Peki ya sanat "bakılan" olmaktan çıksaydı? Çağdaş sanatla birlikte sanatın git gide bir deneyime dönüştüğü, Netflix'in Black Mirror: Bandersnatch filmiyle izleyicisine hikâyeyi yönlendirme imkânı tanıdığı bir dönemde, sanat eseriyle onu gören göz arasındaki sınır gittikçe muğlaklaşıyor. Ruben Östlund'un da The Square'de eleştirdiği sergileme biçimi, filmde eserin bir çalışan tarafından yanlışlıkla süpürülmüş hâline de bir sanat eseri olarak hayranlıkla bakıyor oluşumuz ya da yaşanmış bir örnek vermek gerekirse sergide düşürülmüş gözlüğün sanat eseri olarak algılanabilmesi gibi durumlarla içine girdiğimiz süreç bir bakıma "Sanat her yerdedir, bu yüzden hiçbir yerdedir." sözüyle örtüşen bir noktaya geldi. Nightcrawler'ın ardından Dan Gilroy'u, Jake Gylleenhal ve Rene Russo ile yeniden bir araya getiren Velvet Buzzsaw, sanat tüccarlığının çığırından çıktığı farazi bir temsille değil, aksine neredeyse olduğu gibi yansıtıldığı hikâyesinde, merkezine sözü altın değerinde olan bir sanat eleştirmenini, galeride yükselmeye çalışan hırslı bir genç kadını ve galerinin gözü pek sahibini alıyor. ***Yazının bundan sonraki bölümü Velvet Buzzsaw ile ilgili keyif kaçırıcı detaylar (spoiler) içerebilir.*** Dease adlı bir ressam, ölmeden önce resimlerini yakmaya kalkışsa da tamamını yok edemiyor ve tüm resimlerinin atılması yönünde bir istekte bulunuyor. İşinde yükselmeye çalışan Josephina, çalıştığı galerinin sahibi Rhodora Haze'in gözünden git gide düşerken, ölen komşusunun -Dease'in- evinde bulduğu resimlerle birden sanat dünyasının göz bebeği hâline geliyor. Ressamın eserlerinin yok edilmesine yönelik isteğini ise hiçe sayıyor. Resimlerdeki göz alıcı tuhaflığı fark eden Josephina, bunu bir fırsat olarak görerek sanat dünyasında bomba etkisi yaratacak bir keşfin sahipliğini yapıyor aslında. Bu noktadan sonra eserlerin değil güç ve para tutkusunun merkezde olduğu anlatı, filmin üç ana karakterinin sonunu hazırlayan bir yapıya evriliyor. Bir tür lanet taşıyan resimler, onlar üzerinden para, güç ve şöhret kazanan herkesi tek tek öldürmeye başlıyor. Tüm yaşananlar, filmin yüzeyinde başarılı bir gerilim hikâyesi gibi görülürken Velvet Buzzsaw; sanat tüccarlığının, eleştirmenliğin, güç ve para tutkusunun gerçek yaratıcılığı ne denli yok ettiği noktasında keskin tespitlerde bulunuyor. Bu noktada belirtmem gerekiyor ki, Morf Vendewalt üzerinden eleştirmenliğin de topa tutulduğu bir filme eleştiri yazmak paradoksun tam da kendisini oluştursa da filmin ticari boyutunun bulunması, Netflix'te yayınlanması ve bu tür platformların yeni nesil bir tür sergi görevi görmesi üzerinden aynı paradoksu yaratıyor olması, filme bir eleştiri yazma noktasında içimi rahatlatacak sebeplerden biri aslında. Velvet Buzzsaw: Sanat Kimin İçindir? Sanat, sanat için midir yoksa toplum için mi, tartışması bu film nezdinde farklı bir boyutta kalsa da sanat, sanat için midir yoksa görülmek için mi sorusu üzerinden devam edebiliriz. Prestijli bir yerde sergilenmediği sürece eserin değerli görülmediği ya da "sanat" olarak kabul görmediği bir düzende yaşadığımızı söylemek mümkün. Sanatın ne olduğuna adeta bir zümre tarafından karar verilen bu yapının içinde aslında her bir karakter kendi sıkışmışlığını yaşıyor gibidir. Zira hayatının son günlerini resimlerini yakmaya adayan ressam Dease bu zümre tarafından "keşfedilmeseydi" içinde bulunulan zaman dilimini sarsan bir sanatçı olarak adlandırılamayacaktı. Ya da John Malkovich'in canlandırdığı Piers karakterinin görülme, sergilenme kaygısıyla yeterince özgürleşemediği eserleri, dalgaların sileceği bir kumsalda hiç olmadığı kadar özgür ve yaratıcıydı olabilmişti belki de. Rhodora Haze, yıllar önce kurdukları Velvet Buzzsaw adındaki punk gruplarına içinde bulunduğu konum aracılığıyla bir çeşit ihanet ediyordu aslında. Morf Vendewalt'un, sevdiği kadının isteği üzerine…

Yazar Puanı

Puan - 68%

68%

Bakılan ile aramızdaki sınırın kalktığı, eleştirmenlerin aşağılamaktan beslenebildiği, sanatın bu denli ticari bir tüketime dönüştüğü günümüzde Velvet Buzzsaw, yer yer aşırıya kaçan didaktik yapısına rağmen yapmak istediğini başarabilen bir taşlama.

Kullanıcı Puanları: 4.48 ( 7 oy)
68

Peki ya sanat “bakılan” olmaktan çıksaydı? Çağdaş sanatla birlikte sanatın git gide bir deneyime dönüştüğü, Netflix’in Black Mirror: Bandersnatch filmiyle izleyicisine hikâyeyi yönlendirme imkânı tanıdığı bir dönemde, sanat eseriyle onu gören göz arasındaki sınır gittikçe muğlaklaşıyor. Ruben Östlund’un da The Square’de eleştirdiği sergileme biçimi, filmde eserin bir çalışan tarafından yanlışlıkla süpürülmüş hâline de bir sanat eseri olarak hayranlıkla bakıyor oluşumuz ya da yaşanmış bir örnek vermek gerekirse sergide düşürülmüş gözlüğün sanat eseri olarak algılanabilmesi gibi durumlarla içine girdiğimiz süreç bir bakıma “Sanat her yerdedir, bu yüzden hiçbir yerdedir.” sözüyle örtüşen bir noktaya geldi.

Nightcrawler’ın ardından Dan Gilroy’u, Jake Gylleenhal ve Rene Russo ile yeniden bir araya getiren Velvet Buzzsaw, sanat tüccarlığının çığırından çıktığı farazi bir temsille değil, aksine neredeyse olduğu gibi yansıtıldığı hikâyesinde, merkezine sözü altın değerinde olan bir sanat eleştirmenini, galeride yükselmeye çalışan hırslı bir genç kadını ve galerinin gözü pek sahibini alıyor.

***Yazının bundan sonraki bölümü Velvet Buzzsaw ile ilgili keyif kaçırıcı detaylar (spoiler) içerebilir.***

Dease adlı bir ressam, ölmeden önce resimlerini yakmaya kalkışsa da tamamını yok edemiyor ve tüm resimlerinin atılması yönünde bir istekte bulunuyor. İşinde yükselmeye çalışan Josephina, çalıştığı galerinin sahibi Rhodora Haze’in gözünden git gide düşerken, ölen komşusunun -Dease’in- evinde bulduğu resimlerle birden sanat dünyasının göz bebeği hâline geliyor. Ressamın eserlerinin yok edilmesine yönelik isteğini ise hiçe sayıyor. Resimlerdeki göz alıcı tuhaflığı fark eden Josephina, bunu bir fırsat olarak görerek sanat dünyasında bomba etkisi yaratacak bir keşfin sahipliğini yapıyor aslında. Bu noktadan sonra eserlerin değil güç ve para tutkusunun merkezde olduğu anlatı, filmin üç ana karakterinin sonunu hazırlayan bir yapıya evriliyor. Bir tür lanet taşıyan resimler, onlar üzerinden para, güç ve şöhret kazanan herkesi tek tek öldürmeye başlıyor. Tüm yaşananlar, filmin yüzeyinde başarılı bir gerilim hikâyesi gibi görülürken Velvet Buzzsaw; sanat tüccarlığının, eleştirmenliğin, güç ve para tutkusunun gerçek yaratıcılığı ne denli yok ettiği noktasında keskin tespitlerde bulunuyor.

Bu noktada belirtmem gerekiyor ki, Morf Vendewalt üzerinden eleştirmenliğin de topa tutulduğu bir filme eleştiri yazmak paradoksun tam da kendisini oluştursa da filmin ticari boyutunun bulunması, Netflix’te yayınlanması ve bu tür platformların yeni nesil bir tür sergi görevi görmesi üzerinden aynı paradoksu yaratıyor olması, filme bir eleştiri yazma noktasında içimi rahatlatacak sebeplerden biri aslında.

Velvet Buzzsaw: Sanat Kimin İçindir?

