Jacques Demy, François Truffaut, Roman Polanski, Jean-Pierre Melville, Lars von Trier… Bunlar sadece sinema tarihine yön veren yönetmenler listesinin üyeleri değil; aynı zamanda sinema tarihinin ikonik isimlerinden Catherine Deneuve’le çalışan usta sinemacıların kısa bir listesi. 1957 tarihli Kolejli Kızlar – Les collégiennes filmiyle ilk kez beyazperdede boy gösteren oyuncu, irili ufaklı rollerin ardından Cherbourg Şemsiyeleri’ndeki performansyla uluslararası bir yıldıza dönüştü. Ve bu tarihten itibaren üzerine yapışma ihtimali olan “güzel sarışın oyuncu” etiketini oynadığı filmlerdeki karakterlerin psikolojik durumunu yansıtırken gösterdiği başarıyla boşa düşürdü. Catherine Deneuve’ün göz kamaştırıcı kariyerinde öne çıkan, mutlaka izlenmesi gereken 5 performansını derledik.
Mutlaka İzlenmesi Gereken 5 Catherine Deneuve Performansı
Cherbourg Şemsiyeleri – Les parapluies de Cherbourg (1964)
Film, annesiyle birlikte küçük bir butikte -filme adını veren- şemsiyeleri satarak hayatını sürdüren Geneviève ile oto tamircisi Guy Foucher’nin birbirlerine âşık olmaları ekseninde gelişen olayları ele alır. Birbirlerini çok seven çift, evlilik planları yaparken Geneviève’in annesi ise buna kesinlikle karşı gelmekte, bu evliliğin gerçekleşmesini istememektedir. Bir süre sonra askere alınan Guy ise Cezayir’e, savaşa gönderilir. Geneviève, sevgilisi askerde iken hamile olduğunu öğrenir ve zengin bir kuyumcu olan Roland Cassard’ın evlilik teklifini kabul etmek zorunda kalır. Yaralandığı için erken terhis edilen Guy, Normandiya kıyısındakı Cherbourg’a döndüğünde geri dönüşü olmayan şartlarla karşılaşır. Fransız sinemasının en önemli yönetmenlerinden Jacques Demy’nin imzasını taşıyan Cherbourg Şemsiyeleri, içinde şarkı şeklinde olmayan tek bir cümlenin bile yer almadığı bir müzikaldır; duygusal anlamda kalp kırıcı bir aşk hikâyesi anlatması sebebiyle çok güçlü oyunculuk performansları gerektirir. Film çekildiğinde 21 yaşında, genç bir oyuncu olan Catherine Deneuve, ilk başrollerinden birinde adını sinema tarihinin en önemli figüleri arasına yazdıracağını kanıtlar.
Tiksinti – Repulsion (1965)
Roman Polanski’nin Amerika’ya transfer olmadan önce Avrupa’da çektiği son film olan Tiksinti; afişinde yazan “bir bakirenin rüyalarının korkunç dünyası, beyazperdenin korkunç gerçeğine dönüşüyor” hakkını sonuna kadar verir. Yönetmenin’nin Rosemary’nin Bebeği – Rosemary’s Baby ve Kiracı – The Tenant ile tamamlayacağı Apartman Üçlemesi’nin ilk ayağı Tiksinti, dünyadan ve gerçeklik duygusundan yavaş yavaş kopmaya başlayan bir kadının akıl sağlığını nasıl yitirdiğinin öyküsünü anlatır özetle. Londra’daki bir apartman dairesinde ablasıyla birlikte yaşayan Carol, ablasının on günlük bir tatile gitmesi sonucu evde yalnız kalır. Yavaş yavaş gerçeklik algısını yitirip histerik dereceye varıncaya dek akıl sağlığını yitirmeye başlar. Devamında yaşadıkları, klostrofobik bir mekânın duygusal ve ruhsal bir mayın tarlasına dönüşümünü de hızlandırır. Tiksinti, seyirciyi gündelik korkuların derinliğinde gerçeküstü bir yolculuğa çıkarırken psikolojik gerilim ve korku türü arasında salınıp durur. Böylesi karmaşık bir anlatının merkezinde yer alan Carol’a hayat veren Catherine Deneuve, karakterin deliliğin sınırında gezen -hatta zaman zaman bu sınırı ihlal eden- yapısını yansıtmak konusunda kusursuz bir iş çıkarırken, filmin tekinsizlik seviyesine de göz ardı edilemeyecek bir katkı yapar.
