Türkiye sineması, büyük ölçüde gerçeklik sınırlarında kalmış, sosyal gerçekçi damarı güçlü bir ülke sineması olarak tanımlanabilir. Erken döneminden günümüze kadar bu etkinin yoğun olarak hissedilebildiği sinema tarihimizde, bu çizginin dışına çıkıp fantastik ögelere alan açan başarılı filmler de yok değil. Özellikle 80’lerde Atıf Yılmaz’ın çektiği filmlerle iyice görünürlük kazanan bir yaklaşımın izlerine, Metin Erksan ya da Ömer Kavur gibi ustaların filmlerinin yanında çağımızın önemli sinemacılarının işlerinde de rastlamak mümkün. Biz de bu sebeple, Türkiye sinemasında gerçekliğin sınırlarından taşan, fantastik ögelerle anlatısını zenginleştiren 10 filmi derledik!

Türkiye Sinemasında Fantastik Ögelerle Anlatısını Zenginleştiren 10 Film

İntikam Meleği/Kadın Hamlet (1977)

Eğer Türkiye sineması tarihinde bir filmi “tuhaf” olarak niteleyeceksek, Metin Erksan’ın İntikam Meleği/Kadın Hamlet’i bu tanıma en uygun düşecek filmlerden biri olur. William Shakespeare’in defalarca sinemaya uyarlanmış meşhur oyunu Hamlet’in serbest bir uyarlaması olan filmin en önemli özelliği olarak oyuna ismini veren karakterin bir kadın olarak yorumlanması ve Fatma Girik tarafından canlandırılması öne çıkıyor. Erksan, filmin açılışından itibaren kurduğu gerçeküstücü atmosferle seyirciyi, Türkiye sinemasında örneğini görmenin çok zor olduğu fantastik bir dünyaya davet ediyor. Deneysel olarak tanımlayabileceğiz kadrajlar, kamera kullanımları bu atmosferin kurulumundaki teknik detaylar, en önemlisi filmin fantastik evrene adım atışı Girik’in performansı ve senaryoda da imzası olan Erksan’ın Hamlet karakterine getirdiği yorumlarla güçleniyor. Girik’in izleyiciyi sürekli diken üstünde tutan tedirgin edici bir performansla hayat verdiği Hamlet’in hayali bir orkestranın şefliğine soyunduğu sahnenin Türkiye sineması tarihinin en cesur ve akılda kalıcı sahnelerinden biri olduğunu söyleyebiliriz. İntikam Meleği/Kadın Hamlet kesinlikle zamanının çok ötesinde ve seyircinin hayal gücünün sınırlarını zorlayan bir film.

Aaahh Belinda (1986)

Yeşilçam ekolünün etkinliğini yitirdiği yıllar, üretim miktarı ve ekonomik anlamda sinemamızda bir gerilemeye işaret etmese de bu dönem, usta yönetmenlerin daha özgün filmler çekebilmesine ve yeni arayışların peşinde gitmesine olanak sağlamıştı. Türkiye sineması tarihine adını altın harflerle yazdırmış Atıf Yılmaz’ın bu dönemdeki fantastik ögelerle bezenmiş filmleri de bu durumun çok güçlü örnekleri olarak dikkat çekiyor. Aaahh Belinda da bu filmler arasında ilk akla gelenlerden biri şüphesiz. Müjde Ar’ın personasından da yararlanarak kadının sinemamızdaki temsiline dair kalıpları zorlayan film, Müjde Ar’ın hayat verdiği reklam oyuncusu Serap ve ev kadını Naciye karakteri arasındaki çatışmayı fantastik bir üslupla, satirik yaklaşımı da elden bırakmadan seyirciye aktarıyordu. Bunun yanında Aaahh Belinda’nın reklam dünyasına ve tüketim toplumuna dair ziyadesiyle doğrudan eleştirilerini de anmadan geçmemek gerek. Türkiye’de serbest piyasa ekonomisinin 80’lerle birlikte yükselişe geçtiğini düşündüğümüzde Atıf Yılmaz’ın döneme dair yaptığı eleştiriler onun ne denli vizyoner bir sinemacı olduğunun net bir kanıtı.

Gizli Yüz (1991)

Türkiye sinemasının yeniyi denemekten çekinmeyen, en özgün yönetmenlerinden biri de Ömer Kavur. Senaryosunu Orhan Pamuk’un kaleme aldığı Gizli Yüz, Ömer Kavur sineması deyince akıllarda beliren tüm imajları, fikirleri de kapsıyor: Zaman, saatler, suretler, iletişimsizlik, bekleyiş, arayış… Zuhal Olcay’ın hayat verdiği kadının aradığı yüzü, Fikret Kuşkan’ın canlandırdığı genç bir fotoğrafçının çektiği bir fotoğrafta görmesiyle çıkılan fantastik yolculuğu konu edinen filmi, bir yol filmi olarak da niteleyebiliriz. Fakat Pamuk’un senaryosu ve Kavur’un yönetimiyle seyirci, bu yolculukta mekânlar arasında dolaşırken, bir tür rüyada kaybolma hissine de kapılmıyor değil. Gizli Yüz, 1991 yılında Antalya Film Festivali’nde En İyi Film ve En İyi Senaryo ödüllerine layık görülmüştü. Bu da filmin Türkiye sinemasının en önemli yazar-yönetmen buluşmalarından biri olduğunun bir kanıtı olarak değerlendirilebilir.

