Berlin Film Festivali’nden En İyi İlk Film Ödülü ile dönen Oray’ın yönetmeni Mehmet Akif Büyükatalay ile filmin çıkış noktasını, ele aldığı karakterlere nasıl yaklaştığını ve diğer merak edilenleri konuştuk.
Mehmet Akif Büyükatalay’ın ilk uzun metrajlısı olan Oray; Almanya’da yaşayan İslam topluluğuna, filme adını veren başkarakter üzerinden belgeselvari bir üslupla eğiliyor. Ele aldığı konuyu sadece dini temalar üzerinden incelemek yerine, konuya sosyolojik bir noktadan yaklaşmasıyla öne çıkan Oray’ın Türkiye’deki ikinci durağı 30. Ankara Film Festivali’nde, Kino 2019 programı kapmasında gerçekleştirilen gösterimdi.
Söyleşi: Güvenç Atsüren
Deşifre: Alp Karaçaylı
Güvenç Atsüren: Filmin çıkış noktasıyla başlamak istiyorum. Almanya’da yaşayan İslam topluluğuyla ilgili bir film yapma fikri nasıl ortaya çıktı? Oray’dan önce çektiğiniz kısa filmleriniz de bu tema etrafında gelişirken benzer içerikte bir uzun metraj yapma fikri nasıl nasıl gelişti?
Mehmet Akif Büyükatalay: Bu, kişisel olarak ilgilendiğim bir konu zaten. Müslümanların sosyolojik, psikolojik yönü çok ilgimi çekiyor. Ben de Almanya’da benzer bir ortamda büyüdüm. O nedenle bu temalara ilgim her zaman vardı. Bu gibi sebeplerle, bu konuyu ele almak istedim. Bir diğer motivasyon ise politik sebeplerdi. Avrupa’da İslam hakkında birçok film yapılıyor ama hepsi gazetelerden yola çıkılarak yapılan, uydurma hikâyeler üzerinden ilerliyor. Ben sinemada bu konuda üzerinde anlatılanlara katkıda bulunmak istedim ve Oray’ı çektim.
Güvenç Atsüren: Filmi çekmeden önce bu konular hakkında belli çalışmalar yaptınız mı? Özellikle cemaatlere yönelik bir ön hazırlık aşaması oldu mu?
Mehmet Akif Büyükatalay: Hiç olmadı diyebilirim. Neredeyse hepsi yaşadığım, gördüğüm şeyler olduğu için, bu bildiklerimi filme aktardığımı söyleyebilirim.
“Filmde en çok dikkat ettiğim şey, ilgilendiğim konuyu yorumsuz olarak anlatmaktı.”
Güvenç Atsüren: Film ilk olarak Berlin Film Festivali’nde gösterildi. Sonrasında da önce İstanbul’da, sonra Ankara’da Türkiye prömiyerlerini yaptı. Yurtdışındaki seyirciler ile Türkiye’deki seyircilerin filme bakışları farklı mı? Farklı ise bu konuda neler düşünüyorsunuz?
Mehmet Akif Büyükatalay: Kesinlikle farklı. Avrupa’da İslam bir azınlık dini. Türkiye’de ise tam tersi. Ayrıca Türkiye’de 16 yıldır iktidarda olan partinin sözde ideolojisi İslam’a dayalı olduğu için insanlar çok daha farklı tepkiler veriyorlar; bu konuda daha hassaslar. O yüzden filmde en çok dikkat ettiğim şey, ilgilendiğim konuyu yorumsuz olarak anlatmaktı. Herhangi bir tarafın kendine mal edemeyeceği bir film yapmak istiyordum. Film Almanya’dan çok, Türkiye’de insanları irite ediyor. İlgilendiği konuyu eleştiriyor mu, yoksa reklam mı yapıyor anlayamadıkları için bu soruya benim kişiliğim üzerinden cevap bulmaya çalışıyorlar. Gördüğüm kadarıyla Türkiye’de filmler genellikle yönetmen üzerinden okunuyor. “Yönetmen böyle düşündüğü için şöyle olmuştur.” gibi düşünüyor herkes.
Güvenç Atsüren: Ek olarak, Türkiye’de özellikle festival seyircisi biraz daha seküler yapıya sahip. Dolayısıyla filmin İslam ile bu kadar bağlantılı olması seyircileri biraz irite ediyor olabilir.
Mehmet Akif Büyükatalay: Aslında, seküler seyirciden de pozitif eleştiriler alıyorum. Çünkü böyle bir şeyi ilk defa deneyimliyorlar. Benim için önemli olan İslam’ın dinden çok, bir inanç olması. Kişiyle tanrı arasında kurulan vicdani bağı anlatmak istedim. Örneğin “Takva filmini izledin mi?” diye soruluyor. O film, Oray’dan farklı olarak dinin daha çok ekonomik yönüyle ilgileniyor.
Güvenç Atsüren: Örneğin ben de hem seküler olup hem de filmi kıymetli bulanlardanım. Film, bu durumu ne sempatize ediyor ne de direkt yargılıyor. Bu dengeyi kurarken dikkat ettiğiniz şeyler nelerdi?
Mehmet Akif Büyükatalay: En çok dikkat ettiğim nokta buydu aslında. Bu, filmin çekimlerine de yansıdı. Ben ilk başlarda daha stilize, yavaş bir kamera düşünüyordum. Daha sonra dedim ki, bu filmi yaparken yönetmenin görünmez olması lazım. O yüzden güçlü karakterler yaratarak hayatı sinemaya aktarmam gerektiğini hissettim. O yüzden el kamerası tercih ettik. Karakterlerin psikolojisine daha çok önem verdik.
Güvenç Atsüren: Filmin biçimsel özellikleri de belgesel diline yakın. Fransa’da ortaya çıkan cinema-verité akımını da çağrıştırıyor. Yönetmenin kaybolduğu sadece kamerayla olup biteni takip ettiği bir üslup görüyoruz. Bunu kurarken özellikle ilham aldığınız yönetmenler ya da akımlar var mıydı?
Mehmet Akif Büyükatalay: Benim için en ilham verici olan Dardenne Kardeşler’in sinemasıydı diyebilirim. Benzer şekilde Yeni Romanya Sineması’nı da söyleyebilirim. Mesela Ken Loach’un filmlerini de çok beğeniyorum ama bir yandan problemli de buluyorum. Politik görüşünü anlatıya fazla dâhil ederek didaktikleşiyor bana kalırsa. Bu bence bir sorun ve buna karşı da en iyi yöntemin belgesel kamera olduğunu düşünüyorum. Tabii ki yüzde yüz öğretici olmayan bir film yapamazsın; bu imkânsız. Montaj bile doğası gereği gerçekçiliğe bir saldırı. Son olarak İtalyan Yeni Gerçekçiliği’nin de beni etkilediğini söyleyebilirim.
Güvenç Atsüren: Özellikle 90’ların ortasında Almanya’da Türkçe sözlü hip-hop müzik yükselişe geçmişti. Bu da genel olarak şöyle yansıdı Türkiye’ye: “Almanya’da sokaklarda suça bulaşmamak için kendimizi bu şekilde, hip-hop kültürüyle ifade ediyoruz.” Filmin başında ana karakter Oray, bunun tersi bir ifade kullanıyor. Hip-hop’ın öz değerlerini yok eden bir şey olduğunu söylüyor; bizim kurtuluşumuz İslam’da diyor. Şu anki realite bu mu, suça bulaşmaktan korunmanın birinci yolu olarak İslam mı görülüyor?
Mehmet Akif Büyükatalay: Tabii ki hip-hop’ın öyle bir yeri vardı. Alt sınıftan gelen kayıp erkeklerin kendilerine ait bir dildi bu. Sonrasında, özellikle 2000’lerden sonra bir tepki oluşmaya başladı. Çünkü devlet, hip-hop’ı bu amaçla kullanabileceğini fark etti. Hip-hop bir asilikti ama artık üstten de desteklenince o asilik kayboluyor. Benim de anlatmak istediklerimden biri de şimdi asiliğin İslam ile yapılabiliyor oluşu. Almanya’da uzun saçla, dövmeyle ya da piercing ile gezebilirsin, kimse dönüp bakmaz bile ama uzun bir sakallı bir genç herkesi şok edebiliyor. Bu yeni bir asilik şekli. Özellikle Selefilerde bu dinden çok, bir başkaldırış hâline gelmiş durumda. Seküler ailelerin çocukları dindarlaşmaya başlıyor. Amacım İslam’ı anlatmaktan daha çok, tutunamayan erkeklerin İslam’ının filmini yapmaktı. Bu filmi 20 yıl önce yapsaydım, belki Müslümanlık’ı değil hip-hop’ı seçerlerdi, ya da Oray cemaate girmek yerine futbol holiganı olabilirdi, sağcı veya solcu bir gruba girebilirdi; her şeyi yapabilirdi.
“Almanya’da sağın güçlenmesi, aşırı ırkçılığın artışı, cemaatlerin içlerine daha da kapanmasına yol açıyor.”
Güvenç Atsüren: Şu an böyle bir yönelim olmasını dünyanın muhafazakârlaşması, sağ görüşün yaygınlaşması üzerinden okuyor musunuz?
Mehmet Akif Büyükatalay: Dünya’da ne olduğu o cemaatlerde pek etkili olmuyor. Orası çok kapalı bir dünya. Zaten kendilerine has, ezberlere dayalı bir dünya görüşleri var. Almanya’da sağın güçlenmesi, aşırı ırkçılığın artışı, cemaatlerin içlerine daha da kapanmasına yol açıyor tabii ki. Çünkü saldırılar oluyordu, islamofobi daha yoğun hissediliyordu. Bu da onların dünyaya bakışını daha da sertleştiriyor.
Güvenç Atsüren: Film Alman yapımı, hiç Türk yapımcısı yok. İçeriğin doğrudan Avrupa’da yaşayan Müslümanlar ile ilgili olduğunu düşünürsek, filmi finanse ederken bu anlamda zorluk yaşadınız mı, ya da tersine destek gördünüz mü?
Mehmet Akif Büyükatalay: Ben filmin senaryosunu yazmıştım, okulu bu filmle bitirmek istiyordum. Televizyonda redaktörler oluyor. Onlardan biri benim kısa filmimi gördü ve benimle bağlantıya geçti. İlk uzun metrajlı filmime destek olacağını, ilk defa eline böyle, karakterin Suriye’ye gitmediği, kendini havaya uçurmadığı ve terörist olmadığı bir senaryo geçtiğini söyledi. 2018 yılında Almanya’da bu konularla ilgili üç film çıktı. Üçü de en ses getirecek şey olan terörü merkezine alıyordu. Bu anlamda destek aldık ama bütçemiz yine de çok azdı tabii ki.
Güvenç Atsüren: Oray, Berlin Film Festivali’nde En İyi İlk Film Ödülü’nü aldı. Bundan sonra daha geniş imkânlarla çalışma şansınız olabilir. Şimdi ne yapmak istiyorsunuz?
Mehmet Akif Büyükatalay: Elimde şu anda iki senaryo var. Birisi çekime hazır. Yine aynı ortamda geçen bir hikâye. Ama Müslüman Türk bir yönetmen olarak anılmak istemiyorum. Avrupalı bir yönetmen olmak, dünya sineması içinde değerlendirilmek istiyorum. O yüzden kafamda farklı bir fikir var. Almanya’daki hâkim ideolojiler üzerine, insanların konuşamamasına dair, yine politik bir film olacak. Daha stilize bir tür filmi olabilir. Örnek verecek olursam, Roman Polanski’nin Kiracı – The Tenant filmi gibi korku ve gerilimin içi içe geçtiği bir işe imza atmak istiyorum. Benim için farklı bir deneyim olacak, umarım altından kalkabilirim.
Güvenç Atsüren: Çok teşekkür ederim.
Mehmet Akif Büyükatalay: Ben teşekkür ederim.