Bağımsız Amerikan sinemasının en iyilerinin sahne aldığı Sundance Film Festivali’nde hem Büyük Jüri hem de İzleyici Ödülü’ne layık görülen Whiplash, konusu itibariyle kağıt üzerinde oldukça “basit” bir görünüme sahip olsa da sinemasal anlamda eksiksiz olmasıyla yılın en iyi filmlerinden biri olmayı başarıyor. Zira; bir caz bateristi olmayı hedefleyen Andrew’in hikayesi bugüne kadar izlediğimiz en iddialı gerilim filminden daha çok geriyor, germekle yetinmiyor koltuğa çivilenmişcesine çakılı kalmamızı sağlıyor.
Öğrencilik yıllarınızı hatırlıyor musunuz? Sınıfa girdiğinde sadece saygıdan değil, korkudan ayağa kalktığınız o “unutulmaz” öğretmeniniz kimi zaman iyi kimi zaman ise kötü birer anı olarak yeniden karşınıza çıkıyor mu?
Muazzam bir sahne ile açılıyor Whiplash. Andrew’in (Miles Teller) davuluna düşen ter damlaları eşliğinde, sınırları zorlayan performansı seyirciye müzikal bir resital sunarken odaya Terence Fletcher (J.K. Simmons) giriyor. Sessizlik… Ve o ana kadar bizlere muhteşem olarak gözüken performans, Fletcher tarafından görmezlikten geliniyor. Bu sahnenin ardından ikili arasındaki ilişki; alışagelmiş öğrenci-öğretmen ilişkisinin aksine tarihin en iyi müzisyenlerinin arasına adını yazdırmayı amaçlayan Andrew ile kendi Charlie Parker’ını arayan Fletcher’in psikolojik savaşına dönüşüyor.
İkili arasındaki ilişki; filmde defalarca tekrar edildiği gibi Jo Jones ile tarihin en önemli müzisyenlerinden Charlie Parker’ın gerçek hikayesinin aslında bir modern kurgusu olarak nitelendirilebilir. Zira; Fletcher’in her fırsatta anlattığı başarı hikayesinin arkasındaki Jo Jones’un sıradışı eğitim yöntemi Fletcher’a örnek olurken, Andrew’in asla vazgeçmeyen yapısı Fletcher’ın gözlerinde kendi Charlie Parker’ını bulduğu izlenimi yaratmayı başarıyor. Lakin, film bu izlenimin hiçbir zaman net bir fikre dönüşmesine izin vermiyor. Her dakikasında hatta her saniyesinde seyirciyi şaşırtmayı başarırken, ikili arasındaki ilişkinin hangi yöne doğru akacağını tahmin etmek bir hayli zorlaşıyor. Burada yönetmenin zekici manevraları filmin içinde kalmamızı sağlamakla yetinmiyor en başta belirttiğim gibi gerilimin düşmesine de izin vermiyor. Filmin açılış sahnesinde Andrew’in davuluna düşen ter damlalarına ilerleyen sahnelerde kan ve gözyaşı da eklenirken, müzik Whiplash’da sırasıyla ter, gözyaşı ve kan üçlüsünden besleniyor.
J.K Simmons’ın performansı tek başına ayrı bir makale konusu olabilecek derecede etkileyici ve büyüleyici. Geçtiğimiz seneye The Spectacular Now‘daki ile oyunculuğuyla dikkat çeken genç oyuncu Miles Teller ise bir kez daha ne kadar başarılı bir oyuncu olduğunu kanıtlarken, gelecek için de beklentileri yükseltmeye devam ediyor. İki oyuncunun da adını özül sezonunda çok daha sık duyacağız.
Film bittikten sonra, son on dakikasının yarattığı etki uzun süre devam ederken, Terence Fletcher’in Amerikan toplumunun ağzına sakız olan “good job” (aferin) kelimesiyle ilgili söylediği sözler ise gerçekçi bir eleştiri olarak uzun süre akıllardan çıkmayacak.
Yazar Puanı
puan - 91%
91%
Kağıt üzerinde oldukça “basit” bir görünüme sahip olsa da sinemasal anlamda eksiksiz olmasıyla yılın en iyi filmlerinden biri olmayı başarıyor.