Çekoslovakya Sineması’nın gelişimindeki anahtar filmlerden biri olan 1962 yapımı Slnko V Sieti’yi incelemeden önce bir döneme damga vuran akımı incelemekte fayda var. Çek Yeni Dalgası, 60lı yılların ilk yarısından başlayıp 70li yılların ilk yarısına kadar devam eden bir film hareketidir. 1945 yılında Çekoslovakya’da film endüstrisinin ulusallaştırılması, 1946 yılında Prag’ta dünyanın en büyük sinema okullarından biri olan “Film and Tv School of the Academy of Performing Arts in Prague”ın (Famu) açılması, 1948 yılındaysa Çekoslovakya Komünist Partisi’nin göreve gelmesi gibi etkenler akımın oluşmasına ön ayak olmuştur.
Yaklaşık 10 yıl süren bu süreçte çekilen filmlerin ortak özellikleri; metne dayalı olmayan, doğaçlama ve varoluşçuluğu tetikleyen uzun diyaloglar barındırması, kara mizah ve absürt mizah içermesi ve amatör oyuncularla çalışmak diyebiliriz. Kendinden önceki dönemin manifestolarını yıkan, Stalinist anlayışa karşı çıkan bu filmler, dönemin sosyo-politik koşulları sebebiyle ortak yaklaşımlar barındırır. Çek yönetmenler müzik ve edebiyatı filme yoğun ve estetik bir şekilde yedirirken; özellikle sinematografik açıdan Fransız Yeni Dalgası, İtalyan Yeni Gerçekçiliği, erken dönem Amerikan Kara Komedileri, Fransız belgesel akımı Cinema-Verite’nin (gerçek karakterler, amatör oyuncular, doğal ışık, sokak çekimleri vs.) tekniklerinden etkilenmişlerdir.
Nazi işgalinden, Dubcek’in yeni yönetim tarzına; sosyalist anlayışla sinemanın merkezileştirilmesinden, 1968’de Prag’da yürüyen Varşova Paktı askerlerine kadar her siyasi-ekonomik ve sosyal gelişme bu dönemde yapılan filmlerin temasını ve alt metinlerini oluşturuyor. Özellikle 60lı yıllara gelindiğinde ekranın sosyal gerçekçiliğiyle gündelik hayatın gerçekliği arasında derinleşen uçurum bazı tepkimelere yol açıyor, bunun sonucu olarak da sinema başkalaşıyor. İlk paragrafta bahsettiğim ulusallaştırılan film endüstrisi, Famu’nun yönetmenlere sağladığı teknik gelişim desteği ve Çek hükümetinin sanata uyguladığı Stalinist sansürden vazgeçmeye başlamasıyla Çekoslovakya Sineması’nın önemli ölçüde değer kazanması eş zamanlıdır.
Bu hafta seçtiğimiz filme de giriş yaparak akımı incelemeye devam edelim. Stefana Uhera’nın yönettiği Slnko V Sieti, sadece içeriği ve üslubuyla birçok kalıbı yıkmasıyla bile değerli bir film ama Çek Sineması’na etkisini özellikle irdelemek lazım. Bu filmin öncülüğünde ve sonrasında edebiyatla birlikte, sinema tekniği ve müzik tercihleri konusunda oldukça yenilikçi adımlar atıldı. Uhera dâhil akımın genç yönetmenlerinin birincil amacı; Çek vatandaşlarında, içinde yaşadıkları baskıcı ve kendilerine zulmeden sisteme karşı farkındalık yaratmaktı. Bunu yaparken kurmaca anlatımdan ziyade toplum hayatını gözlemleyen gerçekçi-eleştirel bir dil kullanan yönetmenler; görsel ve şiirsel stillerden yararlanıp sürrealist öğelerle hümanist bakışı destekleyen anlatıya ek olarak formalizme kaçan sinematografik denemelerde bulundular. Apolitik olmakla suçlanan akımın yönetmenleri sistem eleştirilerini absürt mizah yoluyla filmlerine yedirdiler. Günlük hayattan seçtiği sıradan karakterlerinin (Fajolo ve Bela) kişisel deneyimlerinden ve bunalımlarından beslenen Uhera, Slnko V Sieti filminde alt metin olarak bürokratik kıskaçlara, geleneksel baskılara, otoriter anlayışa, politik ve cinsel dar kafalılığa, Çek taşra hayatına, tarım işçiliğine ve en genel tabirle ifade edecek olursak sosyal konformizme göndermeler yapar. Tam da bu bağlamda Çekoslavak Sineması için “Alegoriler Sineması” yakıştırması yapmak yanlış olmayacaktır.
Film, gündelik hayatın bohem tekdüzeliğine yönelik imgelemlerle ve sade bir monokrom kontrast eşliğinde başlar. Fajolo ve Bela bir çatıda derinlikli ve felsefî bir sohbet eşliğinde fotoğraf sanatını icra ederler. Dissosiyetifin (kimlik bozukluğunun) belirgin bir şekilde ortaya konulduğu bu sohbet esnasında Bela’nın erkek arkadaşıyla olan ilişkisini kör annesi ve ilgisiz babasından gizli tuttuğunu anlarız.
