Puan - 83%
83%
Petzold kamerasıyla, adeta hem insanlık tarihi hem de direkt tarih olgusu üzerine çok katmanlı bir incelemeye girişiyor.
2012 yılında Berlin Film Festivali’nde Ana Yarışma’da yarışan filmi Barbara ile En İyi Yönetmen ödülünün sahibi olan, Almanya’nın son zamanlarda en dikkat çeken yönetmenlerinden Christian Petzold imzalı Transit; her dakikası hatta her bir saniyesiyle ilmek ilmek işlenmiş çok özel bir film. Anlatısı ve görsel anlatım biçimiyle son zamanların en naif filmlerinden birine imza atan Petzold’un auteur kumaşını tam anlamıyla yansıtan Transit, 68. Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı için yarışan filmler arasında en iddialı yapımlardan biri olduğunu da kanıtlıyordu. Ödüle layık görülmese de bizlerin kalplerini fethederek esas amacına ulaşmış bir film Transit.
Anna Seghers’in sürgünde yazdığı romanından beyazperdeye uyarlanan Transit; geçmişin mültecileri ile bugünün mültecilerini aynı düzlemde kesiştirip onları birbirleriyle tanıştırarak; geçmiş, şimdi ve geleceği birbiri içinde eriterek tüm karakterlerini ve onların hikâyelerini sonsuza uzayan bir transit hat üzerinde birleştiriyor. Anna Seghers’in 1942 tarihli romanından uyarlanan filmde, Nazi işgalinden kaçan Georg adında bir adam, elinde Meksika’ya iltica etme evrakları bulunan, ölmüş bir yazarın kimliğini üstlenir. Georg Marsilya’dan gemiye binebilmek için gereken sürenin dolmasını beklerken kendi gibi birçok mülteciyle tanışma imkânı yakalar; ama gizemli Marie ile tanışınca kurduğu tüm planlar değişir.
Transit: Sınırlar, Hatlar, İç İçe Geçen Zamanlar
Georg, Marie, hayatını kaybeden yazar, bu yazarın sevdiği kadın ve o kadından olan oğlunun hayatları kesişirken onları bir araya getiren transit çizgilerin etrafındaki tüm bir tarihin mültecileri birleşir. Ötekileştirilen, dışlanan, yok sayılan, hayatları savaş yüzünden bir başka kara parçasına savrulan ve her şeye rağmen hayatta kalma mücadelesinden vazgeçmeyenlerin hikâyesini ekrana taşıyan Transit; geçmişten günümüze uzayan politik ve etik bir meselenin fotoğrafını çeker. O fotoğraftan bazen aşk, bazen dostluk ama en çok da sınırlara prangalanmış insanlık hâllerimiz vurur yüzümüze. Onların hikâyesi bizlerinkine karışırken, geçmiş de şimdiden geleceğe akar. Bu anlamda zamansız ve mekansız bir anlatıya girişen Petzold, birtakım evrensel sorunlara gebe meselelerin güncelliğinden hiçbir şey yitirmediğini, hatta çok daha çetrefilli bir sürece dönüştüğünü gözler önüne serer. Ucundan, kenarından, köşesinden birbiriyle bağlantılar kuran ve transit hatlar oluşturan yaşamlarımız hem Georg’un hem de diğerlerinin yaşamına yansırken onların yaşamları da bizlere temas eder. Birbirimizden bağımsız olsak da birbirimize bağlı olduğumuz gerçeğini hatırlatarak tüm dünyayı kasıp kavuran mülteci sorununun insanın ve insan eliyle oluşturulmuş ulus-devletlerin en büyük ikiyüzlülüğü olduğunu bir kez daha kanıtlar Petzold.
Avrupa’dan Orta Doğu’ya, Afrika’dan Amerika’ya bir zamanlar mülteci statüsünde bulunan her bireyin ayrı ayrı hikâyesini adım adım birbiri içine geçirerek hayatları kesiştiren Petzold kamerasıyla, adeta hem insanlık tarihi hem de direkt tarih olgusu üzerine çok katmanlı bir incelemeye girişiyor. Petzold, Transit’in anlatısında öne çıkan tren rayları, alabildiğine uzayan köprü korkulukları ve tekrarlanıp duran yollar gibi film diline büyük anlamlar katan metaforları bile kör göze parmak olmaktan tümüyle uzak bir naiflikte konumlandırmayı başarıyor. Transit, anlatıcı-anlatı görünürlüğünün artarak hikâyeyi yeniden ve yeniden yazmaya koyulduğu bazı noktalarda, 2003 yapımı Christoffer Boe imzalı Reconstruction’ı akıllara getirirken; Petzold, ondan çok daha güçlü ve izlerken hayran olacağınız bir başyapıta imza atıyor!