James Cameron ve Peter Jackson gibi dijital sinema teknolojisini ellerinde bulunduran ve çektikleri tüm filmleri bu teknoloji üzerine kuran yönetmenler artık sinemada 48 fps ve 60 fps gibi çekim değerlerinin kullanılmasını savunuyorlar. Peki ya sinemanın geleceği nereye doğru şekil alıyor? Büyük film şirketleri, yapımcıları sinemayı nereye doğru yönlendiriyorlar?
Frame Per Second (FPS) saniyede gösterilen kare sayısı, sinemanın doğuşu yani Thomas Edison’ın icat ettiği Kinetograf ve sonrasında Lumiere kardeşlerin icadı Sinemaograf ile birlikte sinemayı sinema yapan ve onun olmazsa olmaz bir parçasıdır. Fotoğraf karesinden ilk hareketli görüntülere geçiş sürecinde saniye başına 16 kare sayısı kullanılmış ve çoğu sessiz film 16 kare sayısıyla yani 16 fps olarak çekilmiştir. 1902’de ilk öykülü sessiz film kabul edilen Georges Melies’in Ay’a Seyahat (La Voyage Dans La Lune) filminden 1920’lerin sonuna kadarki sessiz film sürecinde, 16 fps yaygın olarak kullanılmış fakat tam olarak istenen gerçeklik yakalanamamıştır. Çünkü 16 fps’de çekilen bir görüntü o zamanın teknolojisine göre ya 18 ya da daha fazla kare sayısında oynatılmak durumundaydı. Böyle olunca da nasıl günümüzde biz bu filmleri hızlandırılmış gibi izlemek zorunda kalıyorsak o zamanki izleyenler de bizim gibi hızlandırılmış şekilde izlemek zorunda kalıyorlardı. Filmler, gerçek hayattakinden çok uzak bir gerçeklik yaratıyor, filmde gerçekleşen olaylar hızlandırılmış gibi akıyor ve aslında bunların gerçek olmadığını insan gözü çok rahat bir biçimde algılayabiliyordu.
[youtube width=”600″ height=”350″ video_id=”A0D4fHieW8o”]
O yıllarda Thomas Edison’un ortaya attığı bir fikir günümüz sinema dünyasının da şekillenmesine ön ayak oldu. Thomas Edison, saniyede 46 kare sayısının (46 fps) insan beynindeki görme merkezinin ihtiyacı olan en düşük fps değeri olduğunu iddia ediyor ve bu değerin altındaki herhangi bir değerin gözü çok fazla yoracağını belirtiyordu. Nitekim 1920’lerin sonlarına doğru 16 fps olan değer 20 ila 26 fps arasında değişkenlik göstermeye başladı. 1929 yılında hakim duruma geçen sesli filmlerle birlikte ses ve görüntünün en uygun olarak birleşebildiği değerin 24 fps olduğu anlaşılınca sinema endüstrisi, 24 fps değeri standart değer olarak kabul etti ve o yıllardan bu yıllara kadar sinema standartı 24 fps olarak belirlendi.
[youtube width=”600″ height=”350″ video_id=”04u-5Fn3wR8″]
Jean Luc Godard, şu çok önemli sözü söylemişti: “ Sinema, 24 fps’de gerçektir.” Aslında Godard bu sözüyle birlikte sinemanın merkezinde bir illüzyon olduğunu fark etmemizi istemişti. Bu beynin yanılsamasıydı ve bu yanılsama sadece 24 fps kullanıldığında gerçek hayat ile birebir örtüşüyordu. Çünkü saniyede 24 kare, tıpkı gerçek hayatın akışı gibi film karelerinin de gözlerimizin önünden geçip gitmesine olanak sağlıyordu.
Günümüze geldiğimizde ise teknoloji ilerledikçe sinema sektöründeki teknik imkanlar ve yine sektördeki teknoloji kullanımı artmakta, filmler IMAX kameralarla çok yüksek çözünürlük değerleri ile çekilmekte, evlerimize giren full hd televizyonlarla filmlerdeki gerçeklik kimine göre artarken kimine göre azalmakta. Peki ya sinemanın geleceği nereye doğru şekil alıyor? Büyük film şirketleri, yapımcıları sinemayı nereye doğru yönlendiriyorlar?
