Dünya prömiyerini Uluslararası Toronto Film Festivali’nin ‘Özel Gösterimler’ bölümünde yapan Şans Ayağıma Geldi (The Cobbler), Kazananlar Kulübü (Win Win) ve The Visitor gibi filmlerinden hatırlayacağımız yönetmen Thomas McCarthy’nin imzasını taşıyor. Filmin başrolünde yer alan Adam Sandler’a; Steve Buscemi, Dustin Hoffman, Ellen Barkin, Dan Stevens gibi önemli oyuncular eşlik ediyor. Bir ayakkabı tamircisinin, kendi dükkanında bulduğu sihirli bir makine sayesinde, sıradan giden hayatına yepyeni maceralar getirmesini konu edinen Şans Ayağıma Geldi, izlemesi keyifli olmasına rağmen, kafası oldukça karışık bir film. Hatırı sayılır ve beklenmedik bir giriş sahnesiyle açılan film, senaryosundaki çatışma ögelerini bir türlü birleştiremeyerek, hem masalsı hem de gerçekçi hikayesini yanlış yönlendirmeler sonucu heba ediyor.
Şans Ayağıma Geldi, Yahudi Almancası anlamına gelen ‘Yiddish’ dilinin konuşulduğu ve filmin ana hikayesiyle ilgili önemli bir anekdotun verildiği, 1904 yılında geçen bir sahneyle açılıyor. Bu giriş sahnesinden hemen sonra günümüze geçiş yapan yönetmen McCarthy bizleri, Manhattan’ın Aşağı Doğu Yakası’nda dört kuşaktır ayakkabı tamiratı yapan Simkin ailesinin son üyesi Max Simkin (Adam Sandler) ile tanıştırıyor. Yıllar önce babası bir anda evi terk edip gittiğinden beri, yaşlı annesiyle birlikte yaşayan Max’in en büyük hayali, sıkıcı rutin hayatından kurtulup, dünyayı gezip görmektir. Bir gün, dükkanına gelen gangster tipli bir müşteri, Max’e tamir etmesi için bir çift ayakkabı bırakır ve akşama kadar hazır olmasını söyler. Ayakkabının tamirine başlayan Max, dikiş makinesi bir anda bozulunca, dükkanının alt katında bulunan, babasından kalma, antika görünümlü dikiş makinesiyle yarım kalan işine devam eder. Sihirli güçlere sahip olan bu makineyle tamir edilen ayakkabıyı ayağına giyip aynaya baktığında, ayakkabının sahibi olan müşterisine dönüştüğünü gören Max, kendi ayak numarasını taşıyan tüm müşterilerinin kılığına girerek, rutin hayatını değiştirecek bir maceraya giriş yapacaktır.
Şans Ayağıma Geldi filminin senaryosal anlamda tıkanmaya başlaması ise, tam olarak bu sihirli makinenin keşfinden sonraya tekabül ediyor. Düşünen ve sorgulayan her izleyici, bir başkasının yerine (bedenine) geçerek, o kişinin ya da kendisinin başına bela açmanın ahlaki sonuçlarını göz ardı etmeyecektir. Film ise, bu durum hakkında olumlu ya da olumsuz en ufak bir şey söylemiyor. Hatta Max, gangster Ludlow (Method Man)’un kılığındayken, yasa dışı olan birçok şeyden de kendi lehine istifade ediyor. Bu noktada, Max Simkin’in bir tür anti-kahraman adayı olduğu rahatlıkla söylenebilir. Aynı şekilde, bir gece babasının yerine geçerek kendince annesini mutlu etmeye çalışan Max’in bu eylemi de sorgulanmaya açık gözükmektedir. Yalnızca ahlaki açıdan değil mantıksal açıdan da eleştirilmeye açık olan bu sahnede, filmin senaryosunu birlikte yazan McCarthy ve Paul Sado’nun tercihleri oldukça üstünkörü ve izleyiciyi geçiştirici niteliktedir. Baba Simkin (Dustin Hoffman)’in bu sahnede, eşi ve oğlunu neden terk ettiğine dair hiçbir açıklama yapmadan kolayca gidebilmesi, senaristlerin hem kolaycılığının hem de seyirciyi oyalamalarının açık göstergesidir.
Aynı şekilde, Manhattan’ın Aşağı Doğu Yakası’nda yer alan bu tür küçük esnaf dükkanlarının bulunduğu bölgenin, yeni rant alanları olarak yıkılıp yeniden imara açılmasını isteyen kurnaz kişilerle politik anlamda savaşmaya çalışan aktivist Carmen (Meloine Diaz)’in hikayesiyle kesişen Max’in hikayesi, filmin kafası karışık yapısını göstermektedir. Ana alt metni sürekli değişen Şans Ayağıma Geldi, dikkat çekmek istediği konularla ilgili net bir şey söylemek istemediği için, bu konuların, senaryoya çatışma unsuru oluşturmak adına, gelişigüzel bir şekilde yerleştirildiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Şans Ayağıma Geldi filminde Steve Buscemi tarafından canlandırılan -ki bu noktada, Şans Ayağıma Geldi’nin, Steve Buscemi ve Adam Sandler’ın birlikte rol aldığı onuncu film olduğunu da belirtmek gerekir- ve senaryonun düğümünü çözen anahtar karakter olan berber Jimmy’nin yer aldığı sahneler, filmin en başarılı tematik sahnelerini oluşturmaktadır. Fakat filmin senaryosundaki boşluklar, sadece çatışma unsuru oluşturmak adına şöyle bir değinilen sosyal gerçeklikler ve tutarlı bir sona bağlanamayan final bölümü, Thomas McCarthy’nin başarılı yönetmenlik kariyerini de sorguya açacak gibi gözükmektedir.
Yazar Puanı
Puan - 40%
40%
40
Hatırı sayılır ve beklenmedik bir giriş sahnesiyle açılan film, senaryosundaki çatışma öğelerini bir türlü birleştiremeyerek, hem masalsı hem de gerçekçi hikayesini yanlış yönlendirmeler sonucu heba ediyor.