Paris’te bir caz barda yan yana gelen egzantrik karakterlerin öyküsüne odaklanan ve yönetmen kadrosunda Houda Benyamina, Laïla Marrakchi, Alan Poul gibi isimlerle beraber Whiplash, Âşıklar Şehri – La La Land gibi caz odaklı filmleriyle tanıdığımız Damien Chazelle‘in de yer aldığı Netflix orijinali The Eddy, yılın en iyi dizi çalışmalarından biri. Chazelle’in varlığını sonuna dek hissettiren enfes rejisi ve Shamelss, Skins, His Dark Materials, The Virtues gibi dizilerle tanıdığımız Jack Thorne’un yaratıcı yazarlığında kaleme alınan senaryosuyla dikkat çeken yapımın başrolünde Oscarlı Moonlight’tan tanıdığımız André Holland var. Holland’a, Joanna Kulig, Tahar Rahim, Leila Bekhti ve Amandla Stenberg gibi uluslararası yıldızlardan kurulu bir kadro eşlik ediyor. Dünya prömiyeri geçtiğimiz Şubat ayında gerçekleşen 7o. Berlin Film Festivali’nde yapılan The Eddy’nin oyuncu kadrosundan Joanna Kulig, André Holland ve Amandla Stenberg’le Berlin’de bir araya geldik ve diziyle ilgili bir sohbet gerçekleştirdik.
The Eddy Röportajları: Joanna Kulig
Murat Emir Eren: Soğuk Savaş – Cold War‘un Oscar adaylığına kadar uzanan başarılı bir yolculuğu oldu ve sonrasında da Damien Chazelle’le The Eddy’de çalıştınız. Bütün bu süreçten bahseder misiniz? Diziye nasıl dâhil oldunuz?
Joanna Kulig: Soğuk Savaş’tan sonra ben bir hamilelik sürecine girdim. Bu nedenle hayatım gerçek anlamda çok değişti diyebilirim! Filmle beraber oradan oraya birçok festival için seyahat ettik. Londra, Paris, New York… En nihayetinde Los Angeles’a gittik filmin Oscar adaylığı nedeniyle. Tören gerçekleşmeden bir süre önce The Eddy’nin deneme çekimleri için Damien Chazelle’in karşısındaydım (Ve elbette hâlâ hamile ve kocamandım). Doğum gerçekleşti, kısa bir süre geçti ve Paris’e giderek bu kez The Eddy’nin çekimlerine katıldım. O nedenle geçtiğimiz yılın Mayıs’ından bu zamana dek zaman nasıl geçti gerçekten de anlamadım. Özellikle Oscar süreci benim için çok heyecan vericiydi. Hayatım boyunca bir daha kaç kez böyle bir filmin ve böyle bir sürecin parçası olurum bilemiyorum, o nedenle her anını doya doya yaşamak istedim. İnanılmaz insanlarla tanıştım ve sohbet ettim. Bu zaman zarfında hamile olmamın da üzerimde ayrıca bir etkisi oldu. Doğum sonrasında da bir yandan bebekle ilgilendiğim bir yandan da The Eddy dizisine hazırlandığım (bilhassa müzik çalışmalarıyla) bir döneme girdim. Hem bebeğimi emziriyor, hem de Glen Ballard’ın karşısında yeni ezberlediğim İngilizce şarkıları seslendiriyordum. Ki bunun epey güç bir iş olduğunu söylemeliyim. Çünkü biyolojik olarak beyniniz gerçekten de farklı çalışmaya başlıyor böyle anlarda…
“Bazen kendini daha çok bir oyuncu mu yoksa bir şarkıcı mı olarak görüyorsun diye soruyorlar. Ben de ikisini birleştirmeyi sevdiğimi söylüyorum.”
Murat Emir Eren: Hem Soğuk Savaş hem de The Eddy’de canlı sahne performanslarınıza şahit oluyoruz. Müzikle geçmişte ne kadar ilgilenmiştiniz ve daha önce caz şarkıcılığını denemiş miydiniz?