Artık sinemada radikal bir değişiklik yapmanın zamanının geldiğini düşünen sinema sektörünün önde gelen kişileri ve şirketleri, insanları daha fazla sinema salonlarına çekebilmek için 24 fps değerini çok daha yukarılara çıkarıp insanlara daha gerçekçi bir sinema deneyimi sunmak istiyorlar. James Cameron ve Peter Jackson gibi dijital sinema teknolojisini ellerinde bulunduran ve çektikleri tüm filmleri bu teknoloji üzerine kuran yönetmenler artık sinemada 48 fps ve 60 fps gibi çekim değerlerinin kullanılmasını savunuyorlar.
Nitekim Peter Jackson 2012 yılında gösterime giren Hobbit: An Unexpected Journey filmi ile birlikte ilk defa 48 fps ile çekimi denemiş ve o günden bugüne sinema dünyasında çok büyük tartışmalar meydana gelmektedir. Jackson bu tartışmalara kendi fikirleriyle karşılık vermiş ve James Cameron gibi teknolojiyi çok iyi kullanabilen yönetmenler, Jackson’ın görüşünü savunmuştur. Hatta James Cameron, Avatar’ın devam filmini 60 fps’de çekmek istediğini belirtmiştir.
[youtube width=”600″ height=”350″ video_id=”_LQChz_pt7Y”]
Jackson, o yıl Hobbit filmi öncesinde yaptığı söyleşide, yüksek hızlı aksiyon sahnelerinin sadece 48 fps ve üzeri bir değer ile bulanıklaşmadan çok net bir şekilde insanlara sunulabileceğini savunmuş, 24 fps değerin aksiyon sahnelerinde yetersiz kaldığını ve görüntünün bulanıklaşarak hiçbir detayının izleyicilere ulaşamadığını belirtmişti. Bilbo’nun gömleğindeki işlemeler, Trollerin köpek dişlerindeki çürükler gibi çok ufak detayların 24 fps değerinde görülmesinin imkansız olacağını söyleyen Jackson, ayrıca bunun sadece bir seçenek olduğunu, film endüstrisini değiştirmek gibi bir kaygısının olmadığını belirtmişti. Hatta 48 fps ile gösterim yapan projektörlerin 24 fps ile de gösterim yapabileceğini ve bunun sadece bir seçim olduğunu da sözlerine eklemişti.
Film kare sayısını arttırmak ya da azaltmak ilk defa yapılan bir şey değil kuşkusuz. Sinemanın başlangıcı ile birlikte 40 fps ve 16 fps den daha düşük değerler denenmiş fakat teknolojik yetersizliklerden ötürü tam olarak verim alınamamıştı. Lakin o zamanlarda elden çevirmeli kameralarla bu değerler yakalanabilmekte fakat filmin bazı yerlerinde değerler ister istemez değişiklik göstermekteydi.
1955 yılında çekilen Oklahoma! ve 1956 yılında çekilen Around The World in 80 Days filmleri ise o zamanın 30 fps ile çekilen öncü filmlerinden ikisiydi.
Tartışmaların daha ne kadar süreceği bilinmez fakat sinema sektörü de dünyamız ile birlikte değişmekte ve değişen sektör de akabinde 48 fps ve 60 fps gibi yeniliklere çok açık konumda. Bu değerleri savunan insanlar filmleri son teknolojiyle tüm detaylarına kadar izlemek istediklerini söyleseler de, 24 fps’yi savunan kişiler de bu değerlerin gerçeklikten tamamen uzak olduğunu, izlenen filmlerin tiyatro havasına hatta basit bir dizi setine büründüğünü ve sanki stüdyodaki kamera arkası çekimlerini izler gibi film izlediklerini belirtmekteler. Tartışmalar daha uzun yıllar sürecek gibi görünüyor. Nitekim gerçekliğin 24 fps de yakalandığı her ne kadar doğru olsa da 48 fps ve üzerindeki görüntülerin akıcılığı, detayı ve netliği de bir o kadar su götürmez bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor.