Filmlerle Türkiye’ye Bakmak
Eğitmen: Şenay Aydemir
FilmLoverss’ın hazırladığı seminerler sinema yazarı Şenay Aydemir’in verdiği Filmlerle Türkiye’ye Bakmak semineriyle devam ediyor. Sinema aynı zamanda bir tarih okuma aracına dönüştürülebilir mi? Sinemadaki hikâyelerin anlatılış biçiminden, karakterlerin temsilinden, insanların birbirleriyle ilişkilerinden hareketle bir ülkenin yakın tarihi hakkında fikirler edinebilmek mümkün mü? Cevap “evet”.
Eğitmen: Şenay Aydemir
SÜRE: 6 Saat (3’er saatten iki ders)
Tarih: 6-7 Kasım 2021
Cumartesi – Pazar
Seminer Saatleri
Cumartesi | 10:00
Pazar | 10:00
Sinema aynı zamanda bir tarih okuma aracına dönüştürülebilir mi? Sinemadaki hikayelerin anlatılış biçiminden, karakterlerin temsilinden, insanların birbirleriyle ilişkilerinden hareketle bir ülkenin yakın tarihi hakkında fikirler edinebilmek mümkün mü? Cevap ‘evet’.
Bu dersin amacı da bu ‘evet’i gerekçelendirmek. 60’lı yıllarda kırın çözülmesi ve kent nüfusunun artışına kır/kent çatışmasına 70’li yıllarda daha sınıfsal bir karakter ekleniyor. Kır/kent çatışmasının yanına bu kez sınıf farklılıkları da geliyor. 70’li yıllarda yükselen toplumsal haraketler yalnızca dönemin sanat filmlerinde değil Hababam Sınıfı, Bizim Aile gibi popüler yapımlarda da karşılık buluyor. Dayanışma tıpkı toplumdaki gibi bu dönemin öne çıkan unsuru.
1980 darbesinin ardından toplumsal dayanışmanın çözüldüğü, herkesin kendi içine ‘çekirdek aile’ye çekildiği; mahallenin işini bilen vatandaşlarla dolduğu bir Türkiye profili çiziyor Türkiye sineması. Dönemin Bankerli filmleri, komedi filmleri, bu çözülmenin kilometre taşlarını döşüyor.
90’lı yıllar hem ülkenin hem de sinemanın arayışına paralel bir tanıklık süreci. Ülke bir yandan darbenin izlerini atlatmaya çalışırken, diğer yandan da liberalizmle, az gelişmişlik arasında sıkışmış (batı ile doğu diyelim biz ona) yeni karakterler sinema da boy göstermeye başlıyor.
2000’li yıllar ise Babam ve Oğlum’daki gibi çekirdek ailenin de artık paramparça olduğu, Nuri Bilge Ceylan filmlerindeki gibi kimsenin kendisinin bir yere ait hissetmediği bir dönemin habercisi aynı zamanda. Ülkedeki hızlı neoliberalleşme, önce toplumsal, sonra aile içi dayanışmayı parçaladığı gibi, şimdi de bireyin kendi içinde parçalanmasına vesile oluyor. Zeki Demirkubuz’un bir mana olmadığına dair inancı da, Reha Erdem’in ısrarla bir mana arayışı da bu ruh halinden kaynaklanıyor.
2005 yılından sonra önlenemez bir biçimde sinemaya giren gençler ise tam da kendi kuşaklarının ruh hali gibi çok hızlı girip, nefesleri hızlı tükendi. Nuri Bilge’den Zeki Demirkubuz’dan, Reha Erdem’den aldıkları eli çok fazla ileri taşıyamadılar. Belki de sinema bir sanat olmaktan çıkıp, bir meslek haline geldiği için kim bilir…
“Filmlerle Türkiye’ye Bakmak” dersi, bazen filmlerin bütününe bakarak, bazen bir karakterin peşine takılarak çekildiği dönemin dinamiklerini insan ilişkilerinin geldiği düzeyi, toplumsal olayların karakterler üzerinde yarattığı etkileri ve karakterlerin bütün bunlara verdiği tepkileri gösterme amacı taşımaktadır.
Üç saatlik iki ders olarak programlanmıştır. Bu üç saatlik dersler de birer buçuk saatlik iki oturum halinde gerçekleştirilecektir.
Şenay Aydemir ile “Filmlerle Türkiye’ye Bakmak” Seminerinde Katılımcıları Neler Bekliyor
- OTURUM
1960- 1970’ler: Kır kente taşınıyor, yeni bir kent, yeni bir toplum kuruluyor
60’lı yıllar Türkiye’de İkinci Dünya Savaşı’nın ardından başlayan tarımda modernleşme hamleleriyle birlikte kırın çözülmesine tanıklık edilen dönem oldu. Bu çözülme, kırdaki insanların kitleler halinde büyük kentlere gelmelerine ve kentin çevresine yerleşmelerine neden oldu. Öte yandan 50’li yılların sonunda kıpırdanmaya başlayan işçi hareketleri 60’lı yıllarda zirveye ulaştı.
