25 Şubat 2019 gecesi Dolby Tiyatrosu’nun koltukları dolarken herkesin aklını kurcalayan belki de en çetrefilli soru, Roma’nın favorisi olduğu En İyi Film Oscarı’nı kazanıp kazanamayacağıydı. Gecenin sonunda Netflix kazanan tarafta yer alamasa bile ertesi güne uyandığımızda şirketin elinde yönetmen, sinematografi ve yabancı dil dallarında kazanılmış Oscar’lar vardı. Film sektörüne bundan yalnızca dört yıl kadar önce Beasts of No Nation’la girip bir önceki seneye kadar Savaştan Sonra – Mudbound’la elde ettiği adaylıklara başarı gözüyle bakılan Netflix, kısa sürede zirveye çok yaklaşmıştı. İşlerin bu denli ciddiye binmesinin ardından Steven Spielberg’ün çektiği bazı sinemacılar Akademi’ye, Netflix’in ödül mevsimindeki işini zorlaştıracak değişiklikler konusunda baskı yaptı ancak kural kitabında herhangi bir değişiklik olmadı ve şirketin Oscar savaşı sürüyor. Fakat bizim konumuz da bu değil, esas olarak son gelişmelerin ışığında Netflix’in başta En İyi Film Oscarı olmak üzere neden Akademi Ödülleri’ne üstünlük kurmak istediğine bir göz atacağız.
Netflix, geçtiğimiz haftalarda, daha önce 20th Century Fox’ta film dağıtım uzmanı olarak çalışan Spencer Klein’la, kendi filmlerinin sinemalardaki dağıtımını üstlenmesi amacıyla anlaştı. Bu hamle, şirketin büyük perde deneyimine verdiğini göstermesi açısından önemliydi. Keza hem Akademi üyelerinin hem de şirketin karşısında duran sinemacıların en büyük soru işareti, Netflix’in, kendi filmlerini beyazperde için değil de küçük ekranlar için üretiyor oluşu. Ancak bu algı, geçen sene Roma’nın sinemalarda geniş dağıtım alması sayesinde bir nebze de olsa değişmişti. Bununla birlikte özellikle Alfonso Cuarón’un kendi filminin daha fazla salonda gösterilmesi için verdiği çaba gibi usta yönetmen Martin Scorsese’nin de Irishman’in dünya çapında sinemalardaki yerini alması istediği konuşuluyor. Dolayısıyla Netflix’in bu iş için bir uzmanla anlaşmış olması, hem filmlerini büyük perdede göstermek isteyen yönetmenlerin hem de, deyim yerindeyse, hater’ların gönlünü alabilecek bir hamle olarak değerlendirebilir. Bir taşla iki kuş. Netflix, hâlihazırda hem sinemacılara kreatif özgürlüğünü verip para harcamaya pek de çekinmemesi hem de erişebileceği seyirci potansiyeli açısından bir cazibe merkezi konumuna gelmiş durumda. Bunun üzerine, şu sıralardaki en büyük problem olarak gözüken sinema dağıtımı konusunun da çözülmesinin ardından, sektörde çalışan hemen herkesin gönlünde yatan aslan olarak niteleyebileceğimiz Oscar’lar için de güçlü bir konuma gelmesi, şirketin eşsiz bir konuma gelmesine önayak olabilir. Daha sonra da sıra, sinema aleminin bir diğer büyük prestiji olan Cannes Film Festivali’ne gelecektir muhtemelen.
Filmler çekmek ve sinema sektörüne yatırım yapmak, ulvi amaçlar elbette ki fakat diğer her şirket gibi Netflix de daha fazla para kazanmak durumunda. Ve gelinen şu noktada işi her zamankinden daha zor. Artık karşısında yalnızca HBO ya da Amazon değil, yakın zamanda hayata geçecek Disney+, Apple TV+, Warner Bros.’un online platformu ve hatta Avrupa’da yayına başlayacak Britbox var. Netflix, bu şirketlerin ürettiği film ya da dizilerden mahrum kalarak kütüphanesinin önemli bir kısmını kaybetmesinin yanında kendi alameti farikası olan orijinal dizilerde de bu şirketlerle yarışma hâlinde olacak. Gelgelelim, ilk etapta dizilere ağırlık verecek bu platformların aksine Netflix, film sektörünün içerisine girmiş durumda. Yeni açılacak platformların en azından emekleme dönemi sona erene dek filmlere ağırlık vermeyeceğini varsayarsak, Netflix’in birkaç sene önce dizi sektöründe gerçekleştirdiği öncü hareketin bir benzerini şimdi de film dünyasında göstermesini bekleyebiliriz. Bu durum, şirkete önemli bir prestij sağlamasının yanında uzun vadede maddi kazanç da sağlayabilir. Keza online platformlar hızla artsa bile hepsinin kendine ait bir aylık ücreti var ve kullanıcılar şimdiden daha fazlasına üye olmaktan imtina etmeye başladı. İngiltere menşeili Muso şirketinin araştırmasına göre Avrupa’daki kullanıcıların %65’i bu tarzdaki platformlara daha fazla para ödemek istemezken %80’ininden fazlası şimdiden fazla para ödediğini düşünüyor. Dolayısıyla yakın gelecekte kullanıcıların tüm bu karmaşa içerisinden bir seçim yapması gerekecek ve işte bu noktada Netflix, bir yanıyla diğerlerinden ayrılabilecek: Oscar’lı filmler. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, bu durum aynı zamanda bir döngü. Şirketin Oscar kazanması ya da ödül için iddialı konuma gelmesi aynı zamanda daha fazla prestijli yönetmenin Netflix saflarına katılıp şirketin daha kaliteli filmler çekmesine olanak tanıyacak ve böylece şirketin film kütüphanesi oldukça çekici hâle gelebilecek.
Dolayısıyla son yıllara dek bir dizi fabrikası olarak karşımıza çıkan Netflix’in, artık yeni bir geleceğe doğru yelken açtığını ve Oscar’ın bu yolculuktaki hazineye ulaşmasının en kilit noktalarından bir tanesi olduğunu pekâlâ söyleyebiliriz.