Hollywood Is Everywhere adlı çalışması son derece muazzam bir kaynak).
Martin Scorsese Marvel Sinematik Evrenine Karşı:
‘Canavar’ Değişiyor, Scorsese Değişmiyor
İşte Scorsese de bu tarihlerde yaratıcı bir sinemacı olarak çıkıyor ortaya. Yani neredeyse günümüzdeki algılanış biçimiyle gişe canavarının doğum tarihi, Martin Scorsese’nin de ciddi bir sinemacı olarak ortaya çıkış tarihiyle aynı. Tam da bu nedenle, Vietnam Savaşı’yla ilgili tokat gibi bir eleştiri hüviyetindeki 1967 yapımı kısa filmi The Big Shave’den, onu uluslararası şöhrete kavuşturan Altın Palmiyeli filmi Taksi Şoförü – Taxi Driver’a dek mücadele ettiği canavar hep aynıydı desek yeri. Taksi Şoförü – Taxi Driver’ın son kurgusundan stüdyonun hiç memnun olmadığını, yöneticilerin ona cehennemi yaşattığını röportajlarından biliyoruz. 80’lerde Günaha Son Çağrı – The Last Temptation Of The Christ’ı çekebilmek için yıllarca beklemek zorunda kaldığı bir süreç söz konusuydu. Ayrıca bu kez karşısında sadece stüdyolar değil, koyu Katolik fundamentalistler de vardı. Muhteşem yıllarını geçirdiği 90’lar, gişe canavarı aksiyon filmlerinin ve romantik komedilerin de altın çağıydı, bu dönemde de Scorsese’nin karşısındaki canavar değişmemişti. En nihayet 2000’lerde yönetmen hâli hazırda kendisi için film yapmanın çok güç olduğunu söylüyor ve birilerini ikna etmek için hala çok çabalaması gerektiğini iddia ediyor.
Şu durumda, 90’lı yıllardaki gişe canavarı filmlerin karşılığının günümüzde çizgiroman uyarlaması devasa filmler olduğunu düşünürsek, Martin Scorsese’nin bu filmlerle bir derdi olabileceğini öngörmek de zor değil. Sinemanın bir deneyim olarak çok değiştiği, çizgiroman uyarlamalarının toplu izleme deneyimiyle ilgili yeni bir boyut, yeni bir galaksi oluşturduğu kesin, yine de Martin Scorsese’nin anladığı ve bildiği anlamıyla sinemanın Marvel filmleri olmadığını söylediğinde yıllardır bu konuya kafa yoran birinin uyarısını görüyoruz sadece, değişime kapalı bir ihtiyarın sözlerini değil. Zira karşımızdaki kişi birçok şey olabilir, lakin yaşlı ve zamanın gerisinde olduğunu söylemek herhalde onunla ilgili yapılabilecek en haksız yorum olur.