Rodrigo Rey Rosa’nın aynı adlı romanından yola çıkan Severina, Brezilyalı yönetmen Felipe Hirsch’in ikinci uzun metrajlı filmi. Brezilya’da daha çok tiyatro oyunları ile popüler olan Hirsch, yeteneklerini sinemaya da taşımayı başaran ve bunu yaparken diğer sanat dallarından, özellikle de edebiyattan epey beslenen bir yönetmen. Severina, kitaplarla yaşayan insanların hikâyesi. Film de bir kitap gibi bölümlerden oluşuyor ve her bir başlıkta sonraki bölümde olacaklarla ilgili ipuçları alıyoruz. Vladimir Nabokov’un “Ada ya da Arzu” kitabından bir pasajın okunması ile başlıyor film. Bir kitabevi sahibi olan, yazar olmaya da hevesli –ismini hiç öğrenemediğimiz- melankolik bir karakter ile tanışıyoruz. Daha sonra bir kadın çıkageliyor ve melankolik karakterimizin sahip olduğu kitabevinden kitaplar çalmaya başlıyor. Kitabevi sahibi başlarda bu duruma tepki göstermese de en sonunda bu gizemli kadının büyüsüne kapılıyor ve onunla tanışmaya karar veriyor; fakat ne yaparsa yapsın isminin Ana olması ve başka yerlerden de kitap çalması dışında onunla ilgili pek fazla şey öğrenemiyor. Kitabevi sahibinin yavaş yavaş sıra dışı bir tutkuya dönüşen bu merakı Ana’nın ortadan kaybolması ile birlikte önce acıya daha sonra ise tıpkı sürükleyici bir romanın sayfalarındaki gibi bir gizeme dönüşüyor. Severina: Sayfaların Arasında Geçen Hayatlar Severina, sinema ile edebiyat arasında yeni bir zemin oluşturan anlatı yapısıyla bizi sayfaların arasında gezindiriyor. Hayatını kitaplar çalarak ve hepsini okuyarak geçiren, kimliği hatta adı bile olmayan –bu gizem de filmin sonunda çözülüyor- Ana’nın filmin başlarında “Hayat berbat” demesi bize verilen ilk işaret. Zira hem Ana hem de kitabevi sahibi, kendilerini mevcut hayattan izole edip kitapların arasında geçirmeye ant içmiş gibiler. Hatta o kadar ki, Ana’nın gizemli bir şekilde bazen babası bazen ise erkek arkadaşı olarak bahsettiği ve hayatında önemli bir yer kaplayan adam ölüm döşeğindeyken bile Ana kitaplar çalmaya ve kitaplar hakkında konuşmaya devam ediyor. Filmin bir yerinde Ana’nın “Benim birçok hayatım var” demesi kitaplarla olan saplantılı ilişkisini de özetliyor. Kitabevi sahibi ve Ana’nın başbaşa kalıp kendilerini bütünüyle dışarıdaki dünyadan azade kıldıkları ve sürekli edebiyata sığındıkları “ilişkileri” kitabevi sahibinin Ana’yı gerçekliğe davet ettiği zamanlarda bile sekteye uğramıyor. Ana, görünmeyen bir zırhla kendini gerçek hayata karşı korumaya almış ve ona hiçbir şekilde dahil olmamaya kararlı görünüyor. Kitabevi sahibi de kapıldığı tutku neticesinde gerçeklikle bağlarını yitirdiğinde ve Ana onu adeta kitapların dünyasına çektiğinde ise film daha da soyutlaşıyor. Bir noktadan sonra gerçek ile kurgu arasındaki ip oldukça inceliyor ve kendimizi gerçek mi yoksa roman mı olduğunu anlamadığımız olayların içinde buluyoruz. Felipe Hirsch, zaman ve mekân belirtmekten kaçınsa da, filmin Latin Amerika damarı oldukça ağır basıyor. Brezilyalı olmasına rağmen filmi İspanyolca çekmesi de bu zaman ve mekân zincirinden sıyrılma çabasına bir işaret. Karşımıza Latin Amerika edebiyatının usta yazarları, özellikle de Jorge Luis Borges sıkça çıkıyor. Borges dışında filmin hikâyesi Arjantinli yazar Carlos Maria Dominguez’in Kâğıt Ev romanından da izler barındırıyor.   Severina, sinema ile edebiyatın harmanlandığı, karakterlerin iki dünyadan da izler taşıdığı ve gerçeklikle bağları her an kopmaya müsait, cesur bir film. Hayattan ziyade kitaplarda teselli bulanlar için eşsiz bir karşılaşma. Ve özellikle edebiyat ile ilişkisi tutku boyutunda olanlar için bir başucu eserine dönüşme ihtimali hayli yüksek.

Yazar Puanı

Puan - 75%

75%

Severina, sinema ile edebiyatın harmanlandığı, karakterlerin iki dünyadan da izler taşıdığı ve gerçeklikle bağları her an kopmaya müsait, cesur bir film.

