Film eleştirmeni Pauline Kael, Sam Peckinpah’ın sinemasını tanımlarken şöyle bir ifade kullanır: “Western’in şişesine yeni bir tür şarap eklerken, Peckinpah o şişeyi parçalar.” Bu tanımlama, filmlerde grafik şiddet kullanımı konusunda -özellikle Amerikan sineması içinde düşünürsek- çığır açan yönetmenin üslubunu gayet net bir şekilde ortaya koyar. Ondan önce adalet arayışına, vahşi topraklara “medeniyet” getiren beyaz adamın “haklı” çabasına odaklanan western türü, Peckinpah sinemasında tabiri caizse, kana bulanır. Ona verilen “Kanlı Sam” lakabı da kökenini tabii ki buradan alır.
60’ların sonunda Hollywood’un tükenişin eşiğine gelmesiyle birlikte yavaş yavaş özgürleşmeye başlayan sinema ortamı için bile serttir Peckinpah’ın sineması. Öyle ki onun filmleri, birçok kez yeniden kurgu sürecinden geçtikten sonra seyirciyle buluşabilmiştir. Lakin onun merhametsiz ve stilize şiddet kullanımı, ortaya çıkan eserlerin şiddet pornografisi gibi bir noktaya varması türünden bir sonuç doğurmaz. Çünkü onun derdi sadece şiddet göstermek, kanlı sahnelerle seyirciyi şoke etmek değil; şiddet olgusunu kökenleriyle birlikte ele almaktır. Bu bağlamda Peckinpah filmlerinin anlatılarına baktığımızda, iktidar mücadelesi ya da hayatta kalma olgularıyla sıklıkla karşılaşırız. İktidarı elde etmek ya da elinde bulundurduğu iktidatı korumak adına elini kana bulamaktan imtina etmez onun karakterleri. Yönetmenin en kişisel filmi olarak işaret ettiği, 1974 yapımı Bana Onun Kellesini Getirin – Bring Me the Head of Alfredo Garcia ya da 1969 tarihli western başyapıtı Vahşi Belde – The Wild Bunch gibi yapımlar, bu durumun önemli birer örneğini sunar.
Her ne kadar Peckinpah deyince akla ilk gelen janr western olsa da, onun sinemasını tek bir kalıba sığdırmak mümkün değildir. Zira onun 14 uzun metrajdan oluşan filmografisinde Sonsuz Kaçış – The Getaway (1973) gibi bir suç anlatısı, Şeref Madalyası – Cross of Iron (1977) gibi çok sert bir II. Dünya Savaşı filmi ve İngiliz kırsalına yerleştirdiği Amerikalı bir bilim insanı üzerinden insanın içindeki şiddet olgusunu irdeleyen Köpekler – Straw Dogs (1971) gibi yapımlar da mevcuttur.
Sam Peckinpah, Kanlı Sam, ya da ona atfedilen bir başka lakapla Şiddetin Şairi, beyazperdede şiddeti var etme biçimiyle başta Quentin Tarantino olmak üzere, birçok sinemacının önünü açmış, stüdyoların taleplerine sürekli mücadele etmiş bir sinemacıdır; onun filmlerinin içeriğinde de bu mücadelenin ibareleri ziyadesiyle görülebilir. Tüm bunlar ışığında Peckinpah’ın bol kanlı sinemasının Hollywood’un seyri için mihenk taşı olduğunu pekâlâ söylebiliriz. Ne demişler, kansız devrim olmaz!
Başlamak İçin En İyisi: Köpekler – Straw Dogs
Yukarıda da belirtğimiz gibi Sam Peckinpah, daha çok western türünde verdiği eserlerle tanınır. Fakat onun yönetmenlik açısından bir gövde gösterisi olarak tanımlayabileceğimiz başyapıtı Straw Dogs, coğrafi olarak bu janranın çok uzağında, İngiltere kırsalında geçer. Dustin Hoffman’ın kariyerinin en etkileyici performanslarından biriyle hayat verdiğimi genç, kibar, “medeni” Amerikalı matematikçi, İngiliz eşi ile birlikte onun doğduğu topraklara tanışır. Çiftin evlerinin onarımını yapması için yerel halktan David isimli bir adamla anlaşması, “medeni” ve “yabani” arasında, film boyunca durmaksızın yükselecek ve sonundan çığrından çıkacak bir gerilim yaratır.
Straw Dogs’ta ilk kez Amerika dışında çalışan Peckinpah, janra olarak da alışık olduğu suların uzağında yüzüyor gibi görünse de bu tartışmalı başyapıt, yönetmenin sinemasının temel özelliklerinin tümünü barındırır: Yoğun grafik şiddet, kendini ya da iktidarını tehdit altında hissettiğinde silaha davranmaktan çekinmeyen karakteler ve –medeni ya da vahşi- dünyada hüküm süren erkekliğin dışavurumu… Bu filmde Vahşi Batı’nın tüm acımasızlığı, başka bir coğrafyada, büyük bir kısmı tek bir mekânda geçen güçlü gerilim olarak vücut bulur. Straw Dogs, Sam Peckinpah’ın sadece tek bir türün ustası olmadığını, asıl derdinin insanın içindeki şiddet güdüleri ve bu güdüleri tetikleyen etmenleri irdelemek olduğunu ayan beyan gösteren, rahatsız edici bir başyapıt.
Sonra Ne İzlemeli?
“Kanlı Sam”in başka bir türde de başyapıt verebileceğini kanıtlayan Straw Dogs’un ardından, western türünde verdiği eserlere geçiş yapmak, onun sinemasını kavramak adına çok faydalı olacaktır. Bu alanda ilk akla gelen film de kuşkusuz, 1969 tarihli The Wild Bunch. Yaşlanmakta olan kanun kaçaklarından oluşan bir grubu takip ederken, karanlık bir Amerika portesi çizmekten de geri kalmaz Peckinpah. Öyle ki tıpkı dönemin değişmekte olan Amerikan sineması alışkanlıkları gibi, geleneksel Batı da iyiden iyiye pasa, kire ve elbette kana bulanmıştır bu dünyada. İyinin ve kötünün arasındaki sınır iyice muğlaklaşmış hayatta kalma ve gücü ele alma güdüsü karakterlerin birincil motivasyonu olmuştur.
Peckinpah’ın es geçilmemesi gereken bir diğer filmi de tam olarak bu türün trüklerini takip etmese de western’le yakın ilişki içindeki Bring Me the Head of Alfredo Garcia. Filmde Meksikalı bir toprak sahibinin kızı, Alfredo Garcia isimli bir adam tarafından hamile bırakılır. Bu olaya öfkelenen toprak sahibi, kendisine Alfredo Garcia’nın başını getirene 1 milyon dolar vereceğini duyurur. Bu da bir Sam Packinpah filminden bekleneceği üzere ödül avcılarını harekete geçirerek devasa bir kaos doğurur. Yalnız tüm bunlar olurken bilinmeyen bir gerçek vardır: Alfredo Garcia zaten bir kaza sonucu ölmüştür. Hikâye, Vahşi Batı yerine Amerika’nın güney komşusu Meksika’da geçer. Yani bu pek Peckinpah’a özgü ahlaki çürümüşlüğü, can pazarının mekânı başka bir ülkedir.
Nereden Başlamamalı?
Her ne kadar, 60’lar ve 70’lerin büyük bir kısmı Peckinpah için gayet verimli geçse de aynısını kariyerinin son dönemi için söylemek güç. 70’lerin bitimine denk düşen son iki filmi yönetmenin de dip noktası belki de. Bu filmlerden birincisi, ilhamını C.W. McCall’un aynı isimli şarkısından alan, 1978 tarihli Konvoy – Convoy’u bir ustanın düşünün göstergesi olarak da değerlendirebiliriz bu bağlamda. Başrollerinde Kris Kristofferson ve Ali MacGraw’ın yer aldığı bu “kamyonculuk filmi”, hemen hemen her açıdan son derece zayıf senaryosu ve kağıt üzerinde vadettiği eğlenceyi dahi sunmayı başaramayan zayıf bir aksiyon. CNBC-e günlerinde televizyonda da yayınlanan Convoy, bu sebeple birçoklarının izlediği ilk Peckinpah filmi olabilir üzücü bir şekilde.
Bonus: Peckinpah’ın Sevdiği Filmler
İmzasını attığı yapımlar, kültürel ve coğrafi olarak doğrudan Amerika ile ilgili olsa da Sam Peckinpah’ın sevdiğini ifade ettiği filmlere bakıldığında, usta yönetmenin dünya sinemasını da yakın takip ettiği kolaylıkla görülüyor. Yönetmenin seçkin sinema zevkini aynayalan favori filmlerinden bazılarını listeleyelim:
- Raşomon – Rashômon (Yön: Akira Kurosawa, 1950)
- Sonsuz Sokaklar – La strada (Yön: Federico Fellini, 1954)
- Hiroşima Sevgilim – Hiroshima mon amour (Yön: Alain Resnais, 1959)
- Altın Hazineleri – The Treasure of the Sierra Madre (Yön: John Huston, 1948)
- Yol Türküsü – Pather Panchali (Yön: Satyajit Ray, 1955)
- Sihirbaz – Ansiktet (Yön: Ingmar Bergman, 1958)
- Büyük Karnaval – Ace in the Hole (Yön Billy Wilder, 1951)
- Geçen Yıl Marienbad – L’année dernière à Marienbad (Yön: Alain Resnais, 1961)
- Vadiler Aslanı – Shane (Yön: George Stevens, 1953)
- Ölümden Kuvvetli – Odd Man Out (Yön: Carol Reed, 1947)
Not: “Nereden Başlamalı” köşesi www.bfi.org.uk sitesinde yer alan “Where to begin?” serisi temel alınarak hazırlanmıştır.