Geçtiğimiz yılın en çok konuşulan filmlerinden olan Tolga Karaçelik’in “Sarmaşık”ı, iktidar meselesi üzerinden Türkiye’nin bir panoramasını sunarken kendisinden önceki filmlerle bilinçli ya da bilinçsiz de olsa bir bağ kuruyordu. Filmi izlerken aklıma gelen ilk örnek, efsane sinemacı Val Lewton’un yapımcılığını üstlendiği ve Mark Robson tarafından yönetilen 1943 tarihli “The Ghost Ship” filmi oldu.
***Bu yazı, Sarmaşık ve The Ghost Ship filmleriyle ilgili keyif kaçırıcı detaylar (spoiler) içermektedir.***
Normalde herhangi bir filmi, başka bir filme benzerliği üzerinden ele almayı tercih etmesem de bu konuda bazı istisnalar vardır. Kör göze parmak yapılan göndermeler ya da bir konuya farklı bir açıdan yaklaşan filmler, benzerlikleri iyice görünür kılarlar. Sarmaşık da bana göre ikinci kategoriye sokabileceğimiz bir film. Elbette bir geminin, iktidarın otorite kurmaya çalıştığı bir mekan olarak kurgulanması çok yeni bir şey değil; aklımıza ilk olarak “Gemide”nin gelmesi de olası. Fakat Sarmaşık ve The Ghost Ship’in yollarının kesiştiği nokta; iki farklı karakterin ön plana çıktığı, benzer bir izleği takip eden ve anlatısını özellikle psikolojik gerilim unsurlarıyla zenginleştiren yapımlar olması.
Filmlere değinmeden önce iktidar konusunda birkaç söz söylemek lazım. İktidar kavramına iki farklı biçimde bakabiliriz: İlki, “mutlak güç” olarak tek taraflı, dediğini yaptıran ve sorgulanamayan bir güç olarak algılanmasıdır. Diğeri ise hakim gücün, diğerlerinin rızasını alarak onları kontrol altına almasını içerir. Şüphesiz ikinci tercih daha aklı yatkındır; çünkü hegemonyanın çeşitli araçları ile toplumun en küçük birimi olan aileden başlayarak mikro iktidarlar kurulmakta ve sivil toplumun her alanında bu anlayış yayılmaktadır. İşin içine ailenin yanı sıra eğitim hayatı, dini tercihler girdikçe mekanlar da birer iktidar alanına dönüşmeye başlarlar. Toplumun her mekanda bir hiyerarşi ile sınıflandırılması ve bu sınıfların sorgulanmasının neredeyse anlamsız kılınması mümkündür. Boulding (1989:10)’e göre bu iktidar kavramı, üçlü bir yapıya sahiptir: Tehdit iktidarı, ekonomik iktidar ve bütünleştirici iktidar. İlki yok etmeyi, ikincisi üretim ilişkilerinin devamlılığını, üçüncüsü ise saygıya dayalı bir işbirliğini ifade eder. Dean’e (2001:325) göre bu iktidarın temelinde tek taraflı bir ilişki değil, hakim ile hükmedilen arasındaki güç dengesi bulunur. İki taraf arasındaki gerilim sürekli olarak hakim olanın lehine korunmalıdır yoksa iktidarın güçten düşmesi ve işlevini kaybetmesi, statükonun belirsizlik içinde kalmasına ve kaosa neden olacaktır. Bu nedenle hükmedenin mekansal temsilinde her zaman bu hiyerarşi göz önünde tutulur; nasıl ki Titanik’te kaptan ve üst sınıf yolcular üst katta yolculuk ederken alt sınıflar ve kazan dairesinde çalışanlar suyun altında kalmışlarsa yük gemilerinde de kaptanlar; kamarotların ve tayfaların üzerinde yer alırlar. Bu da iktidarın kendini kabul ettirmede izlediği bir yoldur.
Sarmaşık ve The Ghost Ship’te Eyleme Geçen Kahramanlar

Cenk karakterinin arkasındaki posterde yer alan Saddam Hüseyin heykeli ile “Danger of Falling” (Düşme Tehlikesi) ibaresi, bir bakıma gemi içi otoritenin sarsılmaya başladığına yönelik bir işarettir.