Joanna Kulig: Çocukken polka müziği öğrendiğimiz bir müzik merkezimiz vardı ve aynı çatı altında caz müzik kulübü de vardı. Bize caz müziğin önemli isimlerini tanıma fırsatı sunan bir mekândı burası. Özellikle katı bir komünist rejimin altında yaşayan Polonya halkı için müzikal anlamda çok fazla alternatif yoktu, bu nedenle de caz müzik ve bu caz kulübü insanlar için bir anlamda özgürlük hissiyle eş değerdi. Hâliyle önemliydi. Cazın herhangi bir kültüre ait olmaması, Batı Avrupalı, Doğu Avrupalı, Arap, Latin Amerikalı ya da nereli olursan ol bağ kurabileceğin bir müzik türü olmasının da bunda etkili olduğunu düşünüyorum. Elbette benim üzerimde de etkisi böyleydi ve ben caz üzerine daha çok çalışmak istememe rağmen ne yazık ki bana izin verilmemişti. Bazen bana “Kendini daha çok bir oyuncu mu yoksa bir şarkıcı mı olarak görüyorsun” diye soruyorlar. Ben de ikisini birleştirmeyi sevdiğimi söylüyorum. Belki bir sonraki projemde hiç şarkı söylemem, bunu bilemeyiz, ama şu ana kadar iki ayrı becerimi birleştirmekten memnunum. Tam da bu yüzden The Eddy benim için özel bir proje oldu. Çünkü geçmişte müzikal olarak ilham aldığım kişilerle ve onların tarzıyla yeniden buluşmamı sağladı. Bana onlarla birlikte çalışma fırsatı tanıdı. Ayrıca caz müziğin bu filmdeki karakterimi inşa ederken de bana ilham verdiğini söylemem gerekir. Sette karakterimin kasvetli duygularını yansıtabilmek için trompet ustalarının eserlerini dinledim… Gerçekten de müthiş bir deneyimdi benim için diyebilirim her anlamda. Ayrıca Glen Ballard’ın bana söylediğine göre bu projenin gerçekleşmesi için dokuz yıldır çalışılıyormuş, ancak çok pahalı ve kapsamlı bir iş olduğu için bir türlü gerçekleşememiş. Netflix’in böyle bir projeyi gerçekleştirmesini bu açıdan önemli buluyorum.
“Bölümler ilerledikçe Maja’nın farklı yönlerini de görüyoruz, çok daha katmanlı ve renkli yönlerini keşfediyoruz.”
Murat Emir Eren: Dizideki karakteriniz Maja bilhassa ilk iki bölüm itibarıyla gizemli, zaman zaman kasvetli bir izlenim bıraktığını söyleyebiliriz. Dizideki diğer karakterlere nazaran daha sisli ve çözülmesi güç bir karakter. Siz onu nasıl görüyorsunuz? Karakterinize nasıl yaklaştınız ve size çekici gelen yönleri neydi?
Joanna Kulig: Başlangıçta Maja çok depresif ve anlaması güç bir karakter olarak görünüyor. Bunun sebeplerinden biri de Elliot’la olan ilişkisi ve yeni taşındıkları Paris’te aradıklarını bulamamış olmaları. Şehir onlara iyi gelmemiş. Ayrıca depresif görüntüsünün arkasında başka nedenler yattığını da görüyoruz hikâye ilerledikçe. Mesela bir hastalıkla mücadele eden annesi gibi… Annesi hâlihazırda Polonya’da ve Maja asla Polonya’ya dönmek istemiyor çünkü Polonya demek onun için annesi demek. Bir yanıyla bağımsız olmak istiyor ama bir yanıyla da sevildiği bir ilişkinin içinde olmak istiyor ki bu da Elliot gibi her şeyi kendi içinde yaşayan, zaman zaman nevrotikleşen biriyle çok güç. Bölümler ilerledikçe Maja’nın farklı yönlerini de görüyoruz, çok daha katmanlı ve renkli yönlerini keşfediyoruz. Bu da Maja’nın sevdiğim tarafı…
Murat Emir Eren: Bir başka röportajınızda Soğuk Savaş ve The Eddy sonrasında size birçok senaryo geldiğini okuduk. Çok fazla seçenek olduğunu düşünürsek siz nasıl bir tercih yapacaksınız? Kariyerinize nasıl yön vereceksiniz?
