Yazar Puanı
Puan - 65%
65%
Büyükatalay’ın filmi baştan sona bu Müslüman erkeklerin hizasından bakıyor anlattığı öyküye. Onların seçimlerini, yaşama tutunma çabalarını yargılamıyor. Neden birbirlerine ihtiyaç duyduklarının çözümlemesini yapıyor ancak bunun için üstten, didaktik bir çabaya da girişmiyor.
Bu yıl Berlin Film Festivali’nde ‘Perspektif-Alman Sineması’ bölümünde gösterilen Oray, festivalde En İyi İlk Film ödülünü alarak dikkatleri çekmişti. Henüz 31 yaşında olan Mehmet Akif Büyükatalay, kısa filmlerinden bu yana, Almanya’daki Müslüman topluluğuna, onları bir arada tutan şeylere, göçmen ailelerin çocukları olan kuşakların Alman toplumunun çeperlerinde yaşadıkları ihtilaflara/çarpışmalara bakıyor. Oray’ın neredeyse tamamı, Müslüman erkeklerin arasında, onların sohbetlerine, kavgalarına, ibadetlerine sanki salonun ortasındaymışçasına yakından bakan kadrajlarla ilerliyor. Oray’ın evli olduğu ve bir kavga anında üç kez “boşol” diyerek filmin temelindeki çatışmanın fitilini ateşlediği Burcu dışında, neredeyse hiçbir kadın bu kadrajlara giremiyor. Dahası, hikaye tümüyle Köln ve Hagen gibi Alman kentlerinde geçse de, jenerik akıp film bittiğinde Almanya’ya dair neredeyse hiçbir şey görmediğinizi, Almanlarla asgari temas kurduğunuzu fark ediyorsunuz. Bu haliyle filmin bizzat kendisi, anlattığı karakterlerin -hem gündelik rutinlerinde hem de dünya görüşü anlamında- izole yaşamlarını tekrarlıyor. Filmin kurduğu dünya, birbiriyle dayanışarak hayatta kalmaya çalışan ve bunu uç noktalara götürerek giderek dış dünyaya kapanan bir erkek topluluğunun yansıması oluyor.
Filme adını veren karakterimiz Oray’ın topluma dışarlıklı halinin birkaç katmanı birden var: Cezaevinden çıkmış, bir şekilde sokakta bulaştığı suç dünyasından kurtulmak ve sıfırdan hayatını kurmak zorunda. Ne kültürel ne de ekonomik kapitali var. Burcu dışında hayatında değer verdiği bir şey yok gibi. Makedon asıllı bir Roman olarak, burada ait olmaya çalıştığı, çoğunluğu Müslüman Türklerden oluşan toplulukta dahi dışarlıklı hissediyor kendini belki. Tüm bunlar yetmezmiş gibi, Burcu’yla yaşadığı eften püften bir kavgada ağzından İslami gelenekte ciddi sonuçları olan o sözcük üç defa çıkıyor ve tüm hayatı altüst oluyor. Bu yaşamdaki tek sığınma mekanizması olan Burcu’yu da kaybetme noktasına geliyor. İslam’a uygun bir yaşam ve Almanya’daki gündelik hayat arasındaki uçurum daha da belirginleşiyor. Bu uçurum onu kendi cemaatinin içine daha da sıkıştırıyor.
Oray: Biz Dediğin Nedir
Büyükatalay’ın filmi baştan sona bu Müslüman erkeklerin hizasından bakıyor anlattığı öyküye. Onların seçimlerini, yaşama tutunma çabalarını yargılamıyor. Neden birbirlerine ihtiyaç duyduklarının çözümlemesini yapıyor ancak bunun için üstten, didaktik bir çabaya da girişmiyor. Gündelik hayatın içinde diyaloglarla, karakterlerin dünyasına uygun sıradan mekanlarla sinemasal bir hakikat kurmayı başarıyor yönetmen.
Filmin en güçlü olduğu anlar, yalnızca Almanya’daki Müslüman erkek topluluklarına dair değil, genel olarak bir cemaatin parçası olma arzusuna dair bulduğu hatlarda ve bu ait olma hissiyle sürekli çelişen bireysel arzulara dair gözlemlerde ortaya çıkıyor. “Biz birbirimiz olmadan, hele de Almanya gibi bir yerde nasıl hayatta kalabiliriz?” sorusu filmde birkaç kez dillendiriliyor. Filmin başladığı sahnede, Oray’ın hapishaneyi kastederek kurduğu “bizim gibiler için içerisi de dışarısı da bir” cümlesi, film sona erdiğinde daha da iyi duyuluyor.
Filmin bittiği noktada, Oray’ın Burcu’ya “boşol” demesiyle başlayan ve giderek yalnızlaşıp her şeyi sorgulamasına neden olan bu hikayede, daracık kadrajları birleştirip bir büyük resim çizmeye çalışıyoruz kafamızda. Zira Almanya’da bir göçmen topluluğuna ait olmanın ne demek olduğuna dair parçaları veriyor Büyükatalay’ın filmi. Anlattığı topluluğa ve onun çatışmalarına sempatiyle baksa da, net bir cümle kurmaktan -iyi ki de- kaçınıyor.
Filmin sonunda ana karakterini bıraktığı nokta, nerede konumlanacağınız hususunda, filmin kime yakın durduğu konusunda kafaları karıştırıyor ve perde kararıyor. Büyükatalay’ın pek çok söyleşisinde vurguladığı üzere, izleyiciyi, yönetmenin baş karakterin tarafını tutup tutmadığı konusunda tereddütte hissettiren bir final bu ve muhtemelen filmden çıktığınızda tartışacağınız ilk şey de bu final olacak. Yönetmenin karakterleriyle mesafesi/mesafesizliği Oray’ı ilginç kılan başlıca şeylerden biri.