Sanat, sanat için midir yoksa toplum için mi, tartışması bu film nezdinde farklı bir boyutta kalsa da sanat, sanat için midir yoksa görülmek için mi sorusu üzerinden devam edebiliriz. Prestijli bir yerde sergilenmediği sürece eserin değerli görülmediği ya da “sanat” olarak kabul görmediği bir düzende yaşadığımızı söylemek mümkün. Sanatın ne olduğuna adeta bir zümre tarafından karar verilen bu yapının içinde aslında her bir karakter kendi sıkışmışlığını yaşıyor gibidir. Zira hayatının son günlerini resimlerini yakmaya adayan ressam Dease bu zümre tarafından “keşfedilmeseydi” içinde bulunulan zaman dilimini sarsan bir sanatçı olarak adlandırılamayacaktı. Ya da John Malkovich’in canlandırdığı Piers karakterinin görülme, sergilenme kaygısıyla yeterince özgürleşemediği eserleri, dalgaların sileceği bir kumsalda hiç olmadığı kadar özgür ve yaratıcıydı olabilmişti belki de. Rhodora Haze, yıllar önce kurdukları Velvet Buzzsaw adındaki punk gruplarına içinde bulunduğu konum aracılığıyla bir çeşit ihanet ediyordu aslında. Morf Vendewalt’un, sevdiği kadının isteği üzerine aslında inanmadığı eleştirilerde bulunduğu bir serginin ardından yazdıklarına, bakışına güvenini kaybetmesi ne kadar kendi iç hesaplaşmasıyla ilgiliyse bir o kadar da insanların tepkisiyle alakalıydı. Tüm karakterlerin kendi çatışmasının kurulduğu filmde temel nokta, paradan, şöhretten, beğenilme isteğinden bağımsız, her birinin aslında kendi yaratıcılıklarını ortaya koyabildikleri bir dönemlerinin olması ve o üreten andan paranın yönlendirmesiyle sapmış olmaları. Coco karakteri ise, her şeyin bu kadar içinde olup başına bir kaza gelmeyen ve her zaman da trajediye şahit olan belki de tek karakter. Coco’nun filmin en başından beri yalnızca “bakan” tarafta yer alması, onu ölümlere de seyirci konumuna taşıyor ya da belki de görülmekten bu denli kaçınmış olan Dease’in laneti bile görülmek istiyor.

Tüm bunların yanında danışmanların, kendi stratejilerini hayata geçirmek ve en nihayetinde para kazanmak gibi motivasyonlarla müşterilerine sanattan bağımsız, farklı kararlar verdirebildiğini de gözler önüne seriyor film. Eleştirmenlerin negatif olandan beslendiği, hayata bakışlarının seçicilikten ziyade aşağılamaya kaydığını da vurgulamayı ihmal etmiyor. Bu haklı tespitler, filmin mizahî yanıyla gerilimin dengelendiği başarılı anlatısında ne yazık ki yer yer fazlaca altı çizilerek didaktikleştiriliyor. Daha görkemli bir hikâye anlatıyormuş gibi görünen Velvet Buzzsaw, yaklaşık iki saatlik süresinin sonuna gelindiğinde bıraktığı his bakımından daha küçük bir anlatıya dönüşüyor sanki.

Jake Gylleenhal, hayat verdiği Morf Vendewalt karakteriyle bütünleşerek iyi bir performans sergiliyor. Filmin oyuncu kadrosu genel olarak başarılı olsa da Zawe Ashton, karakteriyle aynı bütünleşmeyi ya da inandırıcılığı yakalayamamış gibi. Toni Collette de, her zamanki gibi, Gretchen karakteriyle rolünün hakkını veriyor. Dan Gilroy’un bol bol takip sahnelerine yönelttiği kamerası, galerinin sofistike karmaşasını yansıtmak için oldukça yerinde bir tercih olarak görülebilir. Tek planda, farklı farklı karakterlere göz gezdirip sonunda bir yerde sabitlenmek, sergide ilgimizi çekecek eserleri bulana kadar dolaşmak gibi bir hisse dönüşüyor. Daha gergin bir anlatıya da dönüşebileceğinin sinyallerini veren Velvet Buzzsaw’da Dan Gilroy, bunu istemediğini sezdiriyor adeta.

Kıcasacı, bakılan ile aramızdaki sınırın kalktığı, eleştirmenlerin aşağılamaktan beslenebildiği, sanatın bu denli ticari bir tüketime dönüştüğü günümüzde Velvet Buzzsaw, yer yer aşırıya kaçan didaktik yapısına rağmen yapmak istediğini başarabilen bir taşlama.

Daha yazı yok.
Filmloverss.com size daha iyi hizmet sunmak için çerezleri kullanır. Sitede gezerek çerezlere izin vermiş sayılırsınız. Ayrıntılı bilgi close-cookie-information