Yazar Puanı
Puan - 75%
75%
The Ballad of Buster Scruggs, içinde barındırdığı parlak anlar, çeşitli türlere yayılan hikâyeleri, üst düzey oyunculuk performansları ve hiçbir zaman bırakmadığı Coen dokunuşu ile keyifli bir seyirlik sunuyor. Ancak, bütünlükten yoksunluğu ve eşitsiz (hem derinlik hem uzunluk olarak) olarak bölünmüş olduğu hissi, bu seyirliğin bir noktadan ileri gitmesini ve Coen filmografisinin en iyilerinden biri olmasını engelliyor.
The Ballad of Buster Scruggs hakkında bundan yaklaşık iki yıl evvel aldığımız haberler bu projenin Coen Kardeşlerin ilk dizisi olacağını müjdeliyordu. Sonrasında haklarını Netflix aldı, bir antoloji filme çevrildi ve film Venedik’te gösterilip ödül aldı. Böylece bizim merakımız da giderek arttı. Sonunda 16 Kasım Cuma günü geldi ve film Netflix’te gösterilmeye başladı. Coen’ler western türünü ve temalarını kullanmayı seven bir ikili zaten. True Grit’te (İz Peşinde) klasik bir western filmini yeniden çevirmişlerdi en son. No Country for Old Men (İhtiyarlara Yer Yok) ise western kalıplarını günümüze taşıyan filmlerden biriydi. Bu sefer ise, klasik western çağında geçen ama hiç de klasik western temalarından sayılamayacak olsa da kendi filmografileri içinde anlamlı olan altı hikâye anlatıyorlar.
Film, gerçekten de bir kitabın hikâyelerini takip ediyor gibi görünüyor, hikâyeleri bağlayan sahnelerde bu kitabı görüyor ve sayfaların çevirilişine tanıklık ediyoruz. İlk hikaye, filme adını da veren Buster Scruggs’ın (Tim Blake Nelson) hikayesi. Neredeyse bir müzikal olan bu bölümde Buster Scruggs kan dökmeyi seven, “insanlardan nefret ettiği” söylenen, müzikal yeteneği ise vahşi batıda tartışmasız olan bir kovboy. Ta ki karşısına daha iyi bir silahşör ve müzisyen çıkana kadar… İkinci hikâye ise beceriksiz bir kovboyu anlatıyor. Hiçliğin ortasındaymış gibi duran bir bankayı soymaya karar veren kovboy (James Franco), karşısında cevval bir banka emekçisini bulacaktır. İdama mahkum edilen kovboyu ise umulmadık bir son beklemektedir. Üçüncü hikâye filmdeki en karanlık hikâyelerden biri; köy köy kasaba kasaba dolaşarak geceleri ünlü şiirleri, hikâyeleri dramatik bir şekilde seslendiren kolları ve bacakları olmayan genç bir çocuğu anlatıyor. Bu genç ile ilgilenen, yemeğini yediren ve onu oradan oraya taşıyan bir de adam (Liam Neeson) vardır. İkilinin “sanat hayatları” matematik işlemleri yapabilen bir tavuk ile karşılaştıklarında değişecektir. Dördüncü hikâyede Tom Waits’in canlandırdığı bir altın arayıcısının tek başına bir vadide kazı yapmasına şahit oluyoruz. Altın arayıcısı altın damarını sonunda bulacak ama beklemediği bir karşılaşmanın içine sürüklenecektir. Beşinci – ve benim favorim olan – hikâyede, Zoe Kazan’ın canlandırdığı Alice, aklı havada abisi ile uzun bir yolculuk konvoyuna katılır. Güya abisi biri ile ortak olacaktır ve Alice de o adam ile evlenecektir. Ancak abisi yolculuğun başlarında koleradan ölünce Alice bu yolculukta ve hayatta yalnız kalır. Yolculuk konvoyunun korucularından Bill ise ona göz kulak olacaktır. Brandon Gleeson’ın da oynadığı altıncı hikâye ise bir at arabasında geçmektedir. Farklı millet ve geçmişlerden gelen birkaç kişi bir şekilde bir at arabası yolculuğunda buluşur. Arabanın üstünde ise ölü bir adam vardır. Beş yolcu hayat hakkındaki görüşlerini paylaşırlarken yolculuğun doğasına dair enteresan ipuçları ile karşılaşırlar.
The Ballad of Buster Scruggs: Kendine Özgü, Çok Parçalı
Coen Kardeşler her zamanki temalarını, sevdikleri komik-trajikomik twistleri bu hikâyelerin içine de bol bol yedirip kendilerine özgü bir işle daha karşımıza çıkmış bulunuyorlar. The Ballad of Buster Scruggs bu açıdan tatmin edici. Ancak bazı hikâyelerin yeterince geliştirilememiş olması, sanki dizi olsaydı daha mı iyi olurdu fikrini de akıllara getiriyor. Öte yandan, uzun zamandır çalıştıkları Roger Deakins ile değil görüntü yönetmeni Bruno Delbonnel ile çalışmış olmalarına rağmen, Coen sinemasının haricinde, çok farklı bir görüntü yönetimi ile karşılaşmıyoruz. Her şeyiyle bir Coen filmi var karşımızda aslında. Fakat, filmin epizodik yapısı -yukarıda belirttiğim gerekçe ile de birlikte- eşitsiz bir şekilde ilerlemesine yol açıyor filmin. Bazı hikâyeler daha kısa bazıları daha uzunken, bazı hikâyeler daha derinlikli ve bazıları da daha hafif kaçıyor. Altı hikâyenin üçünü daha derinlikli buldum ve daha uzun görmek isterdim (Meal Ticket, All Gold Canyon ve The Gal Who Got Rattled; yani üç, dört ve beşinci epizodlar); ancak diğer üçünü de daha uzun görmek isterdim çünkü bu kadar hafif ve basit hikâyeler olmasının sebebi kısaltılmak zorunda kalmış olmaları mı merak ediyorum.
Liam Neeson ve Tom Waits’in oyunculuklarının -özellikle Tom Waits bir bölümü tek başına götürüyor- ilgi çekici olduğunu not etmemiz gerek. Öte yandan favori bölümüm olan beşinci hikâye The Gal Who Got Rattled’da ise herkes döktürüyor. Benim en çok ilgimi çeken ise Mr. Arthur rolündeki Grainger Hines oldu. Coen Kardeşler’in kara komedisine en uygun, hafif ciddi hafif parodi karakterinin üstesinden çok iyi gelmiş. The Ballad of Buster Scruggs’ta irili ufaklı pek çok rolde tanıdık simaları görmek mümkün. Zaten filmin gücü de bir noktada burada. Coen severler için, The Ballad of Buster Scruggs, elbette ki çok şey vaat ediyor. Coen sinemasına giriş için harika bir film değil elbet ama kolay izlenebilirliği sebebiyle, Coen mizahını anlamak için güzel bir başlangıç olabilir. Kısacası, The Ballad of Buster Scruggs, içinde barındırdığı parlak anlar, çeşitli türlere yayılan hikâyeleri, üst düzey oyunculuk performansları ve hiçbir zaman bırakmadığı Coen dokunuşu ile keyifli bir seyirlik sunuyor. Ancak, bütünlükten yoksunluğu ve eşitsiz (hem derinlik hem uzunluk olarak) olarak bölünmüş olduğu hissi, bu seyirliğin bir noktadan ileri gitmesini ve Coen filmografisinin en iyilerinden biri olmasını engelliyor.