Joanna Kulig: Öncelikle The Eddy dizisinin yeni bir sezonu daha olacak mı olmayacak mı buna karar verilmesini bekleyeceğiz hep birlikte. Sonrasındaysa bugüne dek hiç çalışmadığım türden bir işe dâhil olmak istiyorum. Müzikle ve şarkı söylemekle ilgisi olmayan bir karakteri canlandırmak gibi örneğin. Yeni bir projede yer alacaksam eğer çekim süresinin de çok uzun olmadığı bir proje seçebilirim çünkü çocuğuma da zama ayırmak istediğim bir dönemdeyim.
The Eddy Röportajları: André Holland ve Amandla Stenberg
Murat Emir Eren: Dizide birbirleriyle iletişim kurmakta zorlanan bir baba (Elliot) ve kızı (Julie) canlandırıyorsunuz. Karakterlerinizden ve bu karakterlerin size neden çekici geldiğinden bahseder misiniz?
Amandla Stenberg: Dizide karakterlerimiz arasındaki bağa dair son derece zengin bir materyal olduğunu düşünüyorum. Canlandırması ve kavraması güç, mücadeleci bir karakteri canlandırıyorum diyebilirim. Julie, Paris’te yeni bir hayat kurmaya çalışıyor ve bir yandan da babasıyla ilişkisi çok iyi değil. İkisi de bunun farkında ama yine de birbirlerine bağlı kalmaya çalışyorlar.
André Holland: Elliot son derece egzantrik biri ve geçmişinden gelen büyük yükler taşıyor omuzlarında. Bunların ne olduğunu size şu anda söyleyemem çünkü dizinin tadını kaçırmış olurum, ama şunu söyleyebilirim ki pişmanlıkları, utançları olan biri ve ABD’yi terk edip geldiği Paris’te bunlarla baş etmeye çalışıyor. Burada hem en önemli tutkusu olan müzikle hem de hayatla olan tek bağı gibi görünen kızıyla yeniden bağ kurmaya çalışıyor. Gerçekten komplike bir karakter ve bu açıdan ilgimi çektiğini söyleyebilirim.
Murat Emir Eren: Caz müzikle ne kadar ilgiliydiniz bu diziye başlamadan önce?
Amandla Stenberg: Benim jenerasyonumun caz müzikle pek ilgilenmediği düşünülür çoklukla, ancak benim çok ilgimi çeken bir tarzdır. Canlı caz müzik dinlemeyi gerçekten de çok severim. Ancak bu konuda yeterince tecrübem olduğunu söyleyemem, ta ki bu diziye kadar. The Eddy’de çalışmanın bir güzelliği de sürekli canlı olarak caz müziğin icra edildiği bir ortamda bulunmak oldu.
André Holland: Büyüdüğüm yerde lokal müzikle ilgili güçlü bir atmosfer vardı, bu nedenle soul ve funk müzikle yakın bir ilişkim olduğunu söyleyebilirim. Caz bir nebze daha az aşinası olduğum bir tarzdı diyebilirim.
“Damien’in bizi doğaçlamaya teşvik eden tarzı, caz müzisyenlerinin çalışma şekliyle de örtüşüyordu. Karşındaki meslektaşının ortaya koyduğu performansa senin verdiğin karşılık ve bu şekilde devam eden karşılıklı bir performans söz konusuydu.”
Murat Emir Eren: Dizinin anlatısında Damien Chazelle’in kesintisiz akan planları ve sahnelerin akıcı, kurgu numaralarıyla bozulmayan ritmi dikkat çekiyor. Bu anlatının bir parçası olmak sizin için nasıl bir deneyimdi? Ayrıca Damien Chazelle’le çalışmakla ilgili düşüncelerinizi de öğrenmek isteriz.
Amandla Stenberg: Bahsettiğiniz gibi dizinin özellikle ilk bölümü ve ilk bloku için inanılmaz bir ritm duygusundan bahsedebiliriz. Kameranın karakterlerle birlikte hareket ettiği, bir yerden diğerine sıçradığı ve kesintisiz akan planlar… Daha önce böyle bir deneyimim olmamıştı, son derece eşsiz bir deneyimdi. Bir yanıyla özgürleştiriciydi, çünkü doğaçlama yapmamıza, sahnenin gidişatına katkıda bulunmamıza da imkan veriyordu. Bu anlatımın dizinin odak noktası olan caz müzikle de bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Diziyi bir başka önemli unsura, Fransa’da çekilen filmlerin tarzına da yakınlaştırıyordu… Damien’in bize büyük bir özgürlük alanı tanıdığını ve bize çok güvendiğini söyleyebilirim.
André Holland: Amandla’nın söylediği gibi Damien Chazelle’in bu şekilde bir anlatımı benimsemesi biz oyunculara önemli oranda özgürlük sağladı diyebilirim, fakat çekim ekibi ve kurgu ekibinin muhtemelen bu tasarıyı gerçekleştirebilmek için çok ama çok çalışması gerekmiştir. Aynı şeyi dizide yer alan müzisyenler için de söyleyebilirim, çünkü akıp giden planlar söz konusu olduğunda, şayet kadraja giriyorlarsa müzisyenlerin de en iyi performanslarını sunmaları gerekiyordu. Hâliyle hem kameranın, hem teknik ekibin, hem biz oyuncuların hem de müzisyenlerin her şeyi hatasız yaptığı bir çekimi elde etmek zorundaydık çoğu zaman… Damien Chazelle’le, hem de Paris gibi bir şehirde çalışmak müthiş bir deneyimdi en basit tabirle. Damien, iyi derecede Fransızca da konuşabiliyor. Bu nedenle yarıdan fazlası Fransızca konuşan ekiple diyalog kurması çok kolay oldu, üstelik aramızda bir katalizör vazifesi de gördü. Bazen ekiple ve yönetmenle aynı dili konuşmadığınızda bu bir bariyere dönüşebiliyor ama Damien’le bunu yaşamadık. Damien’in bizi doğaçlamaya teşvik eden tarzı, caz müzisyenlerinin çalışma şekliyle de örtüşüyordu. Karşındaki meslektaşının ortaya koyduğu performansa senin verdiğin karşılık ve bu şekilde devam eden karşılıklı bir performans söz konusuydu zaman zaman.
Murat Emir Eren: Bir diziye dâhil olduğunuz zaman bazen bu proje hayatınızda 8-10 sezona kadar sürebilen bir dönemi kaplayabildiği gibi bazen de arkası gelmeyebiliyor. Bu belirsizlik duygusu sizi nasıl etkiledi?
Amandla Stenberg: Oyuncular olarak bir işten bir diğerine geçiyor ve bu şekilde kariyerimizi sürdürebiliyoruz. Her defasında “Sonra ne yapacağım” hissi oluyor. Hâliyle bir dizide yer almak kimilerine göre belli bir süre ne yapacağını bildiğin için rahatlatıcı bir his. Bense tam tersini hissettim. Tüm hayatı ABD’de olan genç bir insan olarak önümüzdeki birkaç yıl boyunca her yılın yarısını Paris’te geçirmek zorunda kalabilirim. Bu benim için büyük bir değişim ve ailem için de zor bir karardı. İlk sezonu çektikten sonra ve olan olduktan sonraysa daha az korkutucu gelmeye başladı bu fikir elbette.
André Holland: Elbette hiçbir şeyin garanti olmadığı bir dünyada bir işinin olması çok güzel. Yine de uzun süreli bir projeye bağlanmak zaman zaman korkutucu. Çünkü kariyerinizi geliştirmek, farklı şeyler denemek istiyorsunuz ve böyle bir bağlılığın buna engel olabileceğini, sürekli aynı karakteri oynamak zorunda kalabileceğinizi de düşünüyorsunuz. Gerçi bu dizi ve benim karakterim söz konusu olduğunda çok farklı hikâyelere, farklı durumlara gebe olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle şimdilik kendimi akışa bırakmış durumdayım.