Sarmaşık ve The Ghost Ship, izleyenlere iki farklı ve ortak düzen sunar: İlki var olan, kurulu düzendir. İkincisi ise filmin kahramanının bu kurulu düzene girişiyle ve eyleme geçmesiyle var olanı değiştirmeye yönelik çabasını içerir. The Ghost Ship’te Merriam isimli başkarakter, üçüncü kaptan olarak ilk seferine çıkmaktadır. Sarmaşık’ta ise baskın karakter Cenk’tir; o da ilk denizcilik deneyimini yaşayacaktır. Lakin iki karakter oldukça farklı kişiliklere sahiptirler. Tom; ast-üst ilişkisine sıkı sıkıya bağlıdır, zaten aldığı denizcilik eğitimi ve başarıları da bunu gerektirmektedir. Cenk’in ise en başından bu yana iktidarla, emir almakla ilgili sorunları vardır. Kendi halinde takılmak ve rahat bırakılmak ister. Görev kavramına tam olarak karşı değildir, sadece her defasında bunları sorgulamaktadır. İki karakter arasındaki zıtlık, zaman içerisinde değişir ve karakterleri aynı noktada birleştirir: Bir tarafta Sarmaşık’ın gemisinde kontrolü elinde bulunduran Beybaba, armatörün iflası nedeniyle tüm ekibi gemide tutmak zorunda kalır. The Ghost Ship’te ise Kaptan Stone, akli dengesini yitirmekte ve ekibin yaşama ya da ölme hakkını elinde bulundurmaktadır. Zor bir çocukluk geçirmesine rağmen kendisini ait olduğunu hissettiği üst sınıfa atmayı planlayan Merriam ile neredeyse lümpen diyebileceğimiz; çevresi tarafından “basit ve düzeysiz” olarak tanımlanabilecek Cenk, yalpalamaya başlayan iktidarın tüm gemiyi batırmasına engel olmaya çalışacaklardır.
İktidarın Üç Hali Gemiyi Suyun Üstünde Tutar mı?
İki filmde de daha önce bahsettiğimiz üçlü iktidar tipinin izlerini sürmek mümkündür: Tehdit iktidarında hem Kaptan Stone hem de Beybaba, ekibi bir arada tutmayı hedeflerler. Stone insanları sadece hayatları ile değil, ekonomik açıdan da baskı altına almaya çalışır. Bu nedenle Merriam dışında kimse onunla uğraşmak istemez. Kaptanın akli sıkıntıları olduğunu bildikleri halde bu konudan uzak durmaya çalışırlar. Beybaba da sıklıkla ekip boş kalmasın diye anlamsız görevler verir, onların birbirleriyle konuşmalarını ve var olan sistemi sorgulamalarını engellemek ister. Daha filmin başında evinin yıkılacağını öğrendiğimiz Nadir’e bile izin vermez, hatta onu ve diğer mürettebatı birer jurnal gibi kullanmaya kalkar. Babacan tavrı, sıklıkla tehdit içeren konuşmalarla gölgelenir. Ekonomik iktidar konusuna baktığımızda ise The Ghost Ship’te gemicilerin, başlarına bir şey gelmesi durumunda maaşlarını kaybedecekleri korkusu hakimdir. Bir bakıma Merriam’a inansalar da bunu dile getiremezler. Sarmaşık’ta ise farklı bir boyutta ekonomik iktidarı gözlemleyebiliriz: Bir armatörün iflası sonucu mürettebatın gemide mahsur kalması, sistemin çöküşünün faturasının aslında onun en küçük parçası olan işçilere çıkmasının bir örneğidir. Çöküşe rağmen onlardan aynı işleri tekrar tekrar yapmaları istenir, bir bakıma ideal düzene özlem duyulmakta ve onun kalıntıları yaşatılmaya çalışılmaktadır. Bütünleştirici iktidar ise söylemde kendini gösterir. Stone, Merriam’da kendi gençliğini görür. İkisi de babasız büyümüş ve ideallerine ulaşmada başarılı olmuşlardır. Bu nedenle iktidarın babadan oğula geçmesi gibi Stone de Merriam’ı kendi sırlarını paylaşabildiği ama yine de saygı beklediği bir oğul gibi görür. Kendisini tehdit eden her şeyde ya da otoriteyi korumak için aldığı her kararda Merriam’dan destek bekler. Sarmaşık’ta ise Beybaba sıklıkla birlik ve beraberlik vurgusu yapar. Şartlar zorludur ama birbirlerine yardım ettikçe ya da en önemlisi iktidarın meşruiyetini devam ettirdikleri sürece bir sorun yaşamayacaklardır. Aslında tüm istenen, bireylerin gözlerini bağlamaları ve bir şey olmamış gibi davranmalarıdır.