Cazibe Hanım’ın Gündüz Düşleri (1992)

İrfan Tözüm’ün 1992 yılında çektiği Cazibe Hanımın Gündüz Düşleri, anlattığı hikâye ve bu hikâyeyi anlatım biçimi açısından, o zamana kadar çekilen filmler göz önünde bulundurulduğunda kadın cinselliğini oldukça yenilikçi bir üslupla ele alıyor. Hale Soygazi’nin cesur bir performansla hayat verdiği Cazibe Hanım, gün geçtikçe bozulmakta olan psikolojisinden kaçmak adına, içinde bir sallanan sandalye ve slayt makinesi dışında bir şey bulunmayan odasını hayalleriyle ve fantezileriyle doldurmaya başlar. Cazibe Hanım’ın Gündüz Düşleri’nin Türkiye sinemasının fantastik denemeleri arasında en önemlilerden biri olarak sıyrılmasının nedeni de yönetmen İrfan Tözüm’ün gerçeklik ve fantezi dünyası arasındaki çizgiyi gittikçe muğlaklaştırmaktaki ustalığında yatar. Toplum kurallarının ve ahlak kodlarının bastırmak için çabaladığı kadın cinselliği, Cazibe Hanım’ın bilincinden taşar, Tözüm kendini bu arzuların gücüne bırakır ve ortaya sinemamızın en çarpıcı kadın temsillerinden biri çıkar.

Ulak (2008)

Çağan Irmak’ın büyük bir çıkış yaptığı 2005 yapımı Babam ve Oğlum’un ardından çektiği ilk sinema filmi Ulak’ın, yönetmenin filmografisindeki en farklı yapımların başında geldiği su götürmez bir gerçek. Çoğu Türkiyeli yönetmenin en gerçekçi filmi çekmek konusunda neredeyse bir yarışa tutuştuğu bir dönemde Irmak’ın, hele ki Babam ve Oğlum’dan sonra, Ulak gibi masalsı bir filme imza atmış olması bile bugünden bakıldığında takdire şayan. Ulak’ın anlatısında, dramatik yapısında birtakım sorunlar olduğu iddia edilebilir. Ama Irmak’ın özenli sanat yönetimi ve kostüm tasarımlarının da yardımıyla kurduğu fantastik dünya, kendi içinde oldukça tutarlıdır. Bunun da, Türkiye sinemasının o dönemki şartlarını göz önüne alarak düşündüğümüzde hiç de bir kolay bir iş olmadığını söylemeliyiz. Ulak, Irmak’ın kariyerindeki en ayrıksı iş olmasının yanında, Türkiye’den çıkmış masalsı bir film arayanlar için tatmin edici bir kaçış noktası sunuyor.

Kosmos (2010)

Reha Erdem’in mistik masalı Kosmos, adını ana karakterinden alıyor; ki bu karakterin Türkiye sinemasını en nevi şahsına münhasır karakterlerinden biri olduğu da pekâlâ söylenebilir. Kosmos’u filmin açılışında, neden ya da kimden olduğunu bilmediğimiz bir kaçış esnasında görüyoruz. Sonraki sahnede de nehirde boğulmak üzere olan bir çocuğu kurtarışına tanık oluyoruz. Film devam ettikçe Erdem, bir tür derviş ya da filozof olarak kurguladığı Kosmos’u doğayla, doğanın ruhuyla eşleştiriyor. Zenginden çalıp fakire veren, doğaüstü güçleriyle hastaları iyileştiren, aşkı arayan bir karakter Kosmos. Hâl böyleyken, gün geçtikçe kirlenen insanlığın temsili olarak devreye giren otorite figürleri ve Kosmos arasındaki çatışma kaçınılmaz oluyor. Reha Erdem’in filmografisin en parlak filmlerinden biri olan Kosmos, doğayı ve saflığı kutsayan, fantastik ögelerin varlığıyla hayal gücünün derinliklerine ulaşan bir masal.

