Polonya’nın Kadın Partisi’ni kuran ve partide aktif rol oynayan Manuela Gretkowsa’nın çok tartışılan romanından uyarlanan film, 90’lı yıllarda ülkenin içinde bulunduğu baskıdan beslenen siyasi atmosfere karşın geleneksel ahlak anlayışına, Katolik inanca ve sinemada sansüre karşı hiçbir zaman susmayan Zulawski’nin ülkesine, kendi yarattığı çöplükten bakmak zorlu bir sinema deneyimi yaşatacak olsa da buna değer.

Esmer, egzotik bir güzelliğe sahip olmasından dolayı “İtalyan” lakabıyla tanınan, tıpta doktora yapıp aynı okulda mühendislik eğitimi alan genç bir öğrenci (Iwona Petry) ile kendisine güveni tam bir antropoloji profesörü olan Michal (Boguslaw Linda) arasındaki saykodelik aşk ilişkisini konu alan film, Zulawski’nin ellerinde cinselliğin ve tutkunun sinemadaki betimlemelerine uç noktada bir yorum getiriyor. Michal, öğrencileriyle kazdığı bir bataklıkta iki bin yıllık olmasına rağmen iyi korunmuş bir şamanın cesedini buluyor ve onun etkisi altına giriyor. Şamanın ölümünün gizemine olan saplantısı, “İtalyan” ile olan ateşli ilişkisi ile birleşince şaman ile arasında kurduğu bağ nedeniyle karakteri ve hayatıyla özdeşleşen Michal’ı kaçınılmaz bir son bekliyor.

Ana karakterin antropolog olması seyircisini ilk sahneden itibaren evrim teorisi üzerine düşünmeye davet ederken, insanlık tarihiyle ilgili modernizmin birer kuklası olan hepimizin cevaplaması gereken sorular soran Zulawski, ölümden sonraki hayatı övmek yerine elimizdeki fırsatları değerlendirmemizi istiyor. Birbirinden öfkeli siyasi liderlerin anlamaya bile yaklaşamayacağımız hırslarından doğan tüm savaşlardan tutun da bir insanı öylece duran bir kardan adamı tekmelemeye iten nefrete karşın içinde yaşamak zorunda bırakıldığımız çöplüğün ardındaki özyaşamı düşünmeye iten politik bir dil kullanan yönetmen, sinematografisinde dikkat çeken parlak ışıkları, mistik atmosferi ve fütüristik dokunuşları bir ilahi güçle özdeşleştirmektense, saf sevginin beyaz ışığında yıkanmamız, kendimizi affetmemiz ve birbirimizi olduğumuz gibi kabul etmemiz gerekliliğinin altını çiziyor. Bunu anlatırken dini ritüellerin eylemlerimize olan etkisinden eşcinsel ilişkilere kadar birçok referans kullanan Zulawski, anlattığı şaman hikâyesini bütün filme yayılan mistik bir müzikle tamamlayarak seyircisine unutamayacağı bir ritüel yaşatıyor. Bunların hepsi fantastik ve mistik bir edayla ekranda döndükçe zihniniz cinsel siyaset, bilim ve sanayi, arkaik din ve doğaüstü unsurlarla olan savaşınızı tartıyor.

Szamanka: Fütüristik Bir Ritüelde Anlam Arayışı

Örgütlü kiliseyi, bunun geçerliliğini ve kurumsallığını, bilimin değerini ve manipüle edildiğinizi düşündüğünüz diğer tüm dinamikleri idrak etmenize neden olarak izleyicisini sarsan bir film olan Szamanka, ilkel dürtülerinizi harekete geçirerek seyircisini de erotik bir momentumun içine çekiyor. Michal’ın sırrına erişmek istediği iki bin yıllık gizli bir mantar ya da henüz keşfedemediği güce törensel bir seks büyüsüyle ulaşabileceğine inanması rutin hayatlarımızda ve ulaşmak istediğimiz hayallere giden çetrefilli yolda irademizi aşan hırslarımızı hatırlatıyor. Michal’la birlikte özlemini çektiğimiz ne varsa hepsini birer arzuya dönüştürüyoruz. Michal’ın şamanla yaptığı konuşmasında duyduğumuz “ölüm” gibi.

Ateşli “İtalyan”ın karakterine değinecek olursak nemfomanyak bir profil çizen genç kadın, yönetmenin makinelerin görkemi, haçlar, cesetler, trenler ve yeraltı dünyasının karanlık geceleri etrafında şekillenen dünyasında soğuk coğrafyaya inat neredeyse çıplak kalarak bir varoluş mücadelesinin başrolünü üstleniyor. Bu mücadeleyi Carol J. Adams’ın aynı dönemlerde çıkan “Etin Cinsel Politikası” kitabında da yorumlamak mümkün. Eylemi aynı yemekle başlatan ve biten bir anlatı çemberinde aktaran film, feminizmin doğuşunda var olan şiddeti, erk zihniyet ve bu zihniyetin ilkel güdülere olan ihtiyacı üzerinden tasvir ettiği bir dönüşümle tepetaklak ediyor. Bir kişinin bilgeliğini kazanmak için onun beynini yemekle ilgili eski bir inanış üzerine ritüelle beslediği final sahnesinin akıllara kazınmaması olanaksız.

Filmlerinin çoğunda olduğu gibi Szamanka filminde de karakter odaklı bir drama yaratan Zulawski’nin en büyük şansı rollerine tamamen bağlı ve oynadıkları karakterlere kattıkları derinlikle onlara inanmamızı sağlayan iki isim: Petry ve Linda. İki oyuncu arasındaki cinsel çekim, kimya ve türevleriyle birlikte değerlendirecek olursak oldukça zorlayıcı ve erotik sahnelerle çok tartışılan bir film olan Szamanka, yapı olarak Bertolucci’nin 1972 yapımı filmi Last Tango in Paris filmini hatırlatsa da beraberinde yıllar sonra ortaya çıkacak kamera arkasına dair sansasyonel itiraflar getirmiyor neyse ki. Tıpkı Bertolucci gibi kamerasını delirmiş bir şekilde dış dünyada fink atan sapık ve hastalıklı zihniyetlere ve insan manzaralarına yönelten Zulawski’nin kurduğu dünya, tam da kendisinin ifade etmiş olduğu “maskesiz” bir film yapma özlemini giderirken seyircisine de aynı zevki tattırıyor. Hiçbir şekilde alegorilerin ardına gizlenmeyen, tüm söylemlerini alenen ortaya koyan ve ince ince ördüğü dramatik yapı oldukça sarsıcı bir finale bağlanıyor. Zulawski, Szamanka ile komünizm sonrası Polonya’sındaki emek ve kültür bölünmesine ve kadın cinselliğinin bir metafor hâline getirilişine sert bir tokat indiriyor. Sorularının cevapsız kalması üzerine Tanrı’ya sığınan ve son sahnede rahip kıyafetleri giydiğini gördüğümüz Michal’ı kafatasına yaptığı bir hamleyle etkisiz hâle getiren “İtalyan”ın ilk sahneden son sahneye kadar öne çıkarılan iştahı, çağdaş modernizmin dinamiklerini kıskandıracak bir tasvirle tek hamlede, bir “beyin ısırığıyla” yok oluyor.

Hiçbir şekilde açık metafor aracı kullanmaksızın ve oldukça zorlu bir deneyimle ele alınan Szamanka, tozlu raflardan çıkarıp izlenmesi gereken bir film olarak karşımızda duruyor.

Daha yazı yok.
Filmloverss.com size daha iyi hizmet sunmak için çerezleri kullanır. Sitede gezerek çerezlere izin vermiş sayılırsınız. Ayrıntılı bilgi close-cookie-information