İktidarın Çarpıklığı ve Yeni İktidarlara Kapı Aralama

The Ghost Ship’te iktidar, Kaptan Stone’un odasında yer alan Who Does Heed The Rudder, Shall Meet The Rock” (Dümeni umursamayan kayaya çarpar şeklinde çevirebiliriz) yazısı ile görünür kılınır. Stone’un yansıması, tabela ile bütünleşmiştir.
Var olan iktidarın yıkılışı, Dean’in de belirttiği gibi güç dengesinin bozulmasıyla gerçekleşir. İki filmde de mekânsal otoritenin varlığı kaptan köşküdür. Stone’un olayları gözlemlediği ya da Merriam’a nutuk çektiği alan ile Beybaba’nın “birlik ve beraberliği sağlamak” amacıyla usta gemici İsmail ile kamarot Nadir’i görevlendirdiği alanlar aynıdır. İki oda da hükmedilenin müdahaleleri ile zarar görür. Bir tarafta Merriam, Stone’un odasına gizlice sızar ve hatta silahlarına el koymaya çalışır. Diğer tarafta ise Beybaba’nın odası sadece görevlendirdiği kişiler tarafından değil, bizzat göz hapsine alınan mürettebat tarafından sıklıkla ziyaret edilir. Gittikçe çıplak kalmaya başlayan otoriteye yapılan bu müdahaleler ile iktidar, işlevini kaybetmeye başlar. İktidar kaybı, iki filmin de kendi dönemini yansıtması ile resmedilir. The Ghost Ship, İkinci Dünya Savaşı döneminde çekilen bir film olarak faşizmin ve onun taşıdığı paranoyanın resmedildiği bir film olarak okunabilir. Neredeyse Führer seviyesindeki Stone’un hareketlerinin ve emirlerinin sorgulanamazlığı, izleyicinin aklına Naziler’i getirecektir. Elbette ki faşizm, sadece hükmetmek ve öldürmek değildir; günlük hayatın her alanına sirayet eden davranışlar bütününde de kendisini gösterir. Filmde de bu güç sevgisi ve güce karşı sesini çıkarmama, bir noktada kırılır. Benzer biçimde Sarmaşık’ın karakterlerine bakıldığında her birinin belirli özellikler taşıdığı görülecektir. Bizzat Kürt isimli bir karakterin varlığı ve neredeyse hiç konuşmaması-susturulmuşluğu, Sulukule’da ailesinin yanına dönmek isteyen Nadir, namazında niyazında olan usta gemici İsmail ve Cenk’in varlıkları, birbirinden farklı özelliklere sahip bireylerin otoriteye karşı bir araya gelmelerini temsil ederken Beybaba’nın “birlik beraberlik çağrısı”nın farklı bir tezahürünü sunar. The Ghost Ship’in sonunda Kaptan Stone, mürettebatın dilsiz üyesi Finn –ne tesadüf ki Kürt de neredeyse hiç konuşmaz- tarafından öldürülür ve düzen sağlanır. Sarmaşık’ın sonunda ise Cenk, aralarının bir türlü düzelmediği İsmail’e “Beybaba’nın anahtarı sende mi?” diye sorar. Film, bu soruyu yanıtsız bırakır. The Ghost Ship’in mutlu görünen ve Sarmaşık’ın ise seyirciye sorular sorduran finallerinin benzer bir yanı vardır. İlkinde kaptan öldürülmüş olsa da Robson, ilginç bir hareketle filmin sonunda Merriam’ı bir gölge halinde sunar. Finn’in onu kurtardıktan sonraki rahatlaması, aslında iktidarın ortadan kalkması ile değil; yeni iktidarın getireceği düzenin müjdelenmesi olarak okunabilir. Bu açıdan Merriam’ın bir gölge olarak verilmesi, onun Kaptan Stone’un bir benzerine, neredeyse gölgesi olacak kadar onun karakterine dönüşebileceğine yönelik bir uyarıdır. Sarmaşık’ta da benzer bir yaklaşım vardır: İsmail, Beybaba’ya anahtarı verse ve mürettebat Beybaba’nın iktidarını sonlandırsa ne olacağı meçhuldür. Çünkü Foucault’un belirttiği ve binlerce kez alıntılandığı gibi iktidar, belli kişilerin mülkiyeti değildir. Bir gün iktidarın ürünü olanlar, ertesi gün onun uygulayıcısı olabilirler. Bu bir hayalet gemi de olsa, sarmaşık ağı da olsa fark etmez.
Kaynakça
Boulding, Kenneth Ewart; “Three Faces of Power”, Sage Publications, Londra, 1989.
Dean, Mitchell; “Michel Foucault: A Man in Danger”, Handbook of Social Theory, der. G. Ritzer ve B. Smart, Sage Publications, Londra, 2001.