70’li yıllarda ise özellikle Yılmaz Güney’in ‘Umut’ (1970) filminin yarattığı etkisi büyük oldu. Güney, o güne kadar alt sınıflardan da olsa eli yüzü düzgün ve bir biçimde ‘kahraman’ olmayı başaran karakterlerin yer aldığı Türkiye sinemasında ‘en alttakiler’in hikayesini anlatıyordu. ‘Umut’un Cabbar karakteriyle birlikte sinemada sıradan insanların hayatlarındaki derinlikleri fark etmeye başladık. Gerçek kaygılar, gerçek sıkıntılar bir anlamda Türkiye’nin görüntüsünü ortaya koyuyordu. Bu yıllar toplumsal hareketlerin büyüdüğü ve aynı zamanda dayanışmanın da geliştiği dönem olarak dikkat çekicidir.
Bu iki dönemi Halit Refiğ’in 1964 tarihli “Gurbet Kuşları” ve Lütfi Ömer Akad’ın “Gelin” filmleri üzerinden, kırın kentte taşınması, feodal ailenin parçalanması, kadınların iş gücüne katılımı ve özgürleşme çabalarına bakarak konuşacağız.
Ayrıca oturumda Acı Hayat, Ağaçlar Ayakta Ölür, Bitmeyen Yol, Vesikalı Yarim, Seyyit Han, Umut, Otobüs, Batsın Bu Dünya, Hababam Sınıfı, Cemil, Sürü, Maden ve Neşeli Günler filmleri de bahse konu olacaktır.
- OTURUM
1980-1990’LAR : Darbe ülkenin üzerine çöküyor, yeni yollar yeni arayışlar
80’li yıllar Türkiye tarihinin en zor dönemleri olarak kayıtlara geçti. Bu dönem darbe koşullarından dolayı meseleler ‘dolaylı’ yollardan anlatılıyordu. Yine bu dönemde kadın temalı filmlerde artış söz konusudur. 1986 yılında sansür kurulunu kaldırılmasıyla özellikle 12 Eylül’e dair yapımların çekilmesinin de önü açıldı. Bu dönem politika yapmak sınırlandırıldığı için politika komedi filmleri üzerinden yapılmaya başlandı.
90’lı yıllara gelindiğinde ise, Türkiye’de 80 darbesinin etkilerinin artık yerleşik hale geldiği, ekonomide liberalleşmenin ve günlük hayatta da parçalanmanın zirve yaptığı dönem olarak kayıtlara geçti. Sinema Zeki Demirkubuz, Yeşim Ustaoğlu, Derviş Zaim, Reha Erdem, Nuri Bilge Ceylan gibi yepyeni bir kuşağa ait yönetmenlerle tanışırken; filmlerin dili ve görsel dünyası da değişmeye başlamıştı. Artık köy/kent ayrımı kalmamış karakterlerin büyük çoğunluğu kentli olmuş ancak bu kez de ‘kent’ hayatının sorunları, sıkıntıları ortaya çıkmıştır.
Bu iki dönemi, birbirine yakın mekânsal özellikler barındıran ama tamamen farklı iki dünya anlatan iki film üzerinden ile alacağız. İlki Ankara pavyonlarında müzik yapan bir adamın hikayenini anlatan Zeki Ökten imzalı 1988 tarihli “Düttürü Dünya”, ikincisi de bu filmde Ökten’in asistanlığını yapan Zeki Demirkubuz’un 1997 tarihli kült filmi “Masumiyet”. Bu iki filmden 2000’li yıllara gelirken “masumiyetin” kayboluşunun kayboluşuna bakacağız.
Bu bölümde ayrıca Faize Hücum, Namuslu, Fahriye Abla, Adı Vasfiye, Kurbağalar, Çıplak Vatandaş, Ses, Sen Türkülerini Söyle, Anayurt Oteli, Hakkari’de Bir Mevsim, Selamsız Bandosu, Arabesk, Uçurtmayı Vurmasınlar, Sis, İki Kadın, Eşkıya, Tabutta Rövaşata, Masumiyet, Her Şey Çok Güzel Olacak, Kaç Para Kaç, Üçüncü Sayfa, Güneşe Yolculuk filmlerinden de yararlanılacaktır.