Bela annesinin mağduriyeti, babasının umursamazlığı ve sert mizacı, Fajolo’nun küçük düşürücü söylemleri ile dünya düzeninin bohem havası sonucu kişisel dünyasında gelgitler yaşayan bir karakterdir. Fajolo ise kişisel sebeplerden ziyade düzenle nasıl başa çıkacağıyla daha çok ilgilenir. İyi bir fotoğrafçıdır fakat zamanla değişen dünya algısıyla portreleri ellerin merkeze alındığı detay fotoğraflarına dönüşür. Çalışan işçi eller, acı çeken eller, uzun zarif parmaklarıyla sanki göğsünüzü delip de içimize dokunan, acıtan ellerin fotoğrafları… Belki de filmin en güzel dönem tasviri içeren olgusu o ellerin çizgilerinde gizli. Çektiği her yeni fotoğraf Fajolo’da kapitalizme nefret hissi barındırır ve bu his onda mücadele etme isteği uyandırır. Ne şehirdeki gündelik telaş, ne Bela’yla ilişkisi ne de çektiği fotoğraflar onun içini soğutmaz. Bezdanka gölü yakınlarındaki bereketli topraklarda çalışmak için gönüllü işçilerin arasına katılır. Yolculuk esnasında bir işçinin söylediği şarkının düzene karşı anlamlar barındırması müziğin akım içerisinde hikâyeye yaptığı katkının önemini anlamak için güzel bir örnektir. Çalışma koşullarının oldukça ağır olması, makinelerin yapması gerekenin işçilerin omzuna yüklenmesi doğal olarak bir grevin habercisidir. Grev telaşı içinde Fajolo, işçiler arasında bir kadına (Jane) âşık olur. Jane’e Bela’nın kardeşi olduğunu söylerken kişilik bozukluğunun alenen seyirciye yansıdığı Fajolo, yazdığı mektuplarda da yaşadığı hayattan bahsederken kendini Robinson Cruse’la özdeşleştirirken bunu gerçekliğini yitirdiğinin göstergesi olarak değerlendirebiliriz. Bu mektuplar da Bela’nın öfkesini kesmez ve onu terk ettiğine inandığı için Bela da şehirde bir züppeyle (Pete) yakınlaşır. Bela ve Peto’nun sahnesinde altı çizilmesi gereken durum şudur ki, çift güneşlenirken ve yakınlaşırken radyoda grevin haberi yapılmaktadır. Sansür döneminde delinen yasaklardan biri de transistörlü radyoların hâlâ kullanılıyor olmasıdır. Filmin çekildiği dönemde sansür kanununun yürürlükte olması tam da bunun gibi kodlu mesajlar içerdiği için filmin o dönem yasaklanmasına sebep olsa da zamanla bu olgu ironik bir şekilde dikkat çekici bir özellik olarak bize sunuluyor.
Aile ilişkilerine baktığımızdaysa Bela’nın annesinin kör olduğundan bahsetmiştik. Altındaki sebebi hikâyenin akışı içinde ana karakterimiz Bela’yla birlikte öğreniyoruz. Yine sinematografik anlamda olağanüstü diyebileceğimiz aynalı kadrajların vurucu etkisiyle annesinin bir gıda zehirlenmesi sonucu değil de gençliğinde içinde bulunduğu hemen hemen aynı bohem ortamda kullandığı haplardan dolayı kör olduğunu tesadüfen öğrenen Bela’nın tepkisi, sinematik şiirselliği ve sosyal gerçekçiliği harmanlayan filmde annenin onu hayata döndürenin Bela olduğunu söylediği sahnede önem arz ediyor.
Filmin başından sonuna kadar adeta birçok anlama bürünen bir imgelem olan güneş tutulması filmin en önemli sembollerinden biri… Bu güneş tutulmasına reel bir tavırla bilimsel olarak yaklaşan tek bir karakter vardır: Bela’nın küçük erkek kardeşi. İyiliği, saflığı, masumiyeti temsil eder. Diğerleri içinse bu sembol ailevî sırların gün yüzüne çıkmasının getirdiği açıklık, dönemin içinde bulunduğu karanlıktan bir çıkış noktası, anneyle empati yapabilmek adına bir nevi yapay görme bozukluğu ya da finalde Fajolo’nun tüm geçmişini geride bırakmasının bir göstergesi olarak yorumlanabilir. İki kardeşin güneş tutulmasını görmeyen anneleri için tasviri ve annenin diğer duyularının da yardımıyla bu tasviri yaşaması seyirci için de ilginç bir deneyime dönüşür.
Sonuç olarak küçük bir Avrupa şehrinde, büyük iktidarların baskısı altında gelişen ve uluslararası alanda kendine yer bulan Çek Yeni Dalga Sineması, zor koşullar altında büyüyen bir kuşağın temsilcileri olarak Çekoslovak yönetmenlerin tepkilerinden oluştuğundan bugünün izleyicisi için alternatif ve çok boyutlu çıkarımlar yapabileceğimiz bir deneyim olarak karşımıza çıkıyor. Slnko V Sieti ise Çekoslavakya sinema tarihinin en iyi 10 filminden biri olduğu için Tozlu Raflar’dan size ulaşıyor.