Yazar Puanı
Puan - 70%
70%
Taksim Hold’em, Gezi Parkı olaylarını anlatan bir film değil. Filmi izlerken seyircinin algısı doğal olarak Gezi dönemine gitse de filmdeki direniş temsili, taban tabana kesin yargılar barındıran bazı toplumsal eylemlerin aslında toplumun asıl sorununu yansıtmadığı üzerine kurulu.
Dünya prömiyerini 30. Tokyo Uluslararası Film Festivali’nde yapan Taksim Hold’em, yönetmen Michael Önder’in ilk uzun metraj filmi. Filmin başrollerinde Kenan Ece, Damla Sönmez, Berk Hakman, Emre Yetim, Nezih Cihan Aksoy, Ahmet Tansu Taşanlar bulunuyor.
Gündelik hayatın o bilindik akışını kesintiye uğratan her şey düşündürücüdür. Olağan akış devam ederken, hepimiz olağan programımızı sürdürürken yeterince nitelikli düşünemeyiz. Düşünce kendisini ancak yavaşlıkta bulur. Tüm çarpıcı fikirler, fark edişler belirli bir dinginlikle karşılanır insanda. Bunun en basit ve toplumsal olguyla açıklanabilecek örneği, çalışanların sıklıkla yaptığı grevlerdir. Grevler, sadece hak arayışları değildir, onlar aynı zamanda olağan akışa bir başkaldırıdır; akış durdurulurken asıl sorun düşünmeye başlanır. İsyanın doğası alışılmışa karşı gelmektedir, alışılan bir düzene uyan isyan çeşidi yoktur.
Başkaldırı, günümüz dünyasının değişmez bir düzeni haline gelmeye başladı. Her an her şeye muhalif olabilecek durumdayız. Öyle ki çok yakın bir zamanda her şey gibi başkaldırı da bir sisteme oturtulacak, uysallaştırılacak, bir rutin haline gelerek farkındalık aracı ortadan kaldırılacak. Bu, normların oldukça kurnaz bir şekilde toplumsal hayatı ele geçirmesinin bir çeşidi belki de. İsyanın asıl amacı ise öncelikle belirli bir soruna dikkat çekmek olmalıydı. Ve bizler, alışılmış, başı sonu belli olan bir yolda asla dikkat çekmeyi başaramayız.
Türkiye özelinde konuşacak olursak başkaldırmak korkutucu bir şekilde gittikçe bir pazarlama aracına dönüşmekte. Artık muhalif olmak çok kolay, tabii belirlenmiş muhalefet yollarını izlerseniz. Kimliğin kendisi parçalanmış durumda, artık özde kim olduğumuzun hiçbir önemi yok, toplumsal olarak ne sunduğumuz her şeyden daha ileride. Bu da başkaldırıya asıl neden olan konuyu unutmamıza sebep olurken isyanın kendisini de bir gösteri sahnesine dönüştürüyor, onu küçültüyor.
Taksim Hold’em: Poker Masasında Politika
Yakın zamanda ülkemizde Gezi Parkı Direnişi yaşandı. Başkaldırmanın bu biçimi hakkında yüzlerce şey yazıldı, çizildi ve geriye iki önemli soru kaldı: Bu protesto her sorunun patlama noktasına geldiği bir nokta mı yoksa yeni bir adalet sistemine yön verecek ilk hareket mi? Bir başlangıç mı yoksa son mu bilmiyoruz, belki de onu bulmak için biraz zamana, yavaşlığa ihtiyacımız vardır.
Film, dışarıda protestocularla polisler arasında çatışma yaşanırken evlerinde poker oynamayı amaçlayan birkaç gencin aralarındaki çekişmelere odaklanıyor. Bu noktada bu direnişin birden fazla boyutunu görüyoruz. Her bir karakter kendi çelişkileriyle olabildiğince dürüst bir dille seriliyor. Filmin amaçladığı şey, toplumun tümüne yansımış bir protestonun mikro katmanını göstermek ve oradan tekrar tümele ulaşmak. Bu bağlamda, konunun özüne protestoların şaşaalığından değil de gündelik hayatın kendisinde var olan bir takım insan davranışlarıyla ulaşıyor. Örneğin, yasak uyarısına rağmen apartmanda içilen sigara, sadece bisikletlere ait olan bir yola motosikletle girmek, bir çocuğa hediye olarak oyuncak tabanca vermek gibi küçük gözüken davranışlar poker masasında adalet çatısı altında tartışma konusu oluyor. Bu bakımdan her bir kanunsuzlukta iktidarı ve yönetim biçimini suçlarken, bireysel yaşantılarımızda yaptığımız davranışların göz ardı edilmesinin bir eleştirisi yapılıyor.
Taksim Hold’em, Gezi Parkı olaylarını anlatan bir film değil. Filmi izlerken seyircinin algısı doğal olarak Gezi dönemine gitse de filmdeki direniş temsili, taban tabana kesin yargılar barındıran bazı toplumsal eylemlerin aslında toplumun asıl sorununu yansıtmadığı üzerine kurulu. Bu bakımdan film, bir gösteri sahnesine dönüşmüş eylem biçimleri üzerinden toplumsal kurtuluşun ancak bireysel çaba ile geleceğinin altını çizerek dengeli ve cesur çıkarımlarda bulunuyor. Bu bireysel çabanın ise o alışılmış başkaldırma biçiminde değil, direkt olarak bireysel gündelik yaşantı içerisinde, birlikte yaşamanın özü kavranarak gelmesi gerektiğini vurguluyor.
Özetle, günlük hayatın içerisindeki siyaseti ve bireylerin aldığı politik tavırları bir poker masasındaki oyunculara benzeten film, adalet hakkındaki çok yönlü cesur çıkarımlarıyla izlenmeyi hak ediyor. Fakat sık sık anlattığı hikâyenin heyecanına kapılarak karakterlerin diyaloglarını özlü sözler bombardımanına çeviriyor.