Kullanıcı Puanları: 4.7 ( 1 oy)
75

Rodrigo Rey Rosa’nın aynı adlı romanından yola çıkan Severina, Brezilyalı yönetmen Felipe Hirsch’in ikinci uzun metrajlı filmi. Brezilya’da daha çok tiyatro oyunları ile popüler olan Hirsch, yeteneklerini sinemaya da taşımayı başaran ve bunu yaparken diğer sanat dallarından, özellikle de edebiyattan epey beslenen bir yönetmen.

Severina, kitaplarla yaşayan insanların hikâyesi. Film de bir kitap gibi bölümlerden oluşuyor ve her bir başlıkta sonraki bölümde olacaklarla ilgili ipuçları alıyoruz. Vladimir Nabokov’un “Ada ya da Arzu” kitabından bir pasajın okunması ile başlıyor film. Bir kitabevi sahibi olan, yazar olmaya da hevesli –ismini hiç öğrenemediğimiz- melankolik bir karakter ile tanışıyoruz. Daha sonra bir kadın çıkageliyor ve melankolik karakterimizin sahip olduğu kitabevinden kitaplar çalmaya başlıyor. Kitabevi sahibi başlarda bu duruma tepki göstermese de en sonunda bu gizemli kadının büyüsüne kapılıyor ve onunla tanışmaya karar veriyor; fakat ne yaparsa yapsın isminin Ana olması ve başka yerlerden de kitap çalması dışında onunla ilgili pek fazla şey öğrenemiyor. Kitabevi sahibinin yavaş yavaş sıra dışı bir tutkuya dönüşen bu merakı Ana’nın ortadan kaybolması ile birlikte önce acıya daha sonra ise tıpkı sürükleyici bir romanın sayfalarındaki gibi bir gizeme dönüşüyor.

Severina: Sayfaların Arasında Geçen Hayatlar

Severina, sinema ile edebiyat arasında yeni bir zemin oluşturan anlatı yapısıyla bizi sayfaların arasında gezindiriyor. Hayatını kitaplar çalarak ve hepsini okuyarak geçiren, kimliği hatta adı bile olmayan –bu gizem de filmin sonunda çözülüyor- Ana’nın filmin başlarında “Hayat berbat” demesi bize verilen ilk işaret. Zira hem Ana hem de kitabevi sahibi, kendilerini mevcut hayattan izole edip kitapların arasında geçirmeye ant içmiş gibiler. Hatta o kadar ki, Ana’nın gizemli bir şekilde bazen babası bazen ise erkek arkadaşı olarak bahsettiği ve hayatında önemli bir yer kaplayan adam ölüm döşeğindeyken bile Ana kitaplar çalmaya ve kitaplar hakkında konuşmaya devam ediyor. Filmin bir yerinde Ana’nın “Benim birçok hayatım var” demesi kitaplarla olan saplantılı ilişkisini de özetliyor.

Kitabevi sahibi ve Ana’nın başbaşa kalıp kendilerini bütünüyle dışarıdaki dünyadan azade kıldıkları ve sürekli edebiyata sığındıkları “ilişkileri” kitabevi sahibinin Ana’yı gerçekliğe davet ettiği zamanlarda bile sekteye uğramıyor. Ana, görünmeyen bir zırhla kendini gerçek hayata karşı korumaya almış ve ona hiçbir şekilde dahil olmamaya kararlı görünüyor. Kitabevi sahibi de kapıldığı tutku neticesinde gerçeklikle bağlarını yitirdiğinde ve Ana onu adeta kitapların dünyasına çektiğinde ise film daha da soyutlaşıyor. Bir noktadan sonra gerçek ile kurgu arasındaki ip oldukça inceliyor ve kendimizi gerçek mi yoksa roman mı olduğunu anlamadığımız olayların içinde buluyoruz.

Felipe Hirsch, zaman ve mekân belirtmekten kaçınsa da, filmin Latin Amerika damarı oldukça ağır basıyor. Brezilyalı olmasına rağmen filmi İspanyolca çekmesi de bu zaman ve mekân zincirinden sıyrılma çabasına bir işaret. Karşımıza Latin Amerika edebiyatının usta yazarları, özellikle de Jorge Luis Borges sıkça çıkıyor. Borges dışında filmin hikâyesi Arjantinli yazar Carlos Maria Dominguez’in Kâğıt Ev romanından da izler barındırıyor.  

Severina, sinema ile edebiyatın harmanlandığı, karakterlerin iki dünyadan da izler taşıdığı ve gerçeklikle bağları her an kopmaya müsait, cesur bir film. Hayattan ziyade kitaplarda teselli bulanlar için eşsiz bir karşılaşma. Ve özellikle edebiyat ile ilişkisi tutku boyutunda olanlar için bir başucu eserine dönüşme ihtimali hayli yüksek.

Daha yazı yok.
Filmloverss.com size daha iyi hizmet sunmak için çerezleri kullanır. Sitede gezerek çerezlere izin vermiş sayılırsınız. Ayrıntılı bilgi close-cookie-information