İKİNCİ DERS
- OTURUM
2000’LER: Taşranın ikinci inşası ya da tek başına kalan birey
2000’li yıllar bir döngüyü işaret edercesine sinemanın taşraya döndüğü zamanları işaret ediyor. Nuri Bilge Ceylan sinemasında sembolleşen bu eğilim Reha Erdem’de daha gerçeküstü bir arayışa yönelirken asıl olarak 60’lar ve 70’ler boyunca ülkede yaşanan kentleşmenin sonucunu da işaret ediyordu. Bir kök ve anlam arayışı. Nuri Bilge Ceylan’ın kent ile kökleri arasındaki gerilimi aşamamış bireyinden, Çağan Irmak’ın taşradaki kökleriyle artık bağ kuramayan kahramanına giden bir hattı takip edeceğiz.
Bu bölümde Bu bölümde, Nuri Bilge Ceylan’ın “Uzak” ve biraz da “Bir Zamanlar Anadolu’da” filmleri üzerinden aydın- taşra ilişkisine bakacağız. İkinci olarak da Çağan Irmak’ın “Babam ve Oğlum” filmi üzerinden kuşaklar arası bağların kopuşunu ve çekirdek ailenin de parçalanışına bakacağız.
2000’lere bakarken ayrıca Filler Ve Çimen, Uzak, Yazgı, Hiçbiryerde, Dokuz, İnşaat, Yazı Tura, Mustafa Hakkında Herşey, Gönül Yarası, Takva, İki Genç Kız, Kader, Bahoz, Pandora’nın Kutusu,
- OTURUM
2000’LER DEVAM: Reha Erdem evreni/ yeni sinemacıların yükselişi ve düşüşü
2000’li yılların en ayrıksı yönetmenlerinden birisi kuşkusuz Reha Erdem. Erdem, ülke sinemasının kalburüstü yönetmenleri aranıp bulunacak, yaşanacak bir mana kalmadığını söyleyip dururken filmlerinde o ısrarla bir anlamın olması gerektiğini, aşkın bir yerlerde bizi bekliyor olabileceğini anlatmaya çalıştı. Öte yandan 2005 yılında çıkarılan sinema yasasıyla birlikte desteklerin artırılması yepyeni bir sinemacı kuşağının ortaya çıkmasına neden oldu. Özcan Alper, Emin Alper, Pelin Esmer, Orhan Eskiköy, Ramin Matin, Seren Yüce, İnan Temelkuran, İlksen Başarır, Tolga Karaçelik, Mahmut Fazıl Coşkun, Seyfi Teoman, Senem Tüzen, Kaan Müjdeci gibi isimler sinemaya yepyeni bir hava kattılar. Ancak bu ekibin nefesinin 2015 yılından sonra kesilmeye başladığına, ilk eserleri kadar çarpıcı ürünler veremediklerine şahit oluyoruz.
Bu oturumun ilk bölümünde Reha Erdem’in ise ‘Beş Vakit” filmi üzerinden taşra ile başka türlü ilişki kurmanın olanaklarını ve Reha Erdem sinemasında “aşk” ve isyan”a bakacağız. Senem Tüzen’in “Ana Yurdu” filmi (Pelin Esmer’in Gözetleme Kulesi ve Yeşim Ustaoğlu’nun Araf filmlerini de anarak) üzerinden ‘kadınların taşrası’na bakacağız.
Son bölümde ise 2005 sonrası ortaya çıkan kuşağın temel özelliklerine, bugünkü tıkanıklıklarının kökenlerine dair konuşacağız.
Yer: Zoom
Ücret: Öğrenci: 150,00 TL – Tam: 250,00 TL
Biletler: Mobilet üzerinden “Filmlerle Türkiye’ye Bakmak” biletlerine ulaşabilirsiniz.
*Seminer için kontenjan kısıtlıdır.
Şenay Aydemir kimdir?
1975’te Şavşat’ta doğdu. İlk ve orta eğitimin Bafra’da tamamladı. 1992’de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde üniversite eğitimine başladı. 1997’de gazeteciliğe atıldı. 2014 Haziran ayına kadar Evrensel, Referans ve Radikal gazetelerinde editörlük ve film eleştirmenliği yaptı. Evrensel Kültür, Milliyet Sanat, Arka Pencere, Altyazı ve Sinema Seven Mecmua başta olmak üzere birçok dergide yazıları yayımlandı. “60’ların Türk Sineması”, “70’lerin Türk Sineması”, “Reha Erdem Sineması: Aşk ve İsyan” ve “Marka Takva Tuğra” kitaplarına yazılarıyla katkı sundu. “Organik Bozukluk: 21. Yüzyılda Tembellik Hakkı” ve “100 Sinema Klişesi” adlı yayımlanmış iki kitabı bulunuyor. Birçok film festivalinde jüri üyeliği yaptı. Halen Gazete Duvar ve Evrensel’de düzenli film eleştirileri kaleme alıyor.