Sen Aydınlatırsın Geceyi (2013)

Son dönemde Türkiye sinemasının en aktif yönetmenlerinden biri olarak öne çıkan Onur Ünlü’nün 2013 yapımı filmi Sen Aydınlatırsın Geceyi, adını bir Shakespeare dizesinden alıyor. Filmin, içinde Shakespeare’e de, Camus’ye de, Ferdi Tayfur’a da yer olan bilinçli karmaşası, filmdeki her karakterin süper güçlerinin olmasıyla iyice katmerleniyor. Ölümsüzlük, nesneleri hareket ettirebilme, duvarların içinden geçebilme, elini silah gibi kullanabilme, zamanı durdurabilme gibi özelliklerin her karakterde olması, bu güçlerin süperliklerini yitirip normalleşmesine sebep oluyor. Böylelikle ortalık, Ünlü’nün kamerasını yönetmek istediği varoluşsal sorgulamalara kalıyor. Dramatik yapısını kurma şekli itibarıyla sinemada birçok örneğini gördüğümüz tragedyalardan çok da farklı olmayan film, içine katılmış fantastik, hatta süper ögelerle çığrından çıkıp son yılların en uçarı, oyunbaz, bir o kadar da dokunaklı yapımlarından birine dönüşüyor.

Sarmaşık (2015)

Tolga Karaçelik, ikinci uzun metrajlı filmi Sarmaşık’ta, bir gemiye doldurduğu adamların erkeklik hâllerinden hareketle bir ülke panaroması yapmaya soyunuyor. Kürt isimli bir karakterin varlığı ve susturulmuşluğu, Sulukule’de ailesinin yanına dönmek isteyen Nadir, namazında niyazında olan usta gemici İsmail ve Cenk, Türkiye’nin farklı hayatlar yaşayan ya da yaşamak zorunda bırakılan kesimlerinin temsili olarak filmde kendilerine yer buluyor. Yönetmen ve senarist Karaçelik, bireylerin aralarındaki sürtüşmelerden, gemide yaşanan iniş-çıkışlardan hareketle derli toplu bir ülke fotoğrafı sunmayı başarıyor. Aslında filmin, başından itibaren gerçekçi bir üslupta seyrettiği söylenebilir. Fakat yönetmenin filmin sonundaki fantastik dokunuşunun, anlatıya yeni bir ton katıp baştan itibaren kurulan klostrofobik atmosferi başka bir boyuta taşıdığı da bir gerçek.

Gênco (2017)

İlk uzun metrajlısı Veşartî’yle dikkatleri üzerine çeken Ali Kemal Çınar’ın imzasını taşıyan ikinci yapım Gênco, bir süper kahraman filmi; fakat yönetmen filmini, bu tanımın tamamen uzağında bir yerde konumlandırıyor. Küçük yaşlarda kendisine verilen süper güçlerin ne olduğu muğlak olduğu gibi, filme ismini veren karakter de bu güçleri nasıl kullanacağı konusunda pek deneyim ya da bilgi sahibi değil. Bu durum Gênco’yu fantastik bir komedi filmine dönüştürüyor. Zira kahramanın ihtiyaç duyanlara yapmak istediği yardım girişimleri genellikle komik sonuçlar doğuruyor. Oyunculuğundan görüntü yönetimine kadar amatör ruhla, iddiasız bir sinema anlayışıyla kotarılmış olan Gênco, Türkiye sinemasında pek örneğini görmediğimiz bir tür olan fantastik komedi sularında gezinmesinin dışında, ilk Kürt süper kahramanının hikâyesini anlatmasıyla tarihteki yerini aldı bile. Film aynı zamanda Ankara Film Festivali’nde Onur Ünlü başkanlığındaki jüri tarafından En İyi Film ödülüne layık görülmüştü.

Sofra Sırları (2017)

Deneyimli senarist ve yönetmen Ümit Ünal’ın son filmi Sofra Sırları, Demet Evgar’ın başarıyla canlandırdığı Neslihan’ın içine sıkıştığı evlilik hayatı dolayısıyla yaşadığı buhrana odaklanıyor. Bir direniş öyküsü olarak da bakılabilecek Sofra Sırları, hem düş olmasını istediğimiz bir gerçek hem gerçek olmasını istediğimiz bir düş oluyor. Film hem içerik olarak hem de biçim olarak Neslihan’ı takip ediyor. Neslihan’ın gerçekliğin sertliğiyle yüzleştiği evlilik hayatına bir alternatif olarak zihninde kurguladığı yemek programı sunuculuğu, başlarda kaçış olarak görünse de, toplumun kadına biçtiği roller ve bunlardan doğan sorumluluklara karşı girişilmiş sert ve inatçı bir mücadelenin fantastik bir tezahürü aslında. Senaryosunu kaleme aldığı Teyzem, Hayallerim Aşkım ve Sen gibi filmlerde fantastik ögelerle arasının hiç de kötü olmadığını kanıtlayan Ümit Ünal, Sofra Sırları’yla bu sulara bir kez daha dönüp güçlü bir kadın öyküsü anlatıyor.

Daha yazı yok.
Filmloverss.com size daha iyi hizmet sunmak için çerezleri kullanır. Sitede gezerek çerezlere izin vermiş sayılırsınız. Ayrıntılı bilgi close-cookie-information