Gündüz Güzeli – Belle de jour (1967)
Sinema tarihinin en önemli yönetmenlerinden Luis Buñuel’in Jean-Claude Carrière ile birlikte Joseph Kessel‘in aynı adlı romanından uyarladığı unutulmaz filmin ana karakteri Séverine’e Deneuve hayat verir. Ünlü ve başarılı bir cerrahla evli olan genç ve güzel bir kadındır Séverine. Eşine karşı hissettiği yoğun duygulara rağmen tensel haz arayışı içinde, gündüzleri lüks bir randevu evinde seks işçiliği yapmaya başlar. Akşamları ise sevgi dolu bir eş olarak hayatına devam eder; yani çift yönlü bir yaşam sürdürmektedir. Ancak onun bu çifte yaşamı, beklenmedik bir karşılaşma sonrasında altüst olur. Tam da Luis Buñuel’den bekleneceği üzere gerçekliğin ve fantazinin birbiri içine geçtiği bir gündüz düşü olarak da tanımlanabilecek bu yapım, sınıf ayrımına dair sözlerini de esirgemez. Yönetmenin karakter çalışmasına en yakın duran filmi olarak da gösterebileceğimiz Gündüz Güzeli’nde hikâyeye yön veren Séverine karakterinin altını müthiş bir şekilde doldururak anlatıyı daha da katmanlı hâle getirir Catherine Deneuve.
Açlık – The Hunger (1983)
Catherine Deneuve, David Bowie ve Susan Sarandon’un başrollerini paylaştığı, ezber bozan bir vampir filmi olan Açlık, parçalı kurgusu, dönemine göre cesur sayılabilecek kuir dokunuşları ve estetize edilmiş görsel dünyasıyla erotizmi pandora kutusundan çıkaran filmlerden biri olarak tanımlanabilir pekâlâ. 1930-67 yılları arasında kilise baskısıyla ortaya çıkan bir tür sansür mekanizması olan “Hays Kanunları”nın (Amerikan Film Endüstrisi Yasaları) beraberinde getirdiği yasakları, sinemanın ona sunduğu yaratıcılık olanaklarıyla bastırmayı başarır bu yapımın yönetmeni Tony Scott. Alacakaranlık kuşağı hikâyesi tadındaki bir aç üçgenini kuir sinema dinamikleriyle buluşturan Açlık’ta Mısırlı bir vampir olan Miriam’a hayat veren Catherine Deneuve artık olgunluk dönemine yaklaşıyor oluşunun sinyallerini verirken akılla durgunluk veren performansıyla da tabiri caizse ışıl ışıl parlar o karanlık atmosfer içinde.
8 Kadın – 8 femmes (2002)
Katıldığı festivallerde yoğun bir ilgiyle karşılanan, Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı için yarışan, François Ozon imzalı, kara mizah başyapıtı 8 Kadın 1950’lerin Fransa’sında geçen bir cinayet anlatısı sunar. Filmde seyirciyi Noel zamanı bir kır evine konuk eder yönetmen. Marcel adlı bir adamın hayatındaki sekiz kadın da bu kır evindedir. Evin hanımı Gaby, annesi Mamy, kız kardeş Augustine, kızları Suzon ve Catherine, hizmetçileri Chanel ve Louise… Marcel, ansızın odasında bıçaklanmış bir şekilde bulunur. Devamında, izole edilmiş evdeki bu sekiz kadın, söz konusu cinayeti kimin işlediğini ortaya çıkarmaya çalışır. Son dönem Fransız sinemasının en fazla dikkat çeken yönetmenlerinden biri olan Ozon’un, bu kara komedi müzikal melezinin merkezindeki kadınları canlandıran her oyuncu üst düzey performanslar sergilerken, Deneuve canlandırdığı Gaby’yi filmin en unutulmaz karakterinden